Cevher İLHAN |
|
“Açılım”ı kapanmanın eşiğine getiren… |
“Demokratik açılım”ın tıkanmasının en baş sebebi, şüphesiz belirsizliği. Görünen o ki herkesin bir “açılım”ı var. “Açılım”ın adı değişti, “millî birlik projesi” dendi; lâkin muhtevası hakkında istifhamlar duruyor… Başbakan, sadece “açılım”ın öneminden dem vuruyor ve muhalefete yükleniyor; ancak peşinde “Biz bir çerçeve dayatmıyoruz, ortaya bir proje koymuyoruz; çünkü biz Türkiye’nin bütünü değiliz” deyip, “Gelin hep birlikte bir çözüm bulalım!” çağrısıyla yetiniyor. “Açılım koordinatörü” ve “karakutusu” İçişleri Bakanı Atalay, “Paket program çıkarmadık, ortak aklı arıyoruz” açıklamasıyla kalıyor… Üzerinden birbuçuk ay geçtiği halde, hâlâ Ankara’da “açılım”ın hangi sosyal, kültürel ve ekonomik tedbirleri ihtiva ettiği, hangi anayasal ve yasal düzenlemeleri gerektirdiği, teröre ve etnik tefrika fitnesine karşı hükûmetin hangi tedbirleri alacağı bilinmiyor… Son bir haftada PKK’nın döşediği mayınlardan ve teröristlerle çatışmalardan onbir şehidin verilmesiyle daha zora giren “açılım” tartışmaları, tam bir kördüğüme dönüşmüş… “KAN AKMAYA DEVAM EDECEK” TEHDİDİ… Belli ki terör örgütü terörden nemâlanmakta. İmralı’daki terörist başı ile Kandil’deki elebaşları, terörden beslenmekte. Terörün bitmesi, işlerine gelmemekte… Güneydoğu’dan Batıdaki metropollere kadar sistemli bir biçimde sokak hareketleriyle isyan ve kalkışma provasına dönüştürülmeye çalışılan Nevrûz olaylarından bu yana sürekli “terör tehdidi”nde bulunan kışkırtıcı yaklaşımlar, “açılım”daki bütün iyi niyetleri baltalıyor. Anlaşılan o ki her fırsatta “kan akmaya devam edecektir” diyen ve en son 1 Eylül Dünya Barış Gününü terörün yeniden başlaması tarihi olarak veren DTP de, sözcülerinin bir türlü kınamadıkları “terör örgütü”nün baskısı altında. Şehid cenâzelerinin peşpeşe geldiği günlerde DTP Eşbaşkanı Türk’ün, “Operasyonlar durmazsa buna benzer şeyler olacaktır” diye terörle meydan okuması bu anlama geliyor. Yabancı servislerinin kışkırtmasıyla alevlendirilen terörü “kınamak” ve terör örgütünü durdurmaya çalışmak yerine barışa ve birliğe karşı savrulan bu sorumsuzca tehdit ve şantajlar, zaten kırılgan olan “demokratik açılım”ı da “kapanma” eşiğine getirmekte. Başbakan Erdoğan’ın, “Terör olan yerde operasyon olur” cevabı, bunun örtülü ifâdesi… DTP’nin, ısrarla kırk bin insanın ölümüne sebebiyetle aldığı idam cezası müebbete çevrilen “terörist başının ‘Kürtlerin önderi’ olarak kabul edilip muhatap alınması”nı “olmazsa olmaz” şartlarının başına koyması, tıkanmanın en bâriz alâmeti. Ayrıca, “İmralı’daki uygulamalara son verilmesi, terörist başının halkla irtibata geçecek, örgütün propagandasını daha rahatça yapabilecek diyaloğun sağlanması ve terörün siyasallaştırılması” talepleri çıkmaza sürüklemekte. Keza Öcalan’ın “yol haritası”nda, sağlıktan eğitime, mâliyeden dinî hizmetlere kadar tam otonomi teklifi ile DTP’nin “bölgesel parlamentolar ve ayrı ayrı bayraklar” raporu, ülkeden önce milletin birliğini ve bütünlüğünü parçalamayı hedeflediği açıkça sırıtmakta. “Özerklik” perdesinde Kürtleri bin yıl birlikte yaşadıkları Türklerden koparmayı ve bölgesel-ırkî ayırımlar üzerine bölünmeyi amaçlayan dessasâne “ecnebi plânı”nın yeniden devreye sokulduğunu göstermekte…
DEMOKRATİKLEŞME İLE İLGİSİ YOK… Gerçi bu “öneriler”de zâhiren “federasyon modeli” yer almıyor. Ancak “kültürel farklılıklar” ve “bölgesel ayırımlar” üzerine kurulacak “biçim”in, “özerklik” ve hatta “federasyon”un çok ötesine taştığı; siyasî bölünmeye kaydığı açıkça görülüyor… Bunun, Ankara’nın AB’ye taahhüd ettiği demokrasinin yerelleştirilmesi ve yaygınlaşmasıyla, idarî nitelikli kamu yönetimi reformuyla hiç alâkası yok. Öcalan’ın “yol haritası”nda yer alan ve DTP’nin “Demokratik Toplum Kongresi”ndeki “açılımlar”, etnik yapı, dil, din gibi bölümlere ayrılan ileri bir federatif sistem. Demokratikleşme ve özgürlüklerin temini iyi niyetiyle asla bağdaşmıyor. Dahası, terörist başının ortaya attığı terimlerle iletilen talepler, özerk bölgeli, muhtariyetle-eyâletlerle birbirinden ayrılmış, federal devlet tipini de aşan, vatanın ve milletin bölgesel ve etnik temelli bölünmeye zemin hazırlanıyor. Ve bütün bunlar, Bediüzzaman’ın bundan bir asır önce Prens Sabahaddin’e, milletin ittihadının ve millî muhabbetinin yolunu kesecek “adem-i merkeziyet fikrinin veyahud onun ammizâdesi unsura (ırka) mahsus siyasî kulüplerle (partilerle), Osmanlılık perdesini birden feverân ile yırtacak bir muhtariyete (özerkliğe); ve sonra istiklâliyete (ayrı bağımsız ve bölünmüş devlete)” varacağı; ardından da ülkenin, “tavâif-i mülûk sureti”nde ayrı ayrı devletçiklere bölünmesine menfezler, kapılar açacağı ve “onüç asır evvel ölmüş asâbiyet-i cahîliyeyi (ırkçılığı) ihya ile (diriltmekle) fitneyi îkaz edeceği (uyandıracağı)” ikazının ne kadar haklı ve önemli olduğunu bir defa daha ortaya koyuyor. (Eski Said Dönemi Eserleri, 183-184) Bu ikaza kulak verilmeli… 18.09.2009 E-Posta: [email protected] |