Yasemin GÜLEÇYÜZ |
|
Âfetler bize ne anlatır? |
Bir masalın penceresinden âfetler! Altın yumurtlayan kaz… Çocukken okuduğumuz bu masalı hatırlarsınız. Masal bu ya, sahibi için her sabah bir tane altın yumurta yumurtlayan kaz sahibini kısa zamanda zenginleştirir. Gözünü para hırsı bürüyen çiftçiyi her gün bir altın yumurta tatmin etmez. Kazın içindeki bütün altınlara bir anda kavuşmak hırsıyla, onu keser. Kazın içinde hiçbir şeyin olmadığını gördüğünde üzüntüsünden kahrolur. Hırsın insan için tehlikeli bir duygu, kanaat etmenin, sabretmeninse ne denli güzel olduğunu, çocuklara anlatmak için söylenegelen hoş bir masaldır bu. Ne çare ki o çocuklar büyüdüklerinde nedendir bilinmez, daha çok kazanmanın aldatıcı cazibesiyle çoğu o hırslı çiftçi adam oluverirler! Bu masalı hatırlatmamın sebebi, hırsları yüzünden tabiatın ahenkli, uyumlu dengesini bozmayı göze alanların halleri. Aslında kişinin hayatını devam ettirecek rızkını, Rabbimiz bir şekilde çalışması karşılığında farklı vesilelerle ona her gün gönderir. Yoktan var ettiği kulunu mahrumiyet içinde bırakacak değildir elbette!
Hırs mahrumiyet sebebidir Ama insan hırslıdır, kanaati, yardımlaşmayı, dayanışmayı unutur bazen. Gün gelir dere yataklarını ıslâh etme, yol için denizi doldurma maskesi altında güya kazandığı toprak parçasına binalar, işyerleri, evler, yollar yapar… Zaman geçer hepsi bir anda alt üst oluverir. Ve sakin sessiz bildiğimiz su Celâl isminin aksetmesiyle nasıl da kendisine yol açar! Bu arada kurunun yanında yaş da yanar. Olan masumlara olur!
Mânevî ücretler İşte bu noktada yapmamız gereken hatamızı anlayıp Rabbimize sığınmak, O'ndan yardım istemek, O'nun hoşuna gitmek için yardımlaşmak, paylaşmaktır. O şefkatli Rabbimizin rahmeti o kadar geniştir ki böyle umumî âfetlerde zarar görenlerin zararlarını mânevî olarak çok yüksek karşılar. Ölenler bir nev'î şehit olur ki bu ahiret âlemleri için çok özenilen rütbedir. Ölmeyip de sağlığı etkilenenler bir nev'î gazilik makamını kazanır. Malı telef olanların kayıplarınıysa sadaka olarak kabul eder, amel defterine o şekilde işler. Ölen çocuklar, minik meleklerimizse zaten cennet kuşları hükmünde.
Peygamberimizin (asm) bir mu'cizesi Peygamberimizin (asm) bir mu'cizesini hatırlayalım. Derede kızı boğulan babayı teselli için beraberce derenin kıyısına gittiğinde seslenmişti: “Babanın yanına gelmek ister misin?” Kız çocuğu mu'cize olarak dile gelip “Hayır, bulunduğum yer o kadar güzel ki gelmek istemem!” demişti de babası nasıl da rahatlamıştı! (Annesinin elinden sele kapılıp gidiveren Minik Dila’nın ebeveynlerinin gözlerindeki acıyı okuyup da bu mu'cizeyi hatırlamamak mümkün mü?) Sahih kaynaklarda yer alan bu hadisi, Bediüzzaman Hz. 19. Mektub olan Mu'cizat-ı Ahmediye Risâlesinde detaylı bir şekilde anlatmakta. 2009’un Ramazan ayında üst üste yaşadığımız âfetler o celâlli dilleriyle bize başka nice hikmet dersleri vermekte kim bilir! Âfetlerin celâlli dilini çözmek, anlayabilmek için, haddimizi aşmayıp tefekkür etmek gerek! Ne dersiniz? Bir kadın mimarın gözüyle Osmanlı’da harem GEÇTİĞİMİZ günlerde gazetelerde yer alan küçük bir vefat ilânı vardı. İlk kadın mimarlarımızdan Muallâ Anhegger-Eyüboğlu vefat etmişti. Onun meslek hayatının önemli bölümünü, Topkapı Sarayı Harem Dairesinin restorasyonu oluşturuyordu. (Rumeli Hisarını da onun başkanlık ettiği bir ekip restore etmişti…) Harem olayı biliyorsunuz kadınlar vasıtasıyla İslâma ve Osmanlı’ya saldırıda kullanılan en büyük konulardan bir tanesi. Batılı şarkiyatçılar ve tarihine, mânevî değerlerine yabancı kendi insanımız haremi İslâmda ve Osmanlıda kadın haklarının ihlâl edildiğine kesin bir delil olarak sunuyorlar. Hem de alaycı bir üslûpla! İşte Mualla Eyüboğlu uzun yıllar restorasyonu ile uğraştığı Topkapı Sarayı Harem Dairesi hakkında binanın hayat alanlarını analiz eden bir mimar gözüyle, şu tesbitlerde bulunmakta: “Haremin Avrupalıların yüzyıllarca yazıp çizdiği ile hiçbir alâkası olmadığını fark ettim. Harem, Padişahın dilediği kadınla yatması için düzenlenmiş bir kurum değil. Mimarisi bile buna göre düzenlenmemiş. Padişahın cariyeleri görebilmesi ve aralarından birini seçebilmesi mümkün değil. Kapılar, daireler, geçişler buna göre planlanmamış. Cariyeler 25 kişilik koğuşlarda yatıyor, üst katta yatan kalfaların sıkı denetimi söz konusu. Padişahın annesi kendi bölümünde, padişahın kadınları kendi bölümlerinde, padişah ise kendi dairesinde... Padişahın kadınını annesi seçip, oğluna sunabilir. Padişahın kalkıp cariyelerin bölümüne geçmesi için kuş olup uçması lâzım! Harem, bir üniversite gibi düşünülmüş. Cariyeler ise öğrenci. Zaten cariyelerin yaşadığı bölümün kapısında ‘Allah’ım bize de hayırlı kapılar aç’ yazıyor. Ve bu yazı doğrultusunda, çoğu padişah tarafından çeyizleri verilip evlendirilmiş. Çünkü cariye köle değil, cinsel köle hiç değil, bence doğru deyim cariyenin padişahın evlâtlığı olduğudur. Ve gerçekten de evlâtlık gibi hoş tutulup, iyi eğitildikleri anlaşılıyor. Haremin mimarisi düzenlenirken, burada yaşayan herkesin bir dakika bile boş kalmaması hedeflenmiş olmalı. Harem sanki askerî bir teşkilât… Bu askerî teşkilât düşüncesini haremi restore ederken sık sık fark ettim. Ve sonunda kendimi öylesine kaptırdım ki, kabul edilemez nedenlerle, devlet tarafından yevmiyem kesildiği halde, gün boyu çalışmayı sürdürdüm. Kısacası harem restorasyonundan elime maddî olarak hiçbir şey geçmedi, ama karanlıkta kalmış bir kurumu, el yordamıyla da olsa kavramayı başardım. “Haremdekiler son derece iyi yetişmiş, terbiye edilmiş, zeki ve yetenekli kimseler. Yalnızca güzel değil, aynı zamanda zeki de olanlar devlet kademelerinde yükselmek istiyorlar. Bunda şaşılacak ya da ayıplanacak bir yön göremiyorum. Kendilerine güvenen erkekler gibi, haremin kadınları da şanslarını sonuna kadar zorluyorlar. Sanılanın aksine, yükselmek için dünya güzeli olmaya gerek yok. Kendisine verilen eğitimi en iyi özümsemiş olan, güzel yazan, güzel konuşan bu yarışa avantajlı başlıyor.” (Akgündüz, Prof. Dr. Ahmet; Öztürk, Doç. Dr. Said; Bilinmeyen Osmanlı, Osmanlı Araştırmaları Vakfı Yay. İstanbul 1999, s. 320–322) Turkish Trousers Türk Pantalonu: Şalvar YAZ mevsimi boyunca ülkemizi ziyaret eden pek çok kadın turistin üzerinde şalvarı sevinerek izledim. Hatta bazıları dizlerine kadar uzanan bir tunikle kıyafetlerini tamamlıyorlardı. Rahat hareket imkânı vermesi, kumaş seçimindeki çeşitlilik, dikiminin kolaylığı, fiyatının cazibesi, belki Hind Uzak Doğu felsefesinin yaygınlaşmasından kaynaklanan bir moda diyeceksiniz… Ne derseniz deyin kadının tesettürünü tamamlayan en güzel unsurlardan bir tanesi. Yüzyıllardan bu yana Anadolu’da halen kullanılan şalvarın Batıda Türk kıyafeti olarak tanımlandığını biliyor muydunuz? Hatta kadınlara yönelik kimi internet sitelerinde Turkish Trousers (Türk Pantalonu) başlığı altında dikim tarifleri bile verilmekte! Fıtrî olan sınır tanımıyor değil mi? Not: Ramazan Bayramının bütün insanlık âlemine huzur getirmesi temennisiyle bayramınızı tebrik ederiz. 20.09.2009 E-Posta: [email protected] |