Cevher İLHAN |
|
Demokratikleşmeye evet, tefrikaya hayır… (2) |
Bin yıldır beraber yaşayan ve “İslâmî bir milliyet teşkil eden” başta Türkler ve Kürtler olmak üzere birlik ve bütünlük içinde yaşayan Osmanlı bakiyesi Müslüman unsurların milliyetlerinin ruhu, Bediüzzaman’a göre,“milyonlarla şühedânın (şehidlerin) pahasına kanlarını verdiği ruhu İslâmiyet, aklı iman ve Kur’ân’dır. Bediüzzaman, öncelikle bu milliyetin “korunması”nın gereğini belirtir. “Irkçı” ve “ayrılıkçı” temâyüllere karşı, Kürtlere hitaben yazdığı makalelerde, “İttifakta kuvvet var, ittihada hayat, kardeşlikte saadet ve selâmet vardır” diye ikaz eder. “İttihadın ipini (zincirini) ve muhabbetin şeridini iyi tutun ki, sizi belâdan halâs etsin” diye tembihler… (Eski Said Dönemi Eserleri, 185-186) “Cehâlet, zarûret (fakirlik), keşmekeş ve dahilî ihtilâf” olarak teşhis ettiği üç düşmana karşı, “mârifet (eğitim), san’at (sanayi) ve ittifak silâhıyla cihad”ı öğütler. Bu birlik ve bütünlüğün, “din, nâmus ve gayret lisânıyla muhâfazası”nı istediği “üç kıymettar cevher”in en birincisini “ittihad-ı millî”, ikincisini “sa’yi insanî (insanî hizmet ve emek)” ve “üçüncüsünü de muhabbet-i millî” olarak sıralar. (Asâr-ı Bediiye, 452-453) Bediüzzaman’ın bir asır önce devrin gazetelerinde ve çeşitli zeminlerde ifade ettiği, “kardeşlik ekseni” üzerine belirlediği “medrestü’z zehra” modelinde formülleştirdiği bu temel tezlere ülkenin bugün de büyük bir ihtiyacı vardır. Günümüzdeki “açılım”ın ya da “millî birlik projesi”nin bu “ittihad-ı millî ve muhabbet-i millî”ye dayanması gerekmektedir..
KÜRTLERİN “KENDİLERİNİ GÖSTERME”SİNİN YOLU… Çözüm, Bediüzzaman’ın daha bir asır önce sakıncalarını bildirdiği “adem-i merkeziyet” ve “eyâlet” türü ithal sapmalarda değil, Kürtlerin altıyüz seneden beri tevhid bayrağını umum âleme karşı yücelten şanlı Türklerin akıl ve mârefetinden istifade etmesi tavsiyesindedir. “Hodserâne (dikbaşlılık)” yapmadan, başı buyruk gitmeden, başka unsurlara ders-i ibret olmaktır. “Kürtlerin kendilerini göstermesi”nin yolu, Bediüzzaman’ın tesbitiyle maddî ve mânevî kalkınmanın esası olan “serbest-i inkişaf” içinde demokrasi ve özgürlüklerin gelişmesiyle “maarif” dediği “eğitim”le olacaktır. Mânevî ilimlere ilâveten, “ulum-u diniye (din ilimleri) ile birlikte fünûn-u lâzıme-i medeniyeti (medeniyet için gerekli fenleri, ilimleri), maarif-i cedideyi (yeni ilim ve fenleri) bölgede okutmak; okutacak çağdaş eğitim kurumlarını kurmaktır. Çâre, Bediüzzaman’ın “Vicdanın ziyâsı (ışığı), ülûm-u diniyedir, aklın nuru fünûn-u medeniyedir; ikisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder, iftirak ettikleri (birbirinden ayrıldıkları) vakit birincisinde taassup, ikincisinde hile ve şüphe tevellüd eder (doğar)” diye târif ettiği eğitim sistemindedir. Bu sosyolojik gerçek içindir ki özellikle Şarktaki eğitinin dinden tecrid olmasının sakıncalarını nazara verir. “Asya’yı hakikî terakki ettirecek, fen ve felsefenin tesiratından ziyâde, hissî dinî olduğunu” beyân eder. Bu “fıtrî kanunu” nazara almayan yöneticilerin, Cumhuriyet döneminde “Batılılaşmak” bahanesiyle “an’ane-i İslâmiyeyi bırakması ve lâdinî (dinden dışı) bir esas yapmasının millet, vatan selâmetini tehdit edecek büyük bir tehlike olduğunu bildirir. Müsbet ilimlerin yanısıra dinî ilimlerin okutulmasının, milletin birliği, ülkenin bütünlüğü için gerekli olduğunu her dönemin idârecilerine her fırsatta izâh eder. (Emirdağ Lâhikası, 439) Sırf felsefe ve maddî bilimlerin okutulduğu, din dersleri ve İslâmî ilimlerin olmadığı “dinden tecrid eğitim”in, Müslüman milletleri karıştıracak, İslâm’ın mânevî kardeşliğini tanımayan, ırkdaşlarından başkasını düşünmeyen “ırkçılık aksülamelliği”yle bir nesil yetiştireceğini ve bunun vatan ve millet ve topyekûn bölge barışı ve İslâm âlemi için büyük bir tehlike teşkil ettiğini uyarır.
KÜRTLER “AYRILIK”TAN SAKINMALI… Aksi halde, meselenin “meşrutiyet” olarak ortaya çıkan demokratik cumhuriyet, hak ve hürriyetler talebini aşıp, “ittihad” ve “eğitim” ekseninden kaydırılarak dün “muhtariyet” denilen bugün “özerklik”ten “eyâlet”e, “otonom bölge”ye ve “federasyon”a varan ayrılıkçı tefrika projelerinin en büyük zararı yine Kürdlere olacaktır.. (a.g.e., 107-109) Bölge halkını “mandacılık” ve “ecnebî himâyeciliği” altına sokar. Dün İngilizlerin, bugün Amerikan ve İsrail’in uydusu haline getirir. Zira “menfî zaaf”la “hâriç cereyanın kuvvetine “bir âlet-i laya’kıl” (akılsız-şuursuz bir âlet) olacağını uyarır. Bunun “müteharrik-i bizzat” değil, ecnebilerin uzaktan üflediği “müteharrik-i bi’l vâsıta (başkasının tahrik edip yönlendirdiği) politikalarla, “bütün harekâtı, bizzat hâriç hesabına geçer. İrâdesi hükümsüz kalır. “İyi niyeti” de işe yaramaz. Vatanı ve milleti dehşetli bâdirelere sürükler. (Sünûhat, 64-65) “Kavmiyetçiliği” kışkırtan, ırkçılığı yeniden dirilten “etnisiteyi siyasallaştırma”nın, siyasî ayrılığın demokrasi ve özgürlükleri getirmeyeceği; “demokratik talepler”le bir alâkasının olmadığı bir asırlık tecrübe ile ortada… En evvel Kürtlerin bundan sakınması gerekir… 25.09.2009 E-Posta: [email protected] |