M. Latif SALİHOĞLU |
|
Toprağa gömülen servet |
Bazı kimseler, Turgut Özal'ın 1984–93 yılları arasındaki politikalarına hayranlıkla bakar. O dönemin uygulamalarından sitayişle söz eder. Bu gibi kimseler, bugün itibariyle 12 Eylül Darbesini ile anayasasını eleştirse de, darbecibaşı Kenan Paşaya en ağır tenkitleri yöneltse de, sıra aynı silsilenin devamı ve takipçisi olan Özal'a geldi mi, hemen tavır değiştiriyor ve ona toz kondurmamak için bin dereden su getirmeye uğraşıyor. Ne yapalım, biz de bu insanlarımızı kırmamak için, yirmi beş senedir yutkunarak bazı şeyleri sineye çektik. Yıllardır rahatça konuşup yazamadıklarımızı tarihe bırakmayı tercih ettik. Tarihin dile gelmesini bekledik. Nihayet, tarih konuşmaya ve bazı gerçekleri gün yüzüne çıkarmaya başladı. Pazar günkü (13 Eylül) Zaman gazetesinin ekonomi sayfasında yer alan bir haberin başlağında aynen şu ifade kullanılıyor: "18 milyon dolar toprağa gömüldü." Bugünkü değeri 27 milyon TL olup, yaklaşık 54 sağlık ocağının maliyetine denk gelen bu para, meğerse İzmit–Haramidere arasında yapılan 128 kilometrelik petrol boru hattı inşaatı için ödenmiş... Hem de ne zaman biliyor musunuz? Tam da Özal'ın devr–i iktidarının en kuvvetli olduğu zaman. İşte size aynı haberde yer alan belirgin ifadeler: "1985'te inşaatı ihale edilen hat, gecikmeli olarak 1989'da tamamlandı. Petrol taşımacılığı için planlanan hat, işletmeye alınmadığı için çürümeye terk edildi." Evet, maalesef bu hat bugün hiçbir işlev görmüyor. Boşu boşuna yapılmış oldu. Tıpkı, aynı Özal tarafından "teröre çare" olsun diye, Doğu ve Güneydoğu illeri için verilen trilyonlarca "çiftlik kredisi"nin âkıbeti gibi. Boşa gitmeyen kısımını da ilâve edelim: Ne yazık ki, hayalî çiftlik kredisi alan vatandaşların çoğu, aldıklarının belli bir yüzdesini terör örgütü adına haraç toplayan kimselere vermek durumunda kaldı. Terörü önlemek adına, o dönemde federasyondan da söz eden yine Özal idi ki, onun bu açılımı da maalesef terör örgütüne ve arkasındaki karanlık güçlere moral ve ümit bahşetti. Bir değerli profesörümüz de, vaktiyle 45 sayfalık bir "Kürt raporu"nu götürüp Özal'a verdiğini, raporda ayrıca Said Nursî'nin önerisine de temas ettiğini yazdı, bir gazetede. Kesin ve net olarak ifade edelim ki: Sonradan kitaplaşan o raporda Said Nursî'nin fikir ve tekliflerine tamamen ters düşen yorum ve yaklaşımlar olduğu gibi, Özal'ın kendisi de Nursî'nin fikirlerine zerrece değer verip de üzerinde durduğuna, yahut kaale aldığına ihtimal dahi vermiyoruz. Yakın geçmişte yaşananları, tarihin terazisinde tartmaya devam etmek arzusundayız.
Tarihin yorumu 15 Eylül 1961
454 kişinin cezalandırılmasına!
Eylül ayının ortası, hürriyet ve demokrasi tarahimiz açısından "şeytan taşlama" günleridir. Bu taşlama işi, Mina'da olduğu gibi Türkiye'de de peşpeşe üç gün boyunca devam eder: 15, 16 ve 17 Eylül günleri. 1) 1961 yılının 15 Eylül'ünde, Yassıada Mahkemesinde 11 aydır yargılanan Demokrat Parti mensupları hakkında nihaî karar verildi. Bu karara göre, en az 454 mazlûm çeşitli cezalara çarptırıldı. 2) Millî Birlik Komitesi (MBK), haklarında idam kararı verilen 15 DP'liden üç güzide devlet adamı hakkında kararı onayladı. 16 Eylül günü Maliye Bakanı Polatkan ile Dışişleri Bakanı Zorlu idam edildi. 3) Ağır hakaret ve işkenceler altında sıhhati bozulan Başbakan Adnan Menderes ise, 17 Eylül sabahı İmralı Adasında darağacına çekildi.
16 aylık işkenceli zulüm
27 Mayıs (1960) gecesi Demokrat Parti iktidarına son veren darbeciler, DP'li yüzlerce mazlûmu 10 Haziran'dan itibaren Yassıada'ya sevk etmeye başladılar. Aralarında Başbakan, Cumhurbaşkanı ve eski Genelkurmay Başkanının da bulunduğu yaklaşık 600 kişi adaya toplandıktan sonra, 14 Ekim 1960 günü duruşmalara geçildi. Tamamı uyduruk 18 ayrı dâvâ dosyasının görüşüldüğü duruşmalar 11 ay bir gün sürdükten sonra, nihayet 15 Eylül 1961'de dâvâ karara bağlandı ve maznunlar hakkında verilen hüküm tebliğ edildi. Buna göre, 15 kişinin idam, 31 kişinin müebbed hapis ve 408 kişinin de çeşitli cezalara çarptırılmasına karar verilmiş oldu. (Gariptir, cezaların şiddet derecesi, DP yönetim kademesi ile kabine üyelerinin etkinlik durumuna göre ayarlandı. Yani, kişi ne kadar Demokrat ise, cezası da ona göre ağırlaştırıldı.) Ceza verilenlerin yekûnu, 454 kişi. Yekûn hakkında, değişik kaynaklarda değişik rakamlar olmakla birlikte, asgarisi bu kadardır. Mahkeme kararını görüşen MBK, sadece üç kişinin idam kararını tasdik etti, diğerlerini ise müebbed hapse çevirdi. Bu arada, Yassıada'da 16 aydır devam eden zulüm ve hakaretli işkencelere tahammül edemeyerek vefât eden 6–7 DP'li şahsiyet var. Bunların arasında Dr. Lütfi Kırdar (Sağlık Bakanı), Gazi Yiğitbaşı (Afyon milletvekili), Nuri Yamut ve Kenan Yılmaz gibi tanınmış isimleri saymak mümkün. Bunları ve 30 Mayıs (1960) günü işkenceyle katledilen İçişleri Bakanı Namık Gedik'i de dahil ettiğimizde, DP'li demokrasi şehitlerinin yekûnu 11'i buluyor. Ayrıca, Yassıada'da gördüğü ağır işkenceler sebebiyle hastalanan birçok mazlûm şahsiyetin olduğunu da unutmamak gerekir. Evet, 1960–61 yıllarının Yassıada'sı, işte böyle cehennemî bir yer idi. O zaman orada hemen her gün zulüm ve ölüm kokardı. O günlerin şiddetli kasavetini, orada aynı cehennemî haleti iliklerine kadar yaşayan Şair Faruk Nafiz Çamlıbel, "Zindan Duvarları" isimli eserinde şu dörtlükle tasvir eder:
Gün doğar, sohbetimiz yalnız ölümdür adada Gün batar, uykuda rüyâmız ölümdür yalnız… Dersiniz, böyle cehennem mi olur dünyada? Çok değil, bir gecelik bizde misafir kalınız! 15.09.2009 E-Posta: [email protected] |