Şükrü BULUT |
|
Frau Merkel kazanmamalı |
Almanya dışındakilerimiz, bu ülkede bir genel seçimin önümüzdeki günlerde yapılacağını belki de bilmiyorlardır. Kaideleri, prensipleri ve hedefi belli, oturmuş bir demokrasinin gereği olsa ki; âlâyiş, nümayiş ve gürültüye burada yer verilmiyor. Daha doğrusu bizdeki seçimlerle mukayese edilmeyecek düzeyde ağırbaşlı, oturaklı ve kurallı bir seçime gidiyor Almanya… Almanya´nın siyasî yapısını Türkiye ile karşılaştırmak mümkün değildir. Merkezdeki iki büyük parti de dahil olmak üzere bizdeki gibi, ideolojik tasnife müsait bir yapılanma partilerde görülmüyor. Belki de Sovyetlerin dağılmasıyla bu karışıklık ve belirsizlik meydana geldi. 11 Eylül'den sonra eski bolşeviklerin Hıristiyan Demokratların (CDU) dümenini işgal etmesi, seçmende ciddî müşevveşiyetler oluşturdu. Partinin ismi Hıristiyan, fakat icraatı tamamen eski Sovyet solunu andırıyor. Köln Başkardinali Meisner´in tabiriyle, yalnızca tabelâdaki “Hıristiyan” ismi İsevî kalmış, geri kalan tarafıyla sol partileri bile sollamış bir iktidarı yaşadık. Angela Merkel de bir 11 Eylül ürünüydü. Eski bolşeviklerin yeni dünyada yaptıkları ihtilâlin kıt'a Avrupa’sına yansımasıydı. Tıpkı Sarkozy'de olduğu gibi… Hıristiyan Avrupa'nın değerlerinden ziyade saldırgan ateist Avrupa'nın değerlerini savunan bir dizi yeni politikacının, konjonktürel olarak iktidarlara geldiklerini söyleyenler; dünyanın normalleşmeye yönelmesiyle birlikte bunların iktidardan uzaklaştırılmalarını istiyor ve bekliyorlar. Terör ile İslâmın kıt'a Avrupa'sında özdeşleştirilmesi bunlar zamanında oldu. Tesettüre karşı gösterilen toleranssızlık, cami tartışmaları, bayan öğretmenlere tesettür yasağı, aile birleşiminin zorlaştırılması ve bilhassa Müslümanlara uygulanan vize zorluğu maalesef Frau Merkel'in başbakanlığı döneminde cereyan etti. Avrupa Birliği’nin lokomotifinin Almanya olduğuna inananlar, Merkel´i istemiyorlar. Fransa ile Almanya AB´nin tarihî mimarları olduğu halde, neoconların Avrupa temsilcileri olan Sarkozy ve Merkel var güçleriyle AB´yi zayıflatmaya çalışıyorlar. Kaderin garip bir tecellîsi. Avrupa´nın geleneksel Hıristiyan değerlerini modernite ve hürriyet perdesi altında tahrip eden Merkel, sosyal demokratların “sosyal devletini” iyice budamaya başladı. Hedefi belki de kökünden sökmek ve ta Troçkilerden kalan hayâlleri Almanya'da gerçekleştirmek. Hükümetin fakir fukaranın elinden, ağzından kaçırdığı paraları, millete direkt dönüşü olmayan bayındırlığa yatırması da ilginçtir. İşsizlik, fukaralık, geçim derdinden çocuklarına bakamayan annelere ve daha nice zarurî ihtiyaçlara rağmen, devlet belli firmalara büyük krediler vererek otobanları genişletiyor, ihtiyaç fazlası binaya ve şimdilik zarurî olmayan kamu alanlarına para sarf ediyor. Frau Merkel bugüne kadar hedefinde insana, insanî değerlere ve hakikî Alman kültürüne hizmet olmayan bir anlayışla siyaseti dizayn etti. Müslümanlar veya yabancılar açısından da Angela Merkel dönemi felâket oldu. Frau Merkel idaresinde tesettürlü hanımlar, kendilerini emniyet içinde hissedemiyorlar. Merkel'in inançlara “karşı tutumu” maalesef zaman zaman devlet dairelerinde de yansımasını buluyor. Kültürel ırkçılık boyutuna bir de “dinî ayırımcılığı” eklediğinizde, toplum barışına hiç de katkıda bulunmayan bir hal ortaya çıkıyor. Gönül isterdi ki, Almanya'nın en güçlü ve tarihî geleneğe sahip partilerinden olan CDU, Merkel´i başbakan adayı olarak göstermeseydi. Hıristiyan Demokratların saflarında siyasete atılmış yüzlerce seçkin insanımızın orada olmaları, Merkel ile ilgili düşüncelerimizi maalesef değiştiremiyor. Çünkü Angela Merkel, bugüne kadarki icraatlarıyla insanî değerleri, sosyal devleti, din ve inanç özgürlüklerini, ırkçılıkla savaşı, hedonist hayata karşı çıkmayı ve en önemlisi de AB´nin bir medeniyet projesi olduğunu pek nazara almamıştır. Seçim afişlerinde büyük bir itirafta bulunuyor: Hakka, adalete, paylaşmaya ve barışa değil; kuvvete dayanan bir iktidar. Merkel ve aileden sorumlu bayan bakan Von den Leyen'in marifeti ile Almanya'da kadın, anne adayı olmaktan çıkmaya teşvik ediliyor. Cinselliğini nikâh dışında tatmin eden, yuva kurmayı düşünmeyen ve eski bolşeviklerde olduğu gibi sırf ekonomi için koşuşturan bir varlık haline geldi. Eskaza doğacak çocukların bakımını da devlet üstlendi. Annelik, terbiye, eş olmak, yuva kurmak ve aile gibi mefhumlar soldan geldiklerine inandığımız bu iki bayan siyasetçiyi hiç, ama hiç ilgilendirmiyor. İş ve işçi bulma kurumu aracılığıyla “anne olan kadınlara” yapılan manevî baskıların boyutlarını da, her gün Arbeitsamt yolundaki kadınlara sormak gerekiyor. En büyük kariyer olan “anneliğin” yok edilmesine çalışan bir zihniyetle karşı karşıya kaldığımızı ilerideki senelerde daha iyi anlayacağız. Bu hal ise insanlığı felâkete sürükleyen bir süreçtir. AB´nin Chirac ve Schröder dönemini mumla aradığı zamanımızda; Sarkozy, Merkel ve Berlusconi gibi neocon kökenli siyasetçilerin artık sahneden çekilme zamanlarının geldiğine inanıyoruz. Çünkü dünya barışının; güçlü ve adaleti esas alan bir AB´ye şiddetle muhtaç olduğunu birlikte görüyoruz. 14.09.2009 E-Posta: [email protected] |