Lahika |
Âyet-i Kerime Meâli İman eden ve Allah’ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakınanları ise helâk olmaktan kurtardık. Neml Sûresi: 53 |
14.09.2009 |
Yağmurun ne zaman yağacağını Allah bilir
Ehl-i ilhad tarafından tenkit sûretinde, Mugayyebât-ı Hamseden yağmurun gelmek vaktine ve rahm-ı mâderdeki cenînin keyfiyetine itiraz edilmiş. Demişler ki: “Rasathanelerde bir âletle yağmurun vakt-i nüzulü keşfediliyor. Onu da, Allah’tan başkası da biliyor. Hem röntgen şuâıyla rahm-ı mâderdeki cenînin müzekker, müennes olduğu anlaşılıyor. Demek Mugayyebât-ı Hamseye ıttıla kabildir.” Elcevap: Yağmurun vakt-i nüzulü bir kaideye merbut olmadığı için, doğrudan doğruya meşiet-i hassa-i İlâhiye ile bağlı ve hazine-i rahmetten hususî iradeye tâbi olduğunun bir sırr-ı hikmeti şudur ki: Kâinatta en mühim hakikat ve en kıymettar mahiyet vücut, hayat, nur, rahmettir ki, bu dört şey perdesiz, vasıtasız, doğrudan doğruya kudret-i İlâhiye ve meşiet-i hassa-i İlâhiyeye bakar. Sair masnuatta zâhirî esbab kudretin tasarrufâtına perde oluyorlar. Ve muttarid kanunlar ve kaideler, bir derece irade ve meşiete hicap oluyor. Fakat vücut, hayat, nur ve rahmette o perdeler konulmamış. Çünkü perdelerin sırr-ı hikmeti o işte cereyan etmiyor. Madem vücutta en mühim hakikat rahmet ve hayattır. Yağmur, hayata menşe ve medar-ı rahmet, belki ayn-ı rahmettir. Elbette vesâit perde olmayacak, kaide ve yeknesaklık dahi meşiet-i hassa-i İlâhiyeyi setretmeyecek. Tâ ki, her vakit, herkes, her şeyde şükür ve ubudiyete ve sual ve duâya mecbur olsun. Eğer bir kaide dahilinde olsaydı, o kaideye güvenip, şükür ve rica kapısı kapanırdı. Güneşin tulûunda ne kadar menfaatler olduğu malûmdur. Halbuki muttarid bir kaideye tâbi olduğundan, güneşin çıkması için duâ edilmiyor ve çıkmasına dair şükür yapılmıyor. Ve ilm-i beşerî, o kaidenin yoluyla yarın güneşin çıkacağını bildiği için, gaipten sayılmıyor. Fakat yağmurun cüz’iyâtı bir kaideye tâbi olmadığı için, her vakit insanlar rica ve duâ ile dergâh-ı İlâhiyeye ilticaya mecbur oluyorlar. Ve ilm-i beşerî vakt-i nüzulünü tayin edemediği için, sırf hazine-i rahmetten bir nimet-i hassa telâkki edip hakikî şükrediyorlar. İşte bu âyet, bu nokta-i nazardan yağmurun vakt-i nüzulünü Mugayyebât-ı Hamse’ye idhal ediyor. Rasathanelerdeki âletle bir yağmurun mukaddemâtını hissedip vaktini tayin etmek gaibi bilmek değil, belki gaipten çıkıp âlem-i şehadete takarrubu vaktinde bazı mukaddemâtına ıttıla suretinde bilmektir. Nasıl en hafî umur-u gaybiye vukua geldikten, veyahut vukua yakın olduktan sonra, hiss-i kablelvukuun bir nev’îyle bilinir. O gaybı bilmek değil, belki o, mevcudu veya mukarrebü’l-vücudu bilmektir. Hattâ ben kendi âsâbımda bir hassasiyet cihetiyle, yirmi dört saat evvel, gelecek yağmuru bazen hissediyorum. Demek yağmurun mukaddemâtı, mebâdileri var. O mebâdiler, rutubet nev'înden kendini gösteriyor, arkasından yağmurun geldiğini bildiriyor. Bu hal, aynen kaide gibi, ilm-i beşerin gaipten çıkıp daha şehadete girmeyen umura vusule bir vesile olur. Fakat daha âlem-i şehadete ayak basmayan ve meşiet-i hassa ile rahmet-i hassadan çıkmayan yağmurun vakt-i nüzulünü bilmek, ilm-i Allâmü’l-Guyûba mahsustur. Lem’alar, 16. Lem’a, (yeni tanzim, s. 280)
LÜGATÇE:
âlem-i şehadet: Görünen âlem. ehl-i ilhad: Dinsizler. gaip: Görünmeyen, hazır olmayan. hiss-i kablelvuku: Birşeyi, meydana gelmeden önce hissetme. ilm-i Allâmü’l-Guyûb: Ezelden ebede kadar olmuş ve olacak her şeyi bilen, her şeyi kuşatan Cenâb-ı Hakk’ın ilmi. ıttıla: Haberi olma. mebâdi: İlkler, önceler. meşiet-i hassa-i İlâhiye: Allah’a mahsus dilek, arzu ve işler. meşiet-i hassa: Özel irade, arzu. meşiet: İrade, arzu, dileme. Mugayyebât-ı Hamse: Beş bilinmeyen. (Kıyâmetin ne zaman kopacağı, yağmurun ne zaman yağacağı, rahîmlerde olanı, kişinin yarın ne kazanacağı ve kişinin nerede, ne zaman öleceği.) mukaddemât: Önceler, başlangıçlar. mukarrebü’l-vücud: Olması yakın, vücuda gelmeye yakınlık. muttarid: Sıralı, düzgün. takarrub: Yaklaşma. umur-u gaybiye: Görünmeyen işler. vakt-i nüzul: İniş, yağış vakti. |
Bediuzzaman Said Nursi 14.09.2009 |
Misafir ayrılıyor
Ramazan, Kur’ân ayı, bir aydır evlerimize, bedenimize, duygu ve hislerimize misafir idi, şimdi misafirlik bitmek üzere, yol göründü misafir ayrılacaktır. Her ayrılık zordur denir, öyleyse bu ayrılık da zor olacaktır. İşin sadece açlık yönüne bakanlar için belki gidişi çok önemli olmayabilir, hatta sevindirici bile olabilir. Ancak, Ramazan ve orucun muhatabı sadece mide değil ki gidişi memnuniyet verici olsun; mide ile birlikte bütün duygular, hisler ondan nasibini almaktadırlar. O bir cilâlayıcıdır. Beden ile birlikte duyguları, hisleri parlatmaktadır. Bir ay boyunca bu görevini yaptı ve şimdi ayrılık vaktidir. Ramazanın mânevî cihetine bakabilenler için bu ayrılık çok hüzünlü olacaktır. Kâr olarak bire bin, hatta otuz bin kazandıran bir tezgâh kapanıyor. Olaya ticarî gözle bakanlar bile bu müthiş kârlılığı kaybetmenin hüznünü yaşayacaktır. Neticesi bu kadar önemli kazançlarla dolu bir tezgâhtan ayrılmak mutlaka zor olacaktır. Ramazan ve oruç ruhları terbiye etti. Güzel hasletler kazandırdı. Birçok insan bir yılın tortularını attı. Kabuğa yönelmeyi bırakıp işin özüne yönelmeler meydana geldi. Bir aydır bizi ve duygularımızı eğiten eğiticimiz ayrılıyor. Etrafı nurdan bir atmosfer kapladı. Meleklerin gıpta ettiği insanlar haline döndü oruç tutanlar. Rüyasında Cennet bahçesine girenler, o rüyanın ve uykunun hiç bitmemesini arzu ederler. Ramazan sevap yönü ile bir Cennet bahçesidir. Orada her türlü güzellik vardır. Ondaki güllerden kim ne kadar derebildi ise elinde kalacak olan odur. Hayatın akışına yön verecek olan da odur. Seksen seneyi aşkın bir ömrü kazandıracak Kadir Gecesi rahmetin sel olup coştuğu bir andır. Hiçbir ümmete nasip olmayan bu güzellik Ramazan’ın bu ümmete ikramıdır. İkramın büyüklüğü ikram edenin istemesine bağlıdır. O ne kadar isterse o kadar verir. Ne kadar verip vermediği ondan başkasını ilgilendirmez. O rahmeti sonsuz olan Rabbimiz, bu kısa ömürlü ümmete, uzun bir ömrün sonuçlarını böyle ikram etmektedir. Onun için Kadir Gecesinde, rahmet seller gibi coşmaktadır. Bu rahmetten istifade edemeyenlere hayıflanırım. Kul kusursuz olmaz. Ancak, kusurunu bilmek de bu rahmetin vesilelerinden biridir. Bırakın damla damla düşmeyi, rahmet sel olup geldiği halde buna kapılarını kapatanlar hayıflanmayı hak etmişlerdir. Geri dönüp geçen zamana baktıklarında yanık şair Niyazi Mısri’nin şu satırları serlevha olarak önünde olacaktır. “Bir ticaret yapmadım, nakd-i ömür oldu hebâ, Yola geldim, lâkin göçmüş cümle kervan bîhaber. Ağlayıp, nâlân edip, düştüm yola tenhâ, garip, Dîde giryan, sîne biryan, akıl hayran, bîhaber.” Her şeye rağmen, Allah’ım senin rahmetinden ümit kesmiyoruz. Âlemlere rahmet olarak gönderdiğin Habibinin şefaatini bekliyoruz. Şu mübarek Ramazan hürmetine rahmetinin seller gibi coşmasını, yeller gibi koşmasını, önüne koyduğumuz engelleri aşmasını ve bize ulaşmasını bekliyoruz. Kalbimiz beka istiyor. Bu da senin yolunda fena olmaktan geçiyor. Demek, beka için fenanın tünelinden geçmek gerekiyor. O tünelden rahmetinle kolay geçmeyi bekliyoruz. Bizim kusurlarımızın büyüklüğüne değil, Senin rahmetinin büyüklüğüne bakıyoruz. Kimseden değil Senden ve Senin izin verdiklerinden istiyoruz. Ey rahmeti bol Allah’ım! Sen affetmeyi seversin. Bizi de affet. Âmin!
|
ALİ SARIKAYA 14.09.2009 |