H. İbrahim CAN |
|
BM, feryat ediyor: Durdurun ısınmayı! |
Aralık ayında Danimarka’da ilk kez yalnızca iklim değişimini ele alacak bir Birleşmiş Milletler toplantısı yapılacak. Toplantının amacı çok büyük umutlarla 1997 yılında kabul edilmesine karşın, Amerika başta olmak üzere başlıca seragazı salan ülkelerin imzalamaması nedeniyle sonuç vermeyen Kyoto Protokolünün yerine yeni bir küresel iklim değişimi anlaşmasına son şeklini verip imzaya açmak. Eğer bu anlaşma gelişmiş ülkeler dahil olmak üzere, tüm dünya ülkelerinin uyacağı bir sistemi yerleştiremezse, 2015 yılına kadar dünya 2 C daha ısınacak. Bunun anlamı seller, kuraklıklar, göçler dahil bir felaket senaryosunun yürürlüğe girmesi olacak. Kyoto Protokolü gelişmiş ülkelerin sera gazı etkisi yapan karbon gazlarının salınımını 2008-2015 yılları arasında, 1990 yılı düzeyine göre yüzde 5,2 azaltmalarını öngörüyordu. Ülkemizin ancak geçen şubat ayı başında onaylayarak katıldığı bu Protokole, dünyadaki sera gazlarının yüzde 25’ini yayan Amerika katılmamıştı. Bu protokole göre alternatif enerji kaynaklarına yönelinmesi, fosil yakıt yerine örneğin biyodizel yakıt kullanımı, sanayi tesislerinin sera gazı üretiminin azaltılması, ulaşımda raylı sisteme yönelinmesi gibi bir çok önlem vardı. Ancak bu protokolün kötü yanı bağlayıcı değildi. Bu yüzden de asıl sera gazı yayan ülkeler katılmadığı için önemli bir yarar sağlayamadı. Tüm ülkeleri bağlayıcı yeni bir küresel iklim değişikliği anlaşmasının yapılmasına bu yüzden ihtiyaç duyuldu. BM öncülüğündeki bu çalışmaların önünde şimdi önemli bir engel var: Obama yönetimi. Amerikalılar Avrupalıların yeni anlaşmanın yapısına ilişkin tekliflerini asla kabul etmiyor ve kendi getirecekleri yapıyı öneriyorlar. İşte bu krizi aşmak için gelecek hafta New York’ta yapılacak iklim değişikliği anlaşması hazırlık zirvesine 100 hükümet başkanı katılacak. BM Genel sekreteri bu liderlere “tüm insanlığın geleceği sizin ellerinizde” diyecek. En büyük anlaşmazlık konusu da karbon gazı azaltma hedeflerinin nasıl ölçüleceği. Avrupalılar Kyoto Protokolündeki sistemin sürdürülmesini savunuyor. Bu yapı Amerika’nın işine gelmediği için o yeni ve korumacı bir yapı öneriyor. Kyoto Protokolü yükümlülüğü daha çok gelişmiş ülkelere yüklerken, ABD’nin yeni önerdiği sistem tüm ülkelere aynı sertlikte uygulama öngörüyor. Bu da aslında gelişmekte olan ülkelerin aleyhine bir engel oluşturuyor. Hindistan bu durumu Amerika’nın gelişmekte olan ülkelere karşı korumacılık duvarı oluşturması olarak izah ediyor. ABD öbür yandan da bu anlaşmanın emisyon azaltıcı önlemlere ilişkin hükümlerinin ancak “iç hukukla uyumlu olması halinde” uygulanacağı şartının konulmasını istiyor. Bunun anlamı da Amerika’nın yeni anlaşmadan da sıyrılmak istediğidir. Türkiye açısından yeni anlaşmanın tehlikesi, çevreci politikalar uygulamanın maliyetine bu kez katlanmak zorunda kalacak olması. Bu maliyetin Kyoto Protokolüne göre 20 milyar dolar civarında olduğu hesaplanıyor. Hâlâ karayollarına ve termik santrallere ağırlık veren, çevre dostu politikaları bırakın doğal afetlere karşı bile çarpık yapılaşma yüzünden kendisini koruyamayan ülkemizin bu yeni anlaşma ile zorlanması kaçınılmaz. Bağlayıcı olmayan Kyoto Protokolünü bile 12 yıl sonra imzalamıştık. Ancak bu cennet vatanın uzun süre yaşanabilir kalabilmesi için taşın altına elimizi koymamızın zamanı çoktan geldi. Umarız yeni anlaşmaya hükümetimiz de bu bakış açısıyla yaklaşır. Artık medenî olmanın yolu Rabbimizin yarattığı çevreye daha uyumlu yaşamaktan geçiyor. 17.09.2009 E-Posta: [email protected] |