Faruk ÇAKIR |
|
Adalet, adalet, adalet |
Dünyanın dört bir köşesinden dâvet edilen ünlü ceza hukukçuları, İstanbul’da düzenlenen önemli bir hukuk kongresinde bir araya gelmiş durumda. 20-27 Eylül tarihleri arasında gerçekleştirilen kongrede 11 Eylül 2001 “İkiz Kule” saldırılarının ardından herkesin hayatını etkileyen terörizm ve onunla yürütülen hukukî mücadele biçimleri tartışılıyor. Kongreyi merkezi Paris’te bulunan ‘Dünya Ceza Hukuku Derneği’ne üye ‘Türk Ceza Hukuku Derneği’ organize etmiş durumda. İki dönem Galatasaray Üniversitesi rektörlüğünü yürütmüş ve halen Bilgi Üniversitesi’nde dersler veren bir hukukçu olan dernek başkanı Prof. Dr. Duygun Yarsuvat, konu ile ilgili olarak verdiği röpotajda “Ortaçağ hukuku geri geliyor” demiş. (Akşam, Pazar eki, 20 Eylül 2009) Yarsuvat’ın, 11 Eylül bahanesiyle bütün dünyada hukuk alanındakı ‘geriye gidiş’ tesbiti dikkat çekici. 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra başlayan küreselleşmeyle terör ve örgütlü suçların biçim değiştirmeye başladığına işaret eden Yarsuvat, bunu şöyle izah ediyor: “Daha önce de vardı bu suçlar tabiî, ama ses getirmiyordu bu kadar. 1989’un milât olmasının nedeni soğuk savaşın bitip küreselleşmenin başlaması. Güvenlik harcamaları soğuk savaş döneminden sonra daha da artmıştır ilginç biçimde. Daha güvensiz bir dünyada yaşıyoruz artık.” Terör saldırılarına tedbir olsun diye Amerika ve Avrupa’da birtakım “panik atak ceza kanunları” yapıldığına işaret eden Türk Ceza Hukuku Derneği Başkanı Prof. Dr. Yarsuvat, “Aceleyle yapılan başarısız kanunlar. Çünkü insanların hürriyetleri çok kısıtlandı bu kanunlarla. Terörle mücadele edeyim derken ceza hukukunun birçok yerleşmiş, klâsik prensibi değiştirilmeye çalışıldı. Hazırlık hareketleri konusu değiştirildi meselâ, klâsik hukukta hazırlık hareketleri cezalandırılmaz. Cezalandırılan icra hareketleridir. Şimdi bu ayırımı kaldırdılar” şeklinde konuşmuş. Uzman hukukçuların kongrede tartışmak istedikleri ve önemle üzerinde durdukları bir konu da “uluslar arası yargı” yetkisiymiş: “Yani suçu Türkiye’de işlemiş bir kişi İngiltere’de bulunursa orada da cezalandırılmalı buna göre.” “Bu konuda iyimser misiniz?” sorusu şu karşılığı bulmuş: “Biliyorsunuz bu konuda BM tarafından kurulmuş uluslar arası ceza mahkemeleri vardır. Afrika’da, Lahey’de meselâ daimî bir mahkeme var. Bu mahkemeleri kurmak için BM devletlerden yardım istiyor, ABD diyor ki ‘ben destek veririm, ama benim hiçbir askerimi, tebaamı orada yargılayamazsın.’ Böyle mahkeme olmaz! Kimi yargılıyor, Yugoslavya’daki, Ruanda’daki savaş suçlularını. Ezilmişleri. Ama güçlü devletlerin vatandaşları oralarda yargılanamıyor. Hatta Pinochet bile yargılanamıyor.” Bakınız, bir ABD ‘hile’siyle daha karşı karşıyayız: BM’nin kurduğu mahkemelerde herkes yargılanır, ama ABD yargılanamaz! Böyle adalet anlayışı olur mu? Demek ki ABD ‘görevlileri’ bu ‘garanti’ye güvenerek Irak ya da Afganistan’da katliâma devam edebiliyorlar... Herkesin şikâyetçi olduğu konuda hukukçu profesör de şikâyetçi: “Şu anda dünyada uygulanan ceza hukuku insancıl ceza hukukunun sınırlarını aşmış durumda. İnsan hakları kavramı, bugün çıkarılmasından pişmanlık duyulan bir hale düşmüştür. Böyle giderse keyfiliğin kucağına, siyasî iktidarların emri altına girilecek. Ortaçağ ceza hukukuna dönüş niteliğinde yasalar var her yerde.” Bir ‘sobe’ de Türkiye ile ilgili: “(Yargı bağımsızlığı konusunda) Bu tartışmalar yeni değil, hep tartışıyoruz, 1982’ye kadar uzanıyor. 1961 Anayasası’nda savcıların da, hakimlerin de yüksek kurulları vardı, meslek örgütleriydi. 1982 Anayasası’nda bunlar birleştirildi ve adalet bakanı başkanlığına, adalet bakanı müsteşarı da onun yardımcılığına getirildi. Yürütmenin eli oldu kurul içinde. Siyasallaşmanın başlangıcı burası. Hakimi ve savcıyı tayin eden, görevden alan kurul o, hakimler ve savcılar mesleğe başlamak için mülâkattan geçince istenmeyenleri eleyen kurul da o.” Demek ki neymiş? Türkiye’deki hukuksuzluğun temelinde de 12 Eylül ihtilâlinin anayasası, kanunları ve uygulamaları varmış! 25.09.2009 E-Posta: [email protected] |