H. İbrahim CAN |
|
Avrupalı âkil adamların Türkiye raporu (2) |
Avrupalı âkil adamların oluşturduğu Bağımsız Türkiye Komisyonu raporunun Avrupa’ya yönelik ilk kısmını dün değerlendirmiştik. Bugün de Türkiye’nin temel sorunlarına ilişkin olarak raporda yer alan hususları tahlil edeceğiz. Raporun “Türkiye’de Kaçırılan Reform Fırsatları” başlıklı bölümünde, 2007 yılından itibaren iktidarın “devletin kurulu düzeninin içinden asker, yargının bir kısmı ve anamuhalefet partisinin zaman zaman oluşturduğu koalisyonlardan doğan çeşitli zorluklarla” mücadele etmesinin süreci yavaşlattığı eleştirisi yapılıyor. AKP’ye yönelik kapatma dâvâsı, Ergenekon soruşturması ve dâvâsı, PKK’nın tezgâhladığı terör olaylarının bir tür ülke içi kaynamaya sebep olduğu, bunun da reformları yavaşlattığı vurgulanıyor. Reformların yeniden hızlanması için; yeni bir anayasa, ombudsmanlık sisteminin kurulması, ihale mevzuatının AB standartlarına uydurulması, örgütlenme hürriyeti, eğitimde eşit haklar ve dinî okullara erişimin bütün dinlere açılması ve ifade özgürlüğünün tam olarak sağlanması raporda öneriliyor. Son bir yıl içinde sağlanan ilerlemelerden mevzuat reformu yol haritasını belirleyen ulusal programın yürürlüğe girmesi, yalnızca AB konularında çalışacak bir başmüzakereci atanması, TRT Şeş’in yayına başlaması, Alevî açılımı önemli adımlar olarak görülmektedir. Raporda Kıbrıs sorunu, Kürt sorunu, Ermenistan açılımı gibi konular ayrı başlıklarla ele alınmakta, sağlanan ilerlemeler, yapılması gerekenler belirtilmektedir. Raporda Kıbrıs’ta iki toplum arasında yürüyen görüşmelerin, ihtilâfın kabul edilebilir bir federal yapıda çözümle sonuçlanabilmesi için en iyi ve muhtemelen son şans olduğu görüşüne aynen katılmaktayız. Artık kaybedilecek zaman kalmamıştır. Kıbrıs’taki 2010 seçimlerine kadar bu sorunun bir şekilde çözülmesi şarttır. AB’nin Kuzey Kıbrıs’a yaptırımların kaldırılması yönünde verdiği sözü tutması, Türkiye’nin de Rum kesimine limanlarını açmasını sağlayacak ve sürecin önü yeniden açılabilecektir. Raporda Kürt sorununu “Türkiye’nin bütün vatandaşlarına gerçek bir eşitlik sağlanması ve güneydoğudaki ekonomik ve toplumsal sorunların giderilmesi” yoluyla çözmek gerektiğine işaret ediliyor. Raporun en ilgi çekici bölümlerinden birisi olan İslâm ve lâiklik konusunda; “Türkiye Cumhuriyeti’nin temel taşlarından birini oluşturan lâik sisteme yönelik bir tehlike olmadığı”nın altı çiziliyor; hiçbir siyasî unsurun İslâmî esaslara dayalı bir devlet kurulmasını savunmadığı belirtiliyor. Ayrıca başörtüsü konusunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yasağı destekleme yönündeki tavrı da dolaylı olarak eleştirilmektedir. Bu arada devletin lâikliği koruyucu bir tavır olarak “ülkedeki imamlara kamu çalışanı statüsünde maaş ödeyerek, camilerin çoğunun mülkiyetini elinde bulundurarak ve verilen vaazların muhtevasını merkezden yönlendirerek yerleşik Sünnî Müslüman çoğunluğun kontrolünü sağladığına” dikkat çekilmektedir. Rapordan ortaya çıkan genel tablo birkaç cümleyle şöyle özetlenebilir: Türkiye 2000-2005 dönemindeki AB’ye üyelik süreci heyecanını kaybetmiştir. Bunda AB ve Avrupalı liderlerin olumsuz tavırları, ülke içindeki “sistemin” hükümetin reform çabalarına karşı direnç göstermesinden doğan olaylar önemli rol oynamaktadır. Hem hükümetin hem de Avrupa Birliğinin yeni bir gayretle kaybedilen zamanı telâfi etmesi gerekmektedir. Bizim kanaatimize göre de; Türkiye’nin AB üyeliğine yönelik heyecanı haklı olarak kaybolmuştur. Ancak ülkemizde temel hak ve hürriyetler alanında Batı standartlarına ulaşılabilmesi, demokratikleşmenin tamamlanması, Türkiye’nin komşularıyla barışık, iç barışını sağlamış, istikrarlı bir ülke haline gelmesinde bu sürecin önemi büyüktür. Bu yüzden Avrupa Birliği için değil, bu ülkenin insanları hak ettiği için, hükümetin yeni bir gayretle reformları sürdürmesi çok yararlı olacaktır. 10.09.2009 E-Posta: [email protected] |