M. Latif SALİHOĞLU |
|
Rus da dinsiz kalamadı |
Rusya'nın başkenti Moskova'da dün başlayan ve bugün de devam eden "İslâm Konferansı", milletlerin din ihtiyacını bir kez daha tebarüz ettirdiği gibi, tâ yarım asır evvel Kur’ân’ın komünizme galebe çalacağını haber veren bir hakikatli müjdeyi de derhatır ettirdi. Dünya çapında tanınmış 1500 şahsiyetin dâvet edildiği bu toplantıya, Bediüzzaman Hazretlerinin yakın talebesi Mustafa Sungur da iştirak etmiş bulunuyor. Dâvet, Rusya Devlet Başkanı Medvedev'in de tasvibiyle Rusya Müftüler Konseyi Başkanlığı tarafından yapılmış. Bir zamanlar komünizan faaliyetlerin zemini olan salonda yapılan bu muazzam organizasyon, bugün itibariyle Rusya'nın dine duyduğu ihtiyacın bir tezahürüdür. Ümit ve temenni ediyoruz ki, bu konferans pek mühim gelişmelere sahne olacak. Zira, yukarıda da belirttiğimiz gibi, kudsî kaynaklarda Rus'un dinsiz kalamayacağı ve orada da Kur’ân’ın komünizme galebe çalacağını haber veren hakikatli bir müjde var. O müjdenin sahibi Hazret–i Bediüzzaman olup, 1950'li yıllarda aynen şunları ifade ediyor: "...İki dehşetli Harb–i Umumînin neticesinde, beşerde hâsıl olan bir intibah–ı kavî (kuvvetli uyanış) ve beşerin tam uyanması cihetiyle, kat’iyen dinsiz bir millet yaşamaz. Rus da dinsiz kalamaz. Geri dönüp Hıristiyan da olamaz. Olsa olsa, küfr–ü mutlakı kıran ve hak ve hakikate dayanan ve hüccet ve delile istinad eden ve aklı ve kalbi ikna eden Kur’ân ile bir musalâha veya tâbi olabilir. O vakit dört yüz milyon ehl–i Kur’ân’a kılıç çekemez." (Emirdağ Lâhikası, s, 311)
Meraklıdırlar, duyarlıdırlar; ancak, Said Nursî cahilidirler
Medya mensupları, Said Nursî ile bağlantılı konulara duyarlıdırlar. Gelişmeleri ilgi ile takip eder, en ufak bir bilgi kırıntısının üzerine balıklama atlarlar. Ne var ki, bunların bir kısmı konu cahili olduklarından, bu atlamalar esnasında çoğu kez yanlış yaparak açığa düşerler. İşte size son bir örnek... Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ, bayramda Mardin'e gitti. Orada yaptığı konuşmada, hem ağalara çattı, hem de eski ağalardan Kinyas Kartal'ın bir sözünden sitayişle bahsetti. Bununla ilgili olarak bazı gazete ve tv haberlerinde şu tuhaf bilgilere şahit olduk: "Kinyas Kartal, 1960'ta Said Nursî'nin yanı sıra 55 ağa ile birlikte Rusya'ya sürgün edilmiş." Anlaşılıyor ki, bu haberde şap ile şeker birbirine iyice karıştırılmış. Doğru bilgi şudur: Brukan aşireti reisi Kinyas Ağa, 1925'teki Şeyh Said Hadisesinden sonra, Said Nursî'nin de içinde bulunduğu kafilede Batı Anadolu'ya sürgün edildi. 1960'taki sürgün esnasında ise, bir kere Said Nursî hayatta değil. 27 Mayıs darbecileri, Kinyas Kartal ile Bediüzzaman'ın talebesi Mehmed Kayalar'ın da aralarında bulunduğu 485 kişiyi Sivas'taki toplama kampına sürgün ettiler. Bir müddet sonra 430 kişiyi serbest bıraktılar, geri kalan 55 şahsiyeti daha ıztıraplı bir sürgüne tabi tuttular. Sürgün cezasından sonra siyasete atılan Kinyas Kartal, Adalet Partisinden milletvekili oldu ve bilâhare Meclis Başkanlığı yaptı.
Tarihin yorumu 23-28 Eylül 1911
Osmanlı–İtalyan Harbi ve 12 ada
Avrupa'nın en büyük sömürgeci devleti İngiltere'dir. İkincisi Fransa, üçüncü sırada ise İtalya gelir. İtalya, nice zamandır gözünü Akdeniz'in karşı sâhilindeki Trablusgarb'a (bugünkü Libya toprakları) dikmiş, işgal ve istilâ etmek için fırsatları kollamaya başlamıştı. Beklediği fırsat, nihayet 1911 yılı Eylül'ünde ayağına gelmişti. Bünyesine giren siyaset ve tarafgirlik zehiriyle serseme dönen o günlerin Osmanlı ordusu ise, Trablusgarb'ı koruma noktasında ciddî ve güvenilir bir strateji takib edemiyordu. Askerî cenah gibi, siyaset cenahı da sancılı durumdaydı. Bâb–ı Âli'de sık sık hükümet değişikliği yaşanıyordu. Bir sadrazam gidiyor, diğeri geliyordu. Meselâ, eski Âyân Reisi Said Paşa, aynı yılın sonlarında 9. kez olmak üzere yeniden Sadrâzam (Başbakan) olmuştu. İtalya, Osmanlı devlet merkezindeki bu perişaniyeti yakından takip ediyor ve bir punduna getirip Libya'yı işgal etmek istiyordu. 23 Eylül (1911) günü Osmanlı hükümetine bir ültimatom gönderen İtalyan hükümeti, Trablusgarb'ın derhal boşaltılmasını ve buradaki yönetimin kendilerine devredilmesini istedi. İttihat–Terakki hükümeti ise, nice tereddütlerden sonra, Libya'ya yeni takviye birlikleri göndererek, burayı savunacağı ve teslim etmeyeceği mesajını vermiş oldu. Buna mukabil, İtalya da geri adım atmadı ve 26 Eylül'de kuvvetli bir donanmasını Libya'ya gönderdi. İki gün sonra da Osmanlı hükümetine ikinci bir ültimatom vererek bölgenin savaşsız şekilde teslimini istedi. Anlaşma sağlanamayınca, savaş kaçınılmaz oldu. İki taraf arasında, Libya'nın sâhil şeridinde şiddetli çarpışmalar yaşandı. Donanması güçlü olan İtalyan ordusu, iç kesimlere girmeye cesaret edemedi. Yerli kabilelerin de Osmanlı'ya destek vermeleri sayesinde, İtalyanlar ciddî bir varlık gösteremeden geri adım atmak zorunda kaldı. (NOT: Osmanlı birliklerini, aralarında Enver Bey, M. Kemal, Nuri Conker ile Fethi Okyar'ın da bulunduğu İttihatçı subaylar kumanda ediyordu.) Ne var ki, İtalyan kuvvetleri bölgeden çekilmedi ve Osmanlı'ya saldırmaktan geri durmadı. Libya'dan dönen donama, bu kez Çanakkale Boğazına yüklendi. Ancak, ne yaptıysa da boğazı geçemedi. Osmanlı'nın bu en zayıf anında mutlaka bir netice elde etmek isteyen İtalya, Rodos Adasına çıkarma yaparak burayı işgal etti. Ardından da diğer 12 adayı aynı yöntemle teker teker işgal ederek Ege Denizindeki hakimiyetini pekiştirdi. Buradaki gücüne dayanarak bir kez daha Çanakkale Boğazına yüklenen İtalyan donanması, yine maksadına ulaşamayarak geri döndü. (Temmuz 1912) Fakat, ne acıdır ki aynı yılın Ekim ayında patlak veren I. Balkan Savaşı, Ege ve Akdeniz'deki Osmanlı varlığını büsbütün zayıflattı. Hükümet, İtalya ile anlaşma yapmaya mecbur oldu. Anlaşma gereği, Trablusgarb'ın yönetimi İtalya'ya devredildi; Ege'deki 12 ada ise, hiç olmazsa Balkan Savaşı bitimine kadar İtalya'ya emanet edildi. Ne var ki, İtalya bu emanete ihanet ederek, adaları bir daha geri vermedi. Adaların idaresi, zaman içinde bütünüyle Yunanistan'a devredildi. 25.09.2009 E-Posta: [email protected] |