Ali FERŞADOĞLU |
|
Kriz, deprem benzeri musîbetlerin müsebbibi kim? |
Ekonomik kriz, 12 Eylül darbe-i münafıkanesi, 1982 Anayasası, başörtülüler, dolayısıyla dindarlara üniversite ve lise kapılarının kapatılması, 12 yaşın altındakilerin Kur’ân kurslarına gidememesi birer musîbet ve felâkettirler. Dindarların hubb-u cah (makam, mevki) ve tamah (açgözlülük yüzünden) dünyevîleşmesi ise, en büyük musîbetlerdendir. Zira, “Küfür ve dalâlet (sapıtmışlık) dışında her hale ve Müslüman olduğumuz için Elhamdülillah” denmiştir. İlaahir… Acaba bu musîbetlere neden maruz kalıyoruz? Bir sefer, mütedeyyin grup ve çevreler, “Devlete sahip çıkacağız!” diye, yanılgıya düşerek müstebit rejime, cebbar sisteme ve diktatör yöneticilere kucak açıyor, onları alkışlıyor. Hak ve hürriyetleri ayaklar altına alan, ülkeyi soyup soğana çeviren, onlarca yıl geri kalmasına sebep olan darbe ve darbecileri, elleri patlayıncaya kadar alkışlıyor! Bu da musîbetleri çekiyor! Diğer taraftan kahrolası medya manipülasyonları ile, dindar insanlar bile, “ABD, Saddam’a haddini bildirdi!” diyerek, Bush ve ekibinin, Irak’lı bebeklerin, masum çoluk-çocuğun başına bomba yağdırmasına, namuslarının paymal edilmesine, yüz binlerce insanın vahşice öldürülmesine, işkenceye maruz bırakılmasına seyirci kaldı, hatta destekledi! İşte, bu dünyayı sarsan bir ekonomik kriz olarak bize döndü! Bediüzzaman’a göre, genel musîbet, genelin hatasından kaynaklanır: Umumî musîbet ekseriyetin hatasından ileri gelmesi cihetiyle, ekser nasın, o zalim eşhasın harekâtına fiilen veya iltizamen veya iltihaken taraftar olmasıyla manen iştirak eder, musîbet-i ammeye (genel felâkete) sebebiyet verir. (Sözler, Yeni Asya Neşriyat, s. 158.) Hukukun hâkim olmadığı, güç, baskı ve diktatörlükle yönetilen ülkelerde, başta inanç ve düşünce olmak üzere, giyim-kuşam, hâl, hareket ve tavırlara kadar her şeye “devlet ve devletlüler” karar verir. Burada keyfilik hakimdir. O takdirde de ferdin, hürriyeti yoktur ve birkaç mesele dışında sınırlıdır. Bu durumda devlet emreder; onun kulları vatandaşlar harfiyyen uymak zorunda kalır! Bu tutum; devleti, bütün toplum görevlerini, ekonomik ve kültürel hayatın tek düzenleyicisi olarak gören anlayıştır. Ki, devlet, hukukun, kültürün ve geleneklerin kaynağıdır. 20. yüzyılın başlarından beri hâkim olan devletçilik zihniyeti, devletçiliğin katı temsilcisi Sovyetler Birliğinin yıkılmasından sonra itibardan düşmüştür. 1 Bu tanımlar Türkiye’ye işaret etmiyor mu? Ki, Rusya’da, Avrupa’da, başörtülüler baş tacı ediliyor, üniversitelerde okuyabiliyor, devlet başkanları veya başbakanları onları alkışlıyor; Türkiye’de horluyor! Bunun sebebi nedir sizce? Türkiye’nin Deccalizmin merkez üssü olmasından, safderun vatandaşların da müstebitleri alkışlamasından değil mi? Milletin sosyal ve siyasî taleplerini dikkate almayan devlet, demokratik gelenekleri yerleşmiş olan ülkelerdeki kadar milletle barışık olmadığı için, (kamu alanı) ciddî bir mücâdele halindedir.2 O halde de, “devlet millet için değil, millet devlet için” vardır. Jakoben laik cumhuriyetçilerin de, “siyasal İslâmcıların” da devlet anlayışı, zıt kutuplarda olmakla beraber, aynı muhtevâdadır. Şu ayırımı yapmamız gerekir: Devlet başka, dikta rejim, sistem başkadır. Müstebit rejimi kabul etmemek, diktatörlerin keyfi muamelelerine itiraz etmek ayrı şeydir; müsbet hareket etmek ayrı; devlete isyan bütün bütün ayrıdır. Bediüzzaman ve Nur Talebeleri baskıcı rejimi, diktatörlüğü, keyfiliği, hukuksuzluğu asla kabul etmez ve asla onlara boyun eğmezler. Ve her hal ü kârda, her vasatta muhalefetlerini ortaya koyarlar. Ve asla onlarla barışık değillerdir. Ancak bunu, şiddet ve menfi değil; müsbet hareketle ortaya koyarlar. Bediüzzaman’ın müthiş ve muhteşem stratejisini izliyoruz: Bu rejimi reddetmek ne vazifemizdir, ne de kuvvetimiz var. Ve ne de düşünüyoruz ve ne de Risâle-i Nur izin veriyor. Fakat biz kabul etmiyoruz, amel etmiyoruz, istemiyoruz. Red başka, kabul etmemek başkadır, amel etmemek daha başkadır… Risâle-i Nur’un şakirtlerinden en müthiş bir muhalif, rejim müessesesini tel’in de etse (lânetlese), bilfiil idareye ilişmese (fiilen harekete geçmese, şiddete başvurmasa), onun mefkûresine kanunen ilişilmez. Fikir ve vicdan hürriyeti onları tebrie eder (temize çıkarır). 3 Ayrıca Bediüzzaman, şimdi demokrasi havarisi kesilenlere, ta o zamandan müthiş darbeler indirir. Dil yasakçılarını yamyamlıkla, vahşilikle suçlar: Kürtlerin milliyetini kaldırıp onların dilini onlara unutturduktan sonra, belki, bizim gibi ayrı unsurdan sayılanlara teklifiniz, bir nev'î usul-ü vahşiyâne olur. Yoksa sırf keyfîdir. Eşhâsın keyfine tebaiyet edilmez ve etmeyiz! 4
Dipnotlar:
1- Prof. Dr. Süleyman Hayri Bolay, Felsefi Doktrinler ve Terimler Sözlüğü, Ankara, 1997, s. 98-99.; 2- Prof. Dr. Süleyman Hayri Bolay-Prof. Dr. Mustafa İsen, vd., Türk Eğitim Sistemi/Alternatif Perspektif, TDV, Ank., 1996, s. 5.; 3- Kastamonu Lâhikası, s. 206.; 4- Mektubat, s. 417. 25.09.2009 E-Posta: [email protected] [email protected] |