Cevher İLHAN |
|
“Büyük Bayram”ın müjdesi (1) |
Anadolu’yu işgal eden ecnebi güçlerin başında gelen İngilizlere karşı, Hutûvat-ı Sitte (şeytanın altı aldatması) adlı eseriyle kahramanca mücadele eden Bediüzzaman, İstiklâl Harbi için Şeyhülislâmın “cihad fetvası”na karşı “fetva” neşreder. İstanbul’da işgale karşı direnişi, onun iman ve şehâmetinin bâriz bir belgesi olur. İstiklâl savaşının kazanılmasının ardından ısrarla dâvet edildiği Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nde bu büyük zaferin mâverasındaki mânevî dinamiklerin ve diriliş ve toparlanışın temel umdelerini belirler. “Bu inklâb-ı azimin (büyük inkılâbın) temel taşları sağlam gerek” diye vazeder. Anadolu gazilerini ve mücahidlerini tebrik ederek ülkenin birliği, İslâm âleminin dirliği için Meclis kürsüsünde duada bulunur. “Zafer”in mânevî temellerinin ihmal edilmemesi gerektiğini bildirir. Peşinden, başta Anadolu’ya, İslâm dünyasına ve insanlığa iman ve Kur’ân hakikatlerini aklî ve mantıkî delillerle ispat ve izâh eden ve Kur’ân-ı Hakîmin bu çağın anlayışına bir dersi ve tefsiri olan Risâle-i Nur Külliyatını te’lifyle, vatan ve millete faydalı milyonlarca Nur Talebesini yetiştirir. SU-İ KASD PLÂNINA KARŞI… İslâm dünyasının ve Anadolu’nun dört bir yandan ecnebilerin işgali altına girmesini ve “Sevr Muâhedesi”ni, “Avrupa zâlimlerininin devlet-i İslâmiyenin (Osmanlının) nurunu söndürmek niyetiyle müthiş bir sû-i kasd plânı” ve “yine o su-i kasd plânıyla Kur’ân’ın zararına gâyet ağır şerâitle (şartlarla) kâfirâne fikirlerini yine icrâ etmek” maksadıyla “Avrupa zâlim hükümetlerinin zulümleriyle, âlem-i İslâma ve merkez-i hilâfete ihâneti” olarak nitelendirir. (Şuâlar, 619, Kastamonu, 17) En dehşetli ve ümitsiz zamanlarda dehşetli günlerde İngiliz istilâcıların yüzlerine tükürürcesine matbaa lisânıyla, İslâmın izzet ve şerefini haykırır. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Şarkî Anadolu’da din ve fen ilimlerinin beraber okutulacağı, Orta Doğu, Kafkasya ve Ortaasya’daki “birbirine komşu, kardeş ve birbirine muhtaç olan bu kardeş Müslüman milletleri” kaynaştıracak ve yabancıların fitne ve parmak karıştırmasına fırsat verdirmeyecek “medresetü’z zehra” mânâsında ve “Cami’ül Ezher” üslûbandaki “Şark Üniversitesi”nin tahakkuku için çalışan Bediüzzaman, Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle Doğu’da kurduğu gönüllü milis alayının başında istilâcılara mukabelede bulunur. Van ve Bitlis cephesinde Gönüllü Alay Kumandanı olarak Ermenilere ve Ruslara karşı talebeleriyle cansiperâne çarpışır, çetin muharebeler yapar. İngiliz Müstemlekeler Bakanı Gladiston’un, Avam Kamarasında “Müslümanları mağlup etmek için ya bu Kur’ân’ı ellerinden almalıyız ya da Müslümanları bundan soğutmalıyız” sözü üzerine, “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez bir güneş olduğunu bütün âleme ispat edeceğim” diyen Bediüzzaman, cephede, avcı hattında, Kur’ân-ı Kerim’in mânevî mucizeliğini gösteren ‘İşâratü’l-İ’câz’ isimli eserini yazmakla mânevî cihada başlar.
İSLÂM ÂLEMİNİN SAADETİ… Bediüzzaman, Anadolu’nun ve İslâm âleminin ecnebilerce bölüşülüp paylaşıldığı dönemde (1919 Eylül’ünde), dehrin (zamanın) hâdisatından (hâdiselerinden) “helâket ve felâket asrının adamı” olarak Osmanlı’nın ve İslâm âleminin başındaki mağlûbiyet ve esâret musîbetinden şiddetle muzdariptir. “Harb-i Umumîde mağlubiyetimizden dolayı fazla müteessir olduğunuzu görüyoruz” diyenlere cevaben, “Âlem-i İslâma indirilen darbelerin en evvel kalbime indiğini hissediyorum. Fakat bir ışık görüyorum ki, o elemlerimi unutturacak, İnşaallah” diyerek o karanlık ve perişan ortamda şu müjdeyi verir: “Musîbet şerr-i mahz (sırf şer) olmadığı için, bazan saadette felâket olduğu gibi, felâketten dahi saadet çıkar. Eskiden beri i’lâ-yı kelimetullah ve bekâ-yı istiklâliyet-i İslâm (İslâmın istiklâliyetinin devamı) için, farz-ı kifâye-i cihâdı deruhte ile kendini yekvücut olan âlem-i İslâma fedâya vazifedar ve hilâfete bayraktar görmüş olan bu devlet-i İslâmiyenin felâketi, âlem-i İslâmın saadet-i müstakbelesiyle (gelecekteki saadetiyle) telâfi edilecektir. Zira, şu musibet, mâye-i hayatımız ve âb-ı hayatımız olan uhuvvet-i İslâmiyenin (İslâm kardeşliğinin) inkişâf ve ihtizazını (hareketlenmesini) hârikulâde tacil etti (çabuklaştırdı, hızlandırdı.) Biz incinirken âlem-i İslâm ağlıyor. Avrupa ziyade incitse, bağıracaktır. Şayet ölsek, yirmi öleceğiz, üç yüz dirileceğiz. Hârikalar asrındayız…” (Sünûhat, 55-57) Kur’ânî ve Peygamberî müjdeler ışığında, “milyonlarla mâsumların kanlarını heder eden, milyonlarla mâsumların kanlarıyla yoğrulmuş” istilâ ve zulmün âbâd olmayacağını” bildirir. Daha asrın başında Şam’da Emeviye Camiinde, “ye’sin (ümitsizliğin) rağmına olarak bütün dünyaya işittirecek derecede kanat-ı kat’iyye ile” “İstikbâlin kıt’alarında hakîkî ve mânevî hâkim olacak ve beşeri dünyevî ve uhrevî saadete sevk edecek yalnız İslâmiyettir ve İslâmiyete inkılâb etmiş ve hurâfâttan ve tahrifattan sıyrılacak İsevilerin hakîki dînidir ki. Kur’ân’a tâbî olur, ittifak ederler” diye haber verir. (Hutbe-i Şâmiye, 82-84) Bediüzzaman’a göre asıl büyük bayram o bayramdır. Bütün bayramları, “âlem-i İslâmın bu büyük bayramının mukaddimesi ve müjdesi olarak” tebrik eder. (Emirdağ Lâhikası, 234, 450) 20.09.2009 E-Posta: [email protected] |