Basından Seçmeler |
Eyalet tartışmaları üzerine
Kürt meselesi gibi meselelerin birbiriyle bağlantılı iki şıklı bir çözümü vardır. Çözümün iki ayağı var. Bunlardan birisi İslam kardeşliğinin tesis ve tahkimi diğeri de adem-i merkeziyettir. Lakin adem-i merkeziyet fikri ikincil derecededir ve şartlara bağlıdır. İslam ve ademi merkeziyetten oluşan reçete veya terkip birbirinden koparılamaz. Sözgelimi reçetenin İslam bölümü uygulanmadığında ikincisine geçildiğinde ve ağırlık verildiğinde bu ister istemez bizi bölücülüğe götürecektir. Zira tedavi yanlış yerden başlanmıştır. Ayrıca sürecin kontrolü fiilen yaman ve yaban ellerdedir. Bunun için günümüzde ideal çözüm bulunana ve şartlar olgunlaşıncaya kadar mevcut geçici durumla idare olunacaktır. Tabii ki zamanla ideal ortamın tesisi için İslami reçeteye ağırlık verilecek ve hal, ahseni hale tebdil edilmeye çalışılacaktır. Bundan tatmin olmayanlara ve acilcilere ise başlarını kayalara çarpmaktan başka yapacak bir şey kalmıyor. ‘Men talebeş’ şey’e min gayri evanihi ukibe bihirmanihi’ yani kim olgunlaşmadan bir maksudu talep ederse mahrumiyetle cezalandırılır. Demokratik açılım çerçevesinde Abdulkadir Badıllı Bey de eyalet sistemini teklif etti ve bunu da Bediüzzaman’ın görüşlerine dayandırdı. Bu dayandırma Risale-i Nur şakirtleri arasında bir tartışma başlattı. Gerçekten takdim edilen tez Bediüzzaman’ın görüşlerini mi yansıtıyordu yoksa kendi tezini Bediüzzaman’a mı mal ediyor ve ona dayandırıyordu? Kendi söylemini ona söyletiyordu. Burada bir yanlış anlama olabileceği gibi Bediüzzaman’la aynı kıvamdan ve kimyadan bakmayışın rolü de olabilir. İmam Busuri’nin dediği gibi illetten dolayı insanın kuvve-i zaikiyesi veya tad alma duyusu tadı yanlış algılayabilir ve ma-i zülalı zehir hükmünde hissedebilir. Mevlana’nın deyimiyle nisan yağmurları engerekli yılanın kimyasıyla zehire dönüşürken denize düştüğünde inci mercan olur. Demek ki anlamak, biraz da nereden baktığımıza bağlı bir husus. Badıllı’nın RisaleHaber’de çıkan yorum ve tezine Nur şakirtleri arasından tepkiler geldi ve bunlardan ikisi daha sistematik idi. Bunlardan birisini Latif Salihoğlu’nun Yeni Asya’da peşpeşe yazdığı üç makalesiydi. Eyalet fikrinin unsuriyet anlayışına dayandırılmasına karşı çıkıyordu. İkinci isim de yine Risale Haber’e konuşan ve meselenin hakkını veren Mahmut Bozan’dı. Mahmut Bozan’ın konuşması gerçekten de kıvama düşmüş bir konuşmaydı. Bediüzzaman, içtihad meselesinde olduğu gibi bu meselede de ihtiyat mesleğini ihtiyar ediyordu. İslam hukukunda da böyledir. Def-i mefsedet celb-i menafiden evla ve ona mukaddemdir. Vaktinden önce kurcalanan teknik bir mesele ideolojik ve siyasi bir yara halini alabilir. Veya yara daha da büyüyebilir. Bediüzzaman’ın yaklaşımını şöyle özetlemek mümkün: Tabii ortamda ve bütünleşme ve genişleme trendinde ve dönemlerinde adem-i merkeziyet yaklaşımı bir reçetedir ve büyüme ve kenetleşmeye ve genleşmeye hizmet eder. Gayri tabii ortamlarda ve çözülme dönemlerinde ve çıkış değil de iniş trendinde aksine bölünmeye hizmet eder ve şuubiye hastalığını tetikler veya büyütür. Dolayısıyla, Bediüzzaman adem-i merkeziyet fikrini yapıcı ve müspet anlamda kullanmıştır. O dönemde Prens Sabahaddin gibi, kimi İslamcılar ve bahusus Reşid Rıza da adem-i merkeziyetçi idi. Bu hususta İttihatçılarla aynı saftaydı lakin yolları çok geçmeden ayrılmış ve İttihatçılar, adem-i merkeziyet propagandasıyla çıktıkları yolda merkeziyetçiliğe ve istibdada kaymışlardı. Teorik yanılma onları pratikte müstebitler haline getirmişti. İttihatçılar iktidara gelmek için adem-i merkeziyet fikrini kullanmışlar iktidara geldiklerinde de buna sırt çevirmişlerdi. Ama onların yanlışlığı imparatorluğa mal olmuştu. Bediüzzaman’nı da ifade ettiği gibi, adem-i merkeziyet için fikri olgunluğa ve seviye-i irfana ihtiyaç vardır. Meselenin adem-i merkeziyetçi yönü teknik boyutludur. Bediüzzaman Kürtdür ama Kürtçü değildir ve Türkçülük namına uygulanan yanlışlara karşı çıkmakla birlikte Kürtçülüğe çağırmamıştır. Bu itibarla kimse Bediüzzaman’ı, PKK’nın çığırına hapsedemez. Bu anlamda Bediüzzaman, yükseliş çizgisinin ve İdris-i Bitlisi döneminin ve anlayışının adem-i merkeziyetçisidir. Prens Sabahaddin döneminin ise mecburen ve kerhen merkeziyetçisidir. Zira, alternatifi ittihad-ı anasırın çözülmesidir. Nitekim, Endülüs böyle kaybedilmiştir. Kürtler de Türklerle birlikte çözülme döneminde Girit’ten Trablusgarp’a kadar birçok kardeş coğrafyayı kaybetmişlerdir. Endülüslüler önce tavaif-i mülük olarak ardından da Arap, Berber ve Zenci olarak birbirlerine düşmüşler ve bu da Ferdinand ve İzebella için Endülüs kapılarının açılmasını kolaylaştırmıştır. Bediüzzaman’ı zaten yeteri kadar Kürtçü gösteren resmi zevatın dışında Türkçü ve Kürtçüler var. Bir de Nur şakirtleri bu çığıra katılarak Bediüzzaman’ı Kürtçülüğe alet etmesinler. Risaleleri bu gözle okuyanlar Mevlana’nın Mesnevisi için söylediklerine masadaktırlar. Mevlana diyor ki, Mesnevi Nil suyu gibidir Kıptı içerse ona kan, Beni İsrail içerse onlara ma-i zülal görünür. Gerçekten de bir enerjimiz varsa bunu Endülüs’ü kaybetmeye değil büyütmeye teksif edelim. Türk-Kürt ittihadı ve kardeşliği üzerinden daha büyük ittifak ve ittihatlara ulaşalım. Konuya Mahmut Bozan’ın sözleriyle nokta koyuyorum: Bir milletin kendi değerlerini ifade edebilmesi için ille de eyalet sistemi gerekir demek isabetli bir fikir değildir, üstelik buna Üstad Said Nursi’den delil getirmek en başta O’nu yanlış anlamak olur. Sonda söylenecek sözü en başta söyleyeceğim. Vahdeti vücut kavramından mutasavvıflarla tabiatperestlerin anladıkları arasında ne kadar bir mesafe ve zıtlık varsa, Üstad Said Nursi’nin Prens Sabahattin’e yazdığı mektuptaki ademi merkeziyet kavramından eyalet sonucunu çıkarmada da o kadar mesafe vardır! Gelelim Üstad Said Nursi’nin Prens Sabahattin’e yazdığı mektuba. Hakikat o ki Üstad Said Nursi Osmanlı Devleti’nin çözülüş döneminde çözülüşe yardım edecek yeni delikler açmak değil, tabiri caizse var olan kapı ve pencereleri de kapatma şeklinde bir tutum içinde olmuştur. Bu hususta Prens Sabahattin’e yazdığı “Prens Sabahattin Bey’in Su-i Telakki Olunan Güzel Fikrine Cevap” başlıklı mektupta hem onun fikirlerinin yanlış anlaşılmasını ifade ile fikrin güzelliğini, hem de bu babda o gün atılacak adımların muhtemel zararlarını ortaya koyarak zamansızlığına dikkati çekmiştir..”
Mustafa Özcan Milli Gazete, 12.9.2009 |
16.09.2009 |
Yanlış iletişim girişimi baltalıyor
UmarIm sonu benzemez. Ama demokratik açılımdaki ani ve kazık fren... Geçmişteki benzer örnekleri hatırlatıyor bana. Tabii ki en uygun düşen örnek belli. Başbakan 4 yıl önce de “Kürt sorunu” dedi, sonra unuttu gitti. Ancak bence daha iyi örnek, Kıbrıs ve Annan Planı. Hükümet tüm kredisini bu planın arkasına koydu. KKTC’de tarihi birleşme referandumunu kazandı. Rumlar plana hayır oyu verdi ama AB üyesi oldu. Hükümet Kıbrıs’ta yeni adım atamaz hale geldi. Acaba bugün de aynı tuzağa mı düşülüyor? Hükümetin demokratik açılımdaki sınırları ortada: PKK’ya genel af, Anayasa değişikliği yok. Ama bizler haftalarca sanki varmış gibi tartıştık. Makul açılıma iknası/desteği mümkün olanlar kaybedildi. Savaşın devamında sakınca görmeyenlerin ekmeğine yağ sürüldü. Bence yanlış iletişim bir kez daha iyi niyetli girişimi baltalamak üzere. (Meraklısı için dipnot: Aynı analizi dilerseniz Ermeni yaklaşımı için de kullanabilirsiniz. Türkiye’nin Karabağ sorunu çözülmeden Ermeni sınırını açma niyeti yok. Ama derdini kendi kamuoyuna bile anlatamıyor. Ermeniler uzlaşmazsa, Türkiye attığı ileri adımın bırakın meyvesini toplamayı, dayağını yediğiyle kalacak. Yine yanlış iletişim örneği.)
Enis Berberoğlu Hürriyet, 15.9.2009 |
16.09.2009 |