M. Latif SALİHOĞLU |
|
İzzetli fakirler |
Sizin çevrenizde fakir–fukara kimseler var mı? Vardır mutlaka; ama, acaba siz onları tanıyor ve hallerini yeterince biliyor musunuz? Bilmek ve tanımak lâzım. Hemen herkesin, kendisinden daha fakir, daha muhtaç durumda olanları araştırıp bulması mümkün. Bulmalı da... Zira, onların bizim üzerimizde bazı hakları mevcut. Bizim de onlara karşı bazı mükellefiyetlerimiz var. Bu mükellefiyetleri yerine getirmezsek, mesul duruma düşeriz. Hatta, belâ ve musibetlere giriftar olabiliriz. İnanıyoruz ki, "sadaka belâyı def eder." O halde sadakayı, hele de şu mübarek günler bitmeden "fıtır sadakası"nı mutlaka vermemiz lâzım. Her mü'minin üzerinde bir vecibedir. Yine inanıyoruz ki, farzlardan olan zekât, aynı zamanda İslâmın köprüsüdür. Muhtaçlara yönelik en makbul, en tesirli yardımlaşma bu köprü vasıtasıyla sağlanır. Bunların dışında, İslâmda ayrıca yardımlaşma ve dayanışma (teavün) düstûrları var. Bütün bunlar, gerek sosyal, gerek aile ve gerekse mânevî hayatımızın aynı zamanda sigortaları hükmündedir. Sosyal patlamanın ve ahlâkî dejenerasyonun önünde birer set, birer emniyet süpabı vazifesini görmektedir. Burada ehemmiyet kazanan bir nokta, lâyık olan kişi veya kişileri bilmek, bulmak ve ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmaktır. Bilmek lâzımdır ki, yardıma asıl muhtaç ve liyâkatlı olan fakirler vakurdur, izzetlidir. El açıp dilenmezler. Şirretlik yapmazlar. Ona buna dert yanıp yüzsuyu dökmezler. Şahsen kendim de, şirretlik yaparak askıntı olanlara, yahut dilenciliği meslek edinenlere yardım etmem, sadaka vermem. Kişiyi gıyabında sorup araştırır, yahut pazarda, manavda, marketlerde dikkatli bir nazarla takip ederek muhtaçları tesbite çalışır ve sadakayı öyle vermeye gayret ederim. Bu noktada içim rahat bir şekilde yardımda bulunurum. Yardımlaşmada, bir de hiç unutulmaması gereken "talebe" kardeşlerimiz var. Hele, bu sene itibariyle çok daha zor durumdalar. CHP'nin açmış olduğu dâvâ sayesinde, belediyelerin vermiş olduğu bursları kesildi. Piyasada etkisi devam eden maddî kriz sebebiyle de, esnaftan, tüccardan burs parası bulmak hayli müşkilleşmiş durumda. Sıkıntıları had safhada olan talebe kardeşlerimizin çoğu, başvuruda bulundukları derneklerden, vakıflardan da maalesef elleri boş dönüyor. Bu noktada bizleri arayan, yardım edecek bildiğiniz bir kurum–kuruluş yok mu diyen çok sayıda üniversite talebesi kardeşlerimiz var. Hatta, bunların bir kısmı tahsil hayatına devam edip etmeme noktasında da tereddütler yaşıyor. Zira, ailelerinin onlara yardım etme imkânı hemen hemen yok gibi. Geçen hafta, üniversite talebesi bu kardeşlerimizden birkaç tanesinin durumunu yakından öğrenince, inanın içim sızladı; huzurum kaçtı, o gece rahat bir uyku uyuyamadım. Bu halde iken, Mehmed Âkif'in şu sözlerini tekraren söylemek ihtiyacını hissettim: “Ya param olsaydı; ya himmetim olmasaydı!” İmkânı ve himmeti olan mü'min kardeşlerimizin, izzetli fakirler ile tahsil gören talebe kardeşlerimizi unutmamaları dileğiyle...
Tarihin yorumu 16 Eylül 1633
Tütün yasağına kendisi uymayınca...
Sultan 4. Murad'ın koymuş olduğu dillere destan "tütün içme yasağı", 16 Eylül 1633 tarihi itibariyle yürürlüğe girdi. Aynı gün, tütün yasağı ile birlikte kahvehaneler de kapatıldı. (İçki yasağı ise, bir yıl sonra konuldu.) Bu şiddetli yasağın en önemli sebebi olarak, iki hafta önce (2 Eylül) yaşanan ve şehrin (sur içi) beşte birini kül eden büyük İstanbul yangını gösteriliyor. Sigara içmek ve nargileyi tüttürmek için kullanılan ateşin yangına sebebiyet verdiği, en azından yangının büyümesini ve önü alınamaz bir felâkete dönüşmesini tetiklediği rivâyet ediliyor. Tütün ve kahvehane yasağın bir başka sebebi ise, yıllardır İstanbulluların huzurunu kaçıran zorba ve eşkiya çetelerinin kahvehaneleri mesken tuttukları, buralarda mütemadiyen tütün içerek dedikodular ürettikleri ifade ediliyor. Bu vaziyetten şiddetle rahatsız olan Sultan IV. Murad'ın, çok ağır müeyyideler koyarak yasakları uyguladığı kaydediliyor. Bu tarihî vak'anın son derece acı bir başka yönü ise, Sultan Murad'ın bizzat kendisinin koyduğu yasakları ihlâl etmekten, yine kendi nefsini alıkoyamadığı gerçeğidir. Tarihî kaynakların naklettiğine göre, yasakları uygulatmada ve şehir zorbalarıyla başetmede büyük başarılar elde eden Sultan Murad, kendi nefsiyle başa çıkmada zaafiyet göstermiş ve hatta bu sebepten dolayı gencecik yaşında hastalanarak vefat etmiştir. Evet, 1612 senesinde dünyaya gözlerini açan Sultan Murad, ne yazık ki henüz 28 yaşının içindeyken, yakalandığı siroz, ya da siroza benzer bir hastalıktan kurtulamayarak vefat etti. (Dânişmend, İzahlı Kronoloji–III/384) Oysa, o padişahlar arasında bünyece en kuvvetli, en heybetli, en cesur ve siyaseten en dirayetli bir şahsiyet olarak biliniyor. O, Bağdat'ı, Revan'ı, Tebriz'i fethetti, Lehistan'ı Edirne'den titretti, ülkenin tamamında huzur ve sükûnu temin etmede muvaffak oldu. Fakat maalesef, bazı doğruları kendi nesfinde tatbit edemediği için, hem kendi ömrü, hem de koymuş olduğu yasakların ömrü kısa sürdü. 16.09.2009 E-Posta: [email protected] |