Ahmet ÖZDEMİR |
|
Anlaşılmayan dersler tekrar edilir (mi?) |
Sel musîbetini yaşadık. Bizim hayır gördüğümüzde şer, şer gördüğümüzde de hayır olabilir. Bir musîbet geldiği zaman Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin şu sözünü hatırlarım: “Mer’ayı tecavüz eden koyun sürüsünü çevirtmek için çobanın attığı taşlara musâb olan bir koyun, lisan-ı hâliyle, ‘Biz çobanın emri altındayız. O bizden daha ziyade faydamızı düşünür. Madem onun rızası yoktur, dönelim’ diye kendisi döner, sürü de döner. Ey nefis! Sen o koyundan fazla âsi ve dâll değilsin. Kaderden sana atılan bir musîbet taşına mâruz kaldığın zaman, ‘Biz Allah’ın kullarıyız; sonunda yine O’na döneceğiz’ söyle ve merci-i hakikîye dön, imana gel, mükedder olma. O seni senden daha ziyade düşünür.” 1 Tarih nice kavimler görmüştür; anlı, şanlı, şatafatlı, debdebeli… Akla, hayale gelmedik nice evleri, şatoları, bağları, bahçeleri vardı onların. Şimdi onları yerin üstünde göremiyoruz. Şimdi nerelerde acaba? Ne olmuş onlara? İşte onlardan birisi de Âd kavmidir. Kur’ân-ı Kerim’de Âd ve Semud kavimlerinin isimleri on bir sûrede birlikte geçmektedir. Kur’ân’da bu kavimlere neden bu kadar yer verilmiştir? Âd kavminin başına gelenleri hatırlayalım: Âd kavminin yurtları; Hadramevt’e ve Yemen’e kadar uzanan yerler olup Allah’ın yerlerinden, en genişi, en otlu, sulu, bol nimetli olanı idi. Yerin üzerinde akan ırmakları, bağları, bahçeleri, sürü sürü davarları, yer altında da, su depoları vardı.2 Başkalarına verilmeyen boy bos, güç kuvvet de, onlara verilmişti.3 Âd kavmi, kendilerine bahşedilen bu maddî manevî imkânların birer nimet olduğunu unutmuşlar ve o nimetler üzerinde o nimeti vereni görmedikleri için, zamanla şükrü bırakıp şirke girmişlerdi. Nuh kavminin helâk olmasına sebep olan putlara tapmayı yeniden ihyâ etmişlerdi. Güç ve kuvvetin, maddî refahın verdiği gururla sarhoş olup tevhidden uzaklaşıp sefahate ve eğlenceye dalmışlardı. İşlek yolların kenarına yüksek kaleler, büyük köşkler ve binalar yaparak, oralarda kendilerini oyun ve eğlenceye vermişlerdi. Âd kavmi, böyle umumî yerlerden başka, yüksek tepelerde de kireçle dondurulmuş gayet sağlam ve muhteşem saraylar yapıyorlardı. Dünyada o güne kadar benzeri görülmemiş bir ihtişama sahip olan 4 bu sarayların içlerinde ve bahçelerinde havuzlar vardı. Bunlar akıllara hayret verecek şekilde süslenmişti. Onlar: “Kuvvetçe, bizden daha güçlü kim varmış?” diyerek yeryüzünde büyüklük taslamaya, memleketlerinde azgınlık ve fesadlarını artırmaya, halka zulmetmeye başladılar. Âhiret hayatını, öldükten sonra dirilmeyi inkâr ettiler.5 Putlara tapmaktan da, geri durmadılar. Ahkaf bölgesi “İrem” adıyla tanınmıştır. Meşhur “İrem bağları” tabiri oradan gelmektedir. Âd kabilesinin yaşadığı yerler, bugün kum yığını halinde çöldür. O günkü nimetlerden, kültür ve medeniyetten sonra, orada ne bir dost ve ne de bir komşu kalmıştır. Nitekim Cenâb-ı Allah bu hususta şöyle buyurmaktadır: “Bir de Âd halkının kardeşleri Hûd’u hatırla. O Ahkaf’da kavmini uyarmıştı. Gerçekte ondan önce de, sonra da birçok uyaran peygamberler gelip geçmişti. O: ‘Yalnız Allah’a ibadet edin. Doğrusu ben, sizin başınıza gelecek müthiş bir günün azabından endişe ediyorum’ demişti.” 6 Âd kabilesine mensup kişiler, iri sağlam yapılı güçlü kuvvetli idiler. Onlar, iri yapıları ve uzun boyları ile dağlar gibiydiler. Onlar bu güç ve kuvvetlerine kapılarak Allah’a karşı kibirlendiler, (kendilerine gönderilen) peygamberlerin yolundan ayrıldılar ve azgınlıklarına devam ettiler. Bunun üzerine Allah da, onları, “şiddetli esen (Atiye) bir rüzgâr” ile helâk etti. Hz. Hûd (as), bu yolunu sapıtmış “Âd Kabilesi”ne Peygamber olarak gönderildi.7 Hz. Hud, kavminin huy, ahlâk ve mizacını bildiği için, bu konuları göz önünde bulundurarak, günün şartlarına uygun bir şekilde hakkı tebliğe başlamıştı. Onları, Allah’a iman ve ibadete, insanlara zulmetmekten vazgeçmeye ve günahlardan tevbe etmeye dâvet etti. Kavmine, sahip oldukları güç ve kuvvetin Allah tarafından verildiğini hatırlattı. Fakat kavminin Hz. Hud’u dinledikleri yoktu, hatta red ve tekzib ile karşılandı. Hz. Hud, onların işledikleri bütün haksızlıkları ve zulümleri yüzlerine vurur, dalâlet ve sefahatte olduklarını ifade ederdi. Hz. Hud’un bu sözlerine, kavminin tepkisi zaman zaman çok sert oluyordu: “Biz, seni bir çılgınlık, bir beyinsizlik içinde bocalar görüyoruz ve senin yalancılardan biri olduğunu düşünüyoruz.” 8 Hz. Hud, onların bu sert cevaplarına yumuşaklıkla ve insaflarına hitap ederek karşılık veriyordu: “Ey halkım! Bende çılgınlık, beyinsizlik yok, fakat ben sadece Rabbülâlemin tarafından size bir elçiyim. Size Rabbimin buyruklarını tebliğ ediyorum. Ben sizin iyiliğinize çalışan, sizi uyaran güveneceğiniz bir insanım.” 9 Hz. Hud, bu gibi sözlerle kavmini hak dine ve istikamet yoluna dâvet ediyor; onların iman dairesine girmeleri için bütün gücüyle çabalıyordu. Fakat bütün bu çabalara rağmen, Âd kavmi Hz. Hud’a kulak vermiyor ve bildiklerinden şaşmıyordu. Onlar yine bina yapmakta birbirleriyle yarış etmeye, insanlara her çeşit zulüm yapmaya, gelip geçenlerle alay etmeye devam ediyorlardı. Kuvveti hak bilen, her hareketinde menfaati esas alarak maddede boğulup mânâdan uzaklaşan Âd kavmi, Hz. Hud’un bu bitmez tükenmez gayret ve mücadelesine bir mânâ veremiyorlardı. Onlara göre, bunun altında mutlaka maddî bir çıkar yatmaktaydı. Aksini bir türlü düşünemiyorlardı. Gerçi bütün peygamberlere kavimlerinin ortak tepkisi hep böyle olmuştu. Hz. Hûd (as) ise onları uyarıyor, Allah’ın azabından sakındırmaya çalışıyor, onlara Nûh kavmini örnek veriyor, Allah’ın Nûh kavmine de nimetler verdiğini hatırlatıyor, bu nasihatine karşılık onlardan bir ücret istemediğini ve bir mükâfat ile teşekküre de ihtiyacı olmadığını söylüyordu. Hz. Hud, kavminin bu ithamını kesinlikle reddettikten sonra, sözlerine şöyle devam etti: “Ey Kavmim! Allah’a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin! Bu hizmetten ötürü sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan ancak Rabbülâlemin’dir. Siz her yol üzerinde, gelip geçenleri şaşırtmak için bir alâmet yapıp saçma sapan şeylerle mi uğraşırsınız? O muazzam yapıları dünyada ebedî kalmak gayesiyle mi inşâ ediyorsunuz? Başkalarının hukukuna karşı hiç sınır tanımadan hep böyle zorbalık mı yapacaksınız?” Hz. Hud, bu sözleriyle onları insafa getirmeye çalışıyor ve hatalarını kabule dâvet ediyordu. Bu durumdan nasıl kurtulabileceklerini de şu şekilde açıklamaktaydı: “Ey kavmim! Allah’a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin. Size bildiğiniz bunca nimetleri veren, size davarlar ve evlâtlar ihsan eden, bağ ve bahçeler, pınarlar lütfeden o Rabbinize karşı gelmekten sakının. Müthiş bir günün azabının tepenize ineceğinden, gerçekten endişe ediyorum!”10 Hz. Hud, kavminin bu tehlikeli gidişini durdurmaya çalışıyordu. Fakat kavmi inatlarından vazgeçmiyordu. Sonunda Hz. Hud’a şöyle dediler: “Ya Hud! Sen, ha böyle nasihat etmiş, ha etmemişsin, bize göre hepsi bir. Çünkü sen bu işe başladığından beri bizim putlarımıza, saraylarımıza, kulelerimize, halka ve yoldan geçenlere yaptıklarımıza dil uzatıp dünya ve ahirette kahredici bir azaba duçar olacağımızı söyleyip duruyorsun. Bizim tuttuğumuz yol, önceki atalarımızın sürüp gelen âdetlerinden başka bir şey değildir. Eğer bu hareketler bir azabı gerektiriyorsa, neden onlara bir şey olmadı da kabirlerinde rahat rahat uyuyorlar. Öyle ise, ey Hud! Biz bundan ötürü de cezalandırılacak değiliz! Hem de bildiğimiz gibi yaşayacağız.”11 Hz. Hud, söyleyeceğini ölçüp tarttıktan sonra söylemişti. Kavmi onu beyinsizlikle itham ederken, kendisinin beyinsiz olmadığını, onları uyarmak üzere Allah tarafından gönderilmiş bir elçi olduğunu söylemekle yetinmişti. Kötülüğe kötülükle karşılık vermediği gibi, aksine onlara yumuşak davranmıştı. Allah’ın üzerlerindeki nimetlerini kendilerine hatırlatmış ve bu nimetlere şükretmeleri için Allah’ın emirlerine uymaları gerektiğini anlatmıştı. Bütün bunların karşılığında onlardan herhangi bir ücret istemediğini de özellikle ifade etmişti. Hz. Hud (as) kavminin ıslâhı için elinden geleni yapmıştı. Tebliğ görevinde kusur etmemişti. Sonuçta peygamberlik görevini ifa etmiş olarak Allah’ın huzuruna gitti. Tarihten bir kıssa okuduk. Anlaşılmayan dersler tekrar edilir. Tekrarlar tabiî ki insanların anladıkları veya anlayacakları dilden olur. Musîbetlerin dili farklıdır. Allah bizlere anlama kolaylığı versin. (Âmin) Not: Değerli okuyucularımın mübarek Kadir Gecelerini ve Ramazan Bayramlarını tebrik eder, hayırlara vesile olmasını Cenâb-ı Haktan dilerim. Dipnotlar: 1- Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nuriye, s. 192. 2- Şuarâ Sûresi, 129. 3- Araf Sûresi, 69, Ahkaf Sûresi, 26. 4- Fecr Sûresi, 7-8. 5- Mü’minun Sûresi, 35-37. 6- Ahkaf Sûresi, 21. 7- Hud Sûresi, 50. 8- Hud Sûresi, 66. 9- Hud Sûresi, 67-68. 10- Şuara Sûresi, 125-135. 11- Şuara Sûresi, 136-138. 16.09.2009 E-Posta: [email protected] |