Hüseyin GÜLTEKİN |
|
Eski ve yeni bayramlar |
Gençliğimize elveda deyip, yaşlanıp, ömür dakikalarımızın kışına yaklaşıp, berzah âleminin yakınlığını daha bir hissettikçe, hayalimiz bizi çocukluk hayatımıza götürüp, o dönemde yaşadığımız, aradan yıllar geçtiği halde hâlen unutamadığımız bazı tatlı hatıraları, hasretle derhatır ettiriyor. Eski Ramazanlar, eski bayramlar… O günleri yaşamayan, o Ramazanların, o bayramların fıtrîliğini, samimiliğini elbette bilemez. Dünyevîleşmenin hız kazandığı, her türlü modernite ile içiçe olan günümüzün birçok insanı da bizim şimdi hasretini çektiğimiz o bayramların tadını, zevkini bilemezler. Lüks bir yaşantı tarzını tercih eden, bayram deyince, her türlü harcamayı masum gören, sun’î gösteriş ve özentileri tedâi ettiren bir davranış biçimiyle bayram kutlamalarını yapanlar, bizim çocukluğumuzdaki her türlü gösterişten uzak, fıtrî, sade bayramların verdiği mânevî hazzı ve lezzeti tadamazlar elbette. Maddî imkânlar elvermediğinden, bayram geliyor diye, kıt kanaat olan aile bütçeleri zorlanıp, öyle bayrama mahsus alış verişler belki yapılmıyordu. Şimdiki gibi aile bütçesi alt üst olsa da zarurî olmayan hiçbir eşya alınmıyordu. İlle de pahalı marka giysiler, en pahalı çikolatalar, tatlılar alınmıyordu. Bayram geliyor diye bir-iki yıl önce alınan, ama ya renkleri, ya da biçimleri hoşa gitmediği için evin mobilyaları, mefruşatları değiştirilmiyordu. Bayramdır diye kolilerle kolalar, kasalarla meyve ve sebzeler de taşınmıyordu evlere. Bayramları kutlama adına sahil beldelerine, tatil köylerine geziler de yapılmıyordu eskiden. Bayramlaşmalar da böyle değildi bizim çocukluğumuzda. Öylesine kapıdan bağırarak “Komşu, çabuk şekerimizi getir…” deyip, ev sahibinin ısrarları karşısında kırmayıp kerhen içeri girip, acele ile getirilen ikramları yedikten sonra, “Haydi iyi bayramlar…” diyerek hızlı adımlarla uzaklaşma şeklindeki bayramlaşmalar da eskiden yoktu. Dedik ya, her şey gösterişten uzak, her türlü sun’îlikten öteye, samimî sade ve fıtrî olunca kabul görüyor, mânevî bir zevk veriyor. İşte o zaman dinî bayram diye vasıflandırdığımız bu mübarek günlerden beklenen netice hâsıl oluyor. İnsanlar birbirleriyle kaynaşıyor, haşir-neşir oluyor. Varsa küskünlükler, dargınlıklar son buluyor. Kardeşlik, dostluk bağları güçleniyor. Karşılıklı saygı, sevgi yaklaşımları pekişiyor. Akrabalık bağları tazelenerek devam ediyor. Bayram günlerinden beklenenler de bunlar değil mi? Bayram öncesi evlerde şöyle genel bir temizlik yapılırdı çocukluğumda. Sırf bayramda giymek için çoğu insanların hususî elbiseleri olmazdı bayram günlerinde. Belki yalnız küçük çocuklara bayramlık elbise alınırdı. Herkes biraz yenice sayılan elbiselerini yıkatır, tertemiz bir kıyafetle bayramlarını geçirirdi eskiden. Bayram geliyor diye eve yeni eşya alınmaz, varsa zarurî olan eşya alınırdı. Lüks çikolatalar, baklavalar yoktu, fantazi olmayan şekerler alınıp gelenlere ikram edilirdi. Hemen her evde bayram yemekleri hazırlanırdı. Bayram namazından çıkarak erkekler doğruca önce mezarlığı ziyaret eder, duâlar ve Kur’ân’larla ahirete göçen akrabaları yâd ederlerdi. Sonra yanlarında dost, komşu ve akrabalarla eve dönen ev sahipleri, bol etli bulgur pilavları, ayranları, çorbaları verdikten sonra, tatlı sohbetler ve çay faslından sonra misafirleri dışarıya kadar neş'e ile uğurlarlardı. Her şeye rağmen eskisiyle yenisiyle iyi ki böyle bayramlarımız var. Dünyevîleşmenin hız kazandığı, insanlar arası kardeşlik bağlarının zaafa uğradığı, insanların içlerine kapanarak yalnızlaşmayı tercih ettiği günümüzde, aksaklıklarıyla, eksiklikleriyle beraber bayramlar bizim için en mutlu, en sürurlu günlerimizdir. Bu vesileyle bütün dost ve okuyucularımın bayramlarını tebrik eder, hayırlara vesile olmasını yüce Allah’tan temenni ederim. H.G. 20.09.2009 E-Posta: [email protected] |