28 Eylül 2009
Anasayfa| Güncelr| Dünya| Ekonomi| Spor| Görüş| Lahika| Röportaj| Yazarlar | Ramazan | Gün Gün Tarih
H. İbrahim CAN |
|
G20: Dünya ekonomisinin yeni patronu |
Amerika’nın Pittsbourgh şehrinde yapılan G20 zirvesinde dünya ekonomisi için önemli kararlar alındı. Dünyanın 8 zengin ülkesi (G8’ler), dünya ekonomisini kendi başlarına yönetemeyeceklerini anladılar. Küresel krizin asıl mimarının kendileri olduğunu biliyorlar. İşte bu sebeple Türkiye’nin de dahil olduğu önemli gelişmekte olan ülkeleri de sürece dahil etmeye karar verdiler. Böylece G20 uluslar arası ekonomik işbirliğinin ana forumu özelliği kazandı. Bu yüzden artık yalnızca maliye bakanları değil, devlet ve hükümet başkanları yılda bir kez toplanacaklar. Obama bunu küresel ekonominin yeni dönemi olarak isimlendiriyor. Nisan ayında Londra’da yapılan zirvede alınan ekonomik teşvik kararlarının dünya çapında şu anda 10 milyon kişiye iş imkânı sağladığı vurgulandı yapılan konuşmalarda. Gelişmekte olan ülkeleri işe daha fazla katma gerekliliği görülünce, IMF ve Dünya Bankası’nda da bu ülkelere daha fazla oy hakkı verilmesi kararlaştırıldı. Ayrıca IMF küresel büyümede daha dengeli bir trend izlenmesini sağlayacak tedbirleri alacak. Çünkü liderlere göre krizden hemen önce bazı ülkelerde aşırı risk alan tedbirlere yönelinmesi krizi hızlandırıyordu. Ancak alınan kararlara uymayan, sorumsuzca davranan ülkelere yaptırım uygulanmayacak olması, alınan kararların uygulanmasını etkisizleştiriyor. Özellikle Çin gibi küresel ekonominin dengelerini bozan ülkeleri, bu sistemle kontrol altına almak hayli güç. Bu zirvede gereken önemi görmeyen çok önemli bir sorun daha var: Gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkeler arasındaki uçurum. BM raporlarına göre dünya yetişkin nüfusunun yarısı küresel zenginliğin yalnızca yüzde 1’ini paylaşırken, en zengin yüzde onluk yetişkin nüfus, dünya zenginliğinin yüzde 85’inin sahibi. ABD, Almanya, Japonya, Fransa ve İngiltere halkının içinde yer aldığı 500 milyon kişi dünya gelirinin yüzde 45’inin sahibi. 2 milyar 100 milyon kişilik Hindistan, Endonezya ve Çin’in kırsal kesimini kapsayan en alttakiler ise dünya nüfusunun yüzde 42’sini oluştururken gelirin yalnızca yüzde 9,2’sini alıyor. Bunun bir çok sebebi var. 19 ve 20. yüzyıllardaki sömürgecilik, coğrafi ve iklimsel şartlar, kültürel şartlar ve siyasî şartlar ve dikta yönetimleri gibi. Ama sebebi ne olursa olsun, eğer küresel krizin tekrarlanmamasını istiyorsak, bu uçurumun azaltılması, zenginlerin yoksullara ve gelişmekte olan ülkelere daha çok yardım etmesinin sisteme bağlanması gerekir. Zira küreselleşme, bütün insanlığın kaderinin birbirine bağlı olduğunu açıkça ortaya koydu. İnsanlık, adalet, yardımseverlik, insan hakları gibi İslâm’ın koyduğu temel kurallara riayet etmezse, içinden çıkılamayacak küresel krizlere düşmesi kaçınılmaz. Sonuç bildirgesinde liderler bu sorunu gördüler ve şunu yapmaya karar aldılar: “Dünyanın en yoksul kısmının gıda, yakıt ve paraya ulaşımını arttırmak için yeni adımlar atmak ve bu arada yasadışı para çıkışlarını engellemek”. Umarız bu zirvede 8’den 20’ye çıkarılan dünyanın geleceğine karar veren ülke sayısı kısa sürede bütün BM üyesi ülkeleri kapsayacak şekilde 192’ye çıkarılır ve bütün insanlığa kendi geleceğine karar verme hakkı verilir. 28.09.2009 E-Posta: [email protected] |
Diğer bölümler