Cevher İLHAN |
|
Kürtleri “temsil” iddiası… |
“Açılım” tartışmalarının en büyük handikaplarından biri de “Kürtlerin temsili” meselesinin çarpıtılması. Ve başta siyasî iktidar olmak üzere, bilerek ya da “bilmeyerek” ecnebî projelerini tatbike teşne medyanın ve mâlum müfsid mihrakların bu çarpıtmasına gelmesi… Hiçbir mânevî birlik râbıtasını, aynı inancı paylaşan, bu uğurda birlikte şehid düşen; “Hâlıkları bir, Rezzakları bir, Peygamberleri bir, kıbleleri bir, kitapları bir, vatanları bir” olan ve binler birlik bağları bulunan Kürtleri tefrikaya kışkırtan mihrakların ve kişilerin “Kürtlerin temsilcisi” olarak görülmesi tuzağına düşülmesi… (Mektûbat, 310) Oysa “İslâmdan iftiraka (ayrılmaya) vicdan-ı millîleri asla râzı olmayan Kürtleri” bir asır önceki “kavmiyetçi” ırkçı cedleri gibi İslâm câmiasından ve Türklerden koparma desisesine çalışan Marksist terör örgütü ve içteki işbirlikçilerinin, Kürtleri temsile hakları yoktur. “Abbasiler zamanından beri bin senedir Kur’ân-ı Hâkimin bayraktarı olarak, bütün cihâna karşı meydan okuyup Kur’ânı ilân eden ve milliyetini Kur’ân ve İslâmiyete kal’a yapan şu vatanın evlâdları”nı birbirinden koparmayı amaçlayan özerklikten eyâlete, otonomiden federasyona varan “raporları” ve “yol haritaları”nı “terör” ve “kan akmaya devam eder” tehdidi ve şantajıyla dayatanların, esâsen Müslüman Kürtlerle de hiçbir alâkası olamaz…
TAŞERONLAR “KÜRTLERİN VEKİL-İ MÜDAFİİ” OLAMAZLAR… İbret vericidir ki aynı “Kürtleri temsil” ifsadına bundan doksan yıl önce de başvurulmuş; kimi dinden bîbehre hâricî odaklardan tâlimat alan kavmiyetçiler, kendilerini “Kürtlerin vekil-i müdafii” göstermişler. “İslâmiyetin nâm ve şerefini i’la (yüceltmek) için beşyüz bin kişi fedâ eden ve makam-ı hilâfete (Osmanlıya) olan sadâkatlerini isar ettikleri (akıttıkları) kan ile bir kat daha te’yid eyleyen Kürtler”i temsil iddiasını ileri sürmüşler. Bu “nâm”la tam bir “ecnebî projesi” olan “Wilson İlkeleri”nce Osmanlı ülkesinin etnik yapı üzerinde bölünüp Doğu Anadolu’da Kürt ve Ermeni devletlerinin kurulmasına zemin hazırlayan fitnelerin ve provokasyonlarda bulunmuşlar. 1919’daki Paris Konferansında İngiliz Başbakanı Lord Gürzon’un tâkip ettiği ve bir yıl sonra “İslâm âlemine ihânet ve bu vatana ve millete müthiş ve gaddarâne bir su-i kasd plânı olan Sevr Antlaşması”yla “karara bağladıkları” Anadolu’yu ırkî ayırımlar üzerinden taksim edip bölüştürme plânının taşeronluğunu yapmışlar. Bunun içindir ki 20 Aralık 1920’de, Paris’te Şerif Paşa ile Ermeni heyeti reisi Boğos Nubar Paşa arasında “Kürdistan” ve “Ermenistan” hakkında bir anlaşma yapıldığı haberlerine karşı, “Hizan Sâdât-ı Karamınan İhtiyat Binbaşısı Muhammed Sıdık” ve “Sâdât-ı Berzenciye’den dava vekili Ahmet Arif”le birlikte İkdam gazetesine “Kürtler ve Osmanlılık” başlıklı bir açıklama gönderen Bediüzzaman, dehşetli oyun hakkında matbûat aracılığıyla kamuoyunu aydınlatır. (Eski Said Dönemi Eserleri, 106-107, İkdam, sayı 8273, 22 Şubat 1338 -7 Mart 1920) Peşinden Sebilürreşad mecmuasına “Kürdler ve İslâmiyet” başlıklı bir makale yazar. Bediüzzaman’ın makalesinin başına konulan “Bu hususta en fazla söz söylemek salâhiyetini haiz bulunan ve Kürdlerin salâbet-i diniye (dine ciddî samimî bağlılıkları, sahip çıkmaları), necâbet-i ırkiye (soy asâletleri) ve celâdet-i İslâmiyesini (İslâm’dan kaynaklanan yiğitlik ve kahramanlığını) bihhakın temsil eden ve Dârülhikmetü’l İslâmiye azâsından…” tavzihi, dikkate değer. (Eski Said Dönemi Eserleri,107-110, Sebilürreşad, sayı 461, 4 Mart 1336 – 17 Mart 1920) Gerçek şu ki Bediüzzaman’ın uyardığı, Kürtleri İslâm câmiasından ayırmak isteyenlerin, İslâmiyetin şiddetle yasakladığı herhangi Müslüman bir ırkın diğer Müslüman bir ırk aleyhine menfî bir surette istimali komplosu, günümüzde de sinsî bir şekilde devam etmekte… Bediüzzaman’ın, “vahdet-i İslâmiyenin (İslâm birliğinin) fedakâr ve cesur hâdimi (hizmetkârı) ve taraftarı olarak yaşamış ve dinî an’ananesine sadakati gaye-i hayat bilmiş Kürdler”i ikazının sebebi budur. Bundandır ki İslâmiyet uğrunda beşyüz bine yakın şehid vermiş olan Kürdleri, “İslâmiyetin zararına olarak, tarihî ve hayatî düşmanlarıyla i’tilaf akdetmek (anlaşmak ve işbirliğine gitmek) suretiyle, salâbet-i diniyeleri (dine kuvvetli bağlılıklarına) hilâfına (aykırı) iftirak-cûyâne âmâl (ayrılıkçı emeller) tâkip etmek”ten sakındırması dersi, bugün daha da önem kazanmıştır. Bediüzzaman’ın, Kürtlerin yegâne emellerinin, “vahdet-i dinî ve millîlerini (dinî ve millî birliği) muhâfaza olduğunu” deklâre eder Kürtlerin, millî vicdanlarına ve hislerine muğayır hareket eden bu tür ecnebî projeleri ve müfsit mihrakları tanımamasını belirtmesinin mânâsı budur. Çünkü bu örgütlerin, odakların terörist elebaşlarının, tıpkı Şerif Paşa gibi evvela Kürtleri temsile ve Kürtler adına söz söylemeye hakları yoktur. Bediüzzaman’ın “ecnebilerin parmak karıştırmaları”nı izâh eden talebesi Zübeyr Gündüzalp’ın 1950’de Ankara Üniversitesinde verdiği konferansta, “Ecnebî parmağıyla idâre edilen zındıka komitelerinin, İslâmiyeti imha için İslâm memleketlerinde, bilhassa Türkiye’de çevirdikleri desîselere, döndürdükleri hâince dolaplara, irtikâb ettikleri hunhârane (kan emici) ve vahşiyâne zulümlere ve tatbik ettikleri şeytanî menfur plânlara ve iğfalatlara (aldatmalara); tâkip ettikleri iblisâne sinsî metodlarla kardeşi kardeşle çarptıran, yaptıkları aldatıcı yalan ve propagandalar ve yaygaralarla İslâmın bünyesinde derin rahneler (yaralar) açan ve büyük tahribatlar yapan fitne ve fesad ve tefrika tohumları saçmalarına” karşı ikazı da bunun içindir… (Sözler, 722-72) Herkesin buna dikkat etmesi gerekir… 26.09.2009 E-Posta: [email protected] |