Vehbi HORASANLI |
|
Çinlilere, Allah’ın varlığını anlattım |
ontrat sürem dolduğu için Türkiye’ye dönmek için müracaatta bulunmuştum. Şirketim de beni Türkiye’ye yollamak için gerekli girişimlerde bulunmuş ve işlemleri başlatmıştı. Bu vesile ile ülkeme dönüş yolculuğunda Çinli ve uzak doğulu insanlarla yapmış olduğum bazı sohbetlerimi paylaşmak istiyorum. Daishan Adasında gemiden ayrılmış ve havaalanının bulunduğu diğer bir adaya Zhousan’a feribot ile gidiyorduk. Acente yetkilisi Mr. Şao ile özellikle yol boyunca sohbetimiz oldu. Ayrıca Koreli bir başmühendis ve Filipinli bir İkinci Kaptan ile benzer konuları konuştuk. Mr. Şao’ya hangi dine mensup olduğunu sordum. Bana dininin olmadığını söyledi. Peki, “Allah’a inanıyor musun?” dedim. Yine olumsuz cevap vererek inanmadığını söyledi. Ailesini sordum. Annesinin Budist olduğunu söyledi. Fakat Budizm dinine de inanmadığını ayrıca bu inancı beğenmediğini ifade eden sözler sarf etti. Bu durum beni çok üzmüştü. Sadece Mr. Şao değil neredeyse bütün bir Çin dinden nasibini almamıştı. Bu arada Konfiçyus’u sordum. Konfiçyus’un bir din adamı olmadığını ve sadece insanlara öğütler veren iyi bir insan olduğunu söyledi. Bu durumda hazır sohbet etmeyi seven Mr. Şao’ya Allah inancının gerekliliğini anlatmaya çalıştım. Öncelikle ölüm olayını sordum. Bana öldükten sonraki hayatın olmadığını söyledi. Cennet ve Cehennem için de keza aynı şeyleri tekrarladı. “İyi ama yok olmak çok kötü bir şey değil mi?” soruma bu sefer “Sanki başka türlü oluyor mu?” diye soru ile cevap verdi. İşte o zaman Allah’ın var olduğunu ve bize verdiği “sonsuzluk” arzusunu kutsal kitabımız Kur’ân’da ve Peygamberimiz Hazreti Muhammed (asm) aracılığı ile vaad ettiğini söyledim. Bana Peygamber Efendimizi (asm) duyduğunu, ismini vererek anlattı ve yine sordu, “Allah’ı niçin göremiyoruz?” dedi. Kendisine dünyanın büyük bir imtihan yeri olduğunu ve bu imtihanı ancak Allah’ın var olduğunu söyleyerek kazanabileceğimizi söyledim. Yapılacak şeyin çok basit olduğunu, inanarak “Lâilâhe illallah” demenin imtihanı kazanmak için yeterli olduğunu söyledim. Bu esnada kendi şivesi ile “Lâ ilâhe illallah” cümlesini birkaç kez söyledi. Yine Allah’ın niçin var olduğunu sordu. Bu esnada feribotla yolculuğumuz devam ediyordu. Kendisine bu geminin kaptanı olmadan gidemeyeceğini söyleyerek, Güneş, Dünya ve Ay’ın mükemmel bir şekilde hareket ettiğini, bunların kendi başlarına böylesine sistematik bir şekilde hareket edemeyeceğini söyledim. Mantıklı bulduğunu ifade ettikten sonra “Cehennem niçin vardır?” sorusunu sordu. Sadece “iyi bir insan olsak” bunun yeterli olup olmayacağını merak ettiğini söyledi. Nedense Mr. Şao Allah inancını bir türlü kabullenmek istemiyordu. Ona yine mesleğim ile ilgili örnekler vererek Allah’a inanmak gerektiğini anlatmaya çalıştım. Dedim ki; “Benim şu geminin kaptanı olduğumu biliyorsun, eğer bana ‘Sen bu geminin kaptanı olamazsın’ dediğin takdirde sinirleneceğimi ve bana hakaret etmiş olacağını kabul edersin değil mi?” diye sorduğumda, gülerek, elbette böyle bir şey söylenirse, kızmanın normal olduğunu söyledi. “O halde dünyayı ve yıldızları yaratan ve mükemmel bir düzen içinde idare eden Allah’ı tanımaz isek, bu durum kötü bir şey değil midir?” diye sorduğumda Mr. Şao diyecek bir söz bulamadı ve daha önce söylediği sözlerin aksine Allah’a inanmanın gerektiğini ifade etti. Söylediğim şeylerden etkilendiği belli oluyordu. Bundan sonraki konuşmalarımızda bir “ateist” olarak değil de, kendisi ile inanan bir insan gibi konuşmaya devam ettik. Eşinin inancı olup olmadığını sordum. “Belki” dedi, “Belki de Allah’a inanıyordur” ve bundan mutlu olacağını söyledi. Mr. Şao’ya dinsiz bir hayatın olmayacağını, yok olmanın insana çok büyük bir sıkıntı vereceğini anlatmaya çalıştım. Bu arada şu soruyu sordum: “Krallar gibi bin sene yaşamak mı istersin, yoksa sonsuz fakat normal bir hayatı mı arzularsın?” Ne yazık ki bin sene yaşamayı tercih edeceğini söyledi. “İyi ama yok olmak insana çok büyük bir ıztırap veriyor, kaldı ki sevdiklerimiz, her şey yok olacak, buna kalbin nasıl katlanıyor?” diye söyleyince gülmeyi bıraktı ve ciddî biçimde beni dinlemeye başladı. Ben, böyle bir şeyi asla istemeyeceğimi söyledim. Kalbimin, sıkıntılı bir hayat bile olsa, sonsuzluğu arzuladığını ifade ettim. Bunu, haklı olduğumu gösteren bir yüz ifadesi ile gösterdi. Sonunda Zhousan adasına varmıştık ve sohbetimizi burada noktalamak zorunda kaldık. İnşallah muhatabım Mr. Şao, bu sohbetten olumlu bir şekilde istifade etmiştir. Onu bilmem ama ben Allah’a ve onun son elçisi olan Hazreti Muhammed’e (asm) inanmanın ne kadar güzel bir şey olduğunu, sohbet sonunda daha iyi anlamıştım. Çinlilerin ölümü çağrıştırdığı için “4” rakamını yani “sı” ifadesini niçin sevmediklerini şimdi daha iyi biliyordum. Rabbimden dileğim; bütün insanların âlemlere rahmet olarak gönderilen son Peygamber Muhammed Mustafa’ya (asm) inanmasına vesile olacak fırsatları sunmasıdır. Bunun için çalışan bütün kardeşlerimize rahmet ve bereketi ile yardım etmesini bütün kalbimle niyaz ediyorum… 22.09.2009 E-Posta: [email protected] |