Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Açılımın neresindeyiz? |
Başbakan, ilk söylediğinde “Galiba bu açılım da tıkanacak” şeklinde algılanan “Atacağımız her adımda statüko önümüzü kesiyor” ifadesinin ardından, sonraki beyanlarında bu projeyi tamama erdirme konusunda son derece kararlı oldukları, geri adım atmayacakları ve taviz vermeyecekleri gibi taahhütleri tekrarlamaya başladı. Böylece kararlılık mesajı vermeye çalıştı. Temennîmiz öyle olması ve dış mahfiller dahil, çok geniş çevrelerde “Artık geri dönülemez” yorumlarına da konu olan açılımın olumlu şekilde sonuçlanıp ülkenin bu sıkıntıdan kurtulması. Bu noktada muhalefetin tavrı umutsuz vak’a. Ancak hükümetin destek talebindeki ısrarını, “Gerekirse ellerini öperiz” düzeyine indirip, sonra Baykal’dan “Devlet el öpmez, zaten el öpe öpe buralara geldiler” cevabı alması hiç hoş olmadı. Bir diğer nokta, hükümetin iyi bir başlangıç yapmış gibi göründüğü DTP cenahında da işlerin kötüye gitmesi. Bunun bir sebebi, DTP’lilere yönelik olarak epeydir süren gözaltı ve tutuklamaların açılım gündeme geldikten sonra da hız kesmeyip devam etmesi; diğeri DTP’nin İmralı ve PKK konusundaki bilinen tavrında bir değişme olmaması. Keza, açılımın yoğun şekilde tartışıldığı günlerde çok sayıda subay ve askerimizin mayın tuzağı veya çatışma kurbanı olarak şehit düşmeleri de ayrıca dikkatleri çeken çok acı ve talihsiz bir gelişme. Her ne kadar Erdoğan “Askerlerimize sıkılan kurşunlar başlattığımız süreci engelleyemeyecek” dediyse de, “Son terörist yok edilinceye kadar terörizmle mücadele sürecek” söylemlerinin tekrar yüksek perdeden ifade edilmesi, sürecin sürdürülebilirliği açısından önemli bir handikap. Terörle mücadele sürerken kullanılan dilin de açılım sürecine uygun bir nitelik taşıması ve özellikle Org. Başbuğ’un “Terörizmle mücadele insan merkezli bir süreç olmalı; insanların kalplerine ve akıllarına hitap edilmeli” mesajıyla uyumlu söylemlerin kullanılması gerekmez mi? Bu demek değildir ki, eli silâhlı ve taarruz halindeki terörist, çiçekle karşılansın. Elbette böyle birşey olamaz. Ama burada kast edilen şey farklı. Kalpleri ve akılları kazanma şansının epeyce yükseldiği bir konjonktürde savaş, ölüm ve tehdit kokan mesajları eski vurgularla sürdürmek yanlış. İşin bir başka boyutu ise, şehitler için evvelce de birçok kez yapılan mayın tuzağı gibi açıklamaları artık tatminkâr bulmayan ve askerî kayıplarımızda sevk, idare, tedbir v.s. kusurlarının da bulunup bulunmadığını sorgulayan bir kamuoyunun oluşması. Önceleri fısıltı gazetesiyle yayılırken Ergenekon sürecinde daha açık konuşulur hale gelen “derin devlet-PKK” bağlantıları da bir diğer bahis. Açılımın içeriğiyle ilgili olarak yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başlayan detaylara da bakarsak: Şimdilik kamuoyuna yansıyan ipuçları, öyle flaş, sürpriz ve çarpıcı bir atılıma işaret etmiyor. Kürtçenin seçmeli dil olması, Kürt enstitüsü kurulması, özel TV’lerde Kürtçe yayın serbestisi, değiştirilen Kürtçe yer isimlerinin iadesi, Kürtçe yayınlara devlet desteği, Mem u Zin’in devlet tiyatrolarında sahnelenmesi devlet dairelerinde Kürtçe bilen eleman istihdamı, devletin Kürtçe Kur’ân meali bastırması ve mevcut alfabeye q, w, x harflerinin ilâve edilmesi, bunların dil eksenli olanları. Örgütü dağıtma bağlamında, suça karışmayanların üç aylık rehabilitasyonla serbest bırakılması, suça karışıp pişman olanların beş yıl gözetim altında tutulması ve lider kadrolarının başka ülkelere gönderilmesi gibi çok tekrarlanan maddeler var. Ekonomi ayağında bölge ekonomisinin güçlendirilmesi, bölgeye yatırım çekilmesi ve GAP eylem planının uygulanması maddeleri de yeni değil. Peki, “Ne mutlu Türküm diyene” yazılarının tamamı ve ilköğretim andı kaldırılabilecek mi? Alfabeye üç harf ilâvesini dahi anayasaya ve devrimlere aykırı sayan direniş aşılabilecek mi? Asıl önemlisi, açılımı bunlarla sınırlı bırakmamak için, işin esasına inilip demokratik yolla topyekûn bir zihniyet değişimi başarılabilecek mi? Açılımın kalıcı başarısı buna bağlı... 18.09.2009 E-Posta: [email protected] |