Görüş |
Asılan Menderes değil, milletin kendisiydi
Cumhuriyetin kuruluşundan 1950’ye kadar Türkiye’de çok şeyler yapıldığını söylerler. Sayısı çok olmamakla beraber fabrikalar ve demiryolları yapılmıştır. 1923-1950 döneminde Türkiye’yi Cumhuriyet Halk Partisi yönetmiştir. Bırakınız üretim yapmayı, hele ihracat yapmayı, bir şehirden diğerine mal götürmek bile zordu. Jandarma her şeydi. Geliri olmayandan vergi toplanır, vermeyenlere ceza yağardı. İslâmiyet zümrüdü anka kuşuna dönmüştü, adı var kendisi yoktu. Kur’ân bile toplatılan kitaplar arasındaydı. Avrupa’da fabrikalar, atölyeler, laboratuvarlar açılırken, bizde kahveler, meyhaneler ve barlar açılırdı. Bizde çağdaşlık, köy enstitülerinde kızlarla erkeklerin beraber okutulmasında ve bu okullara dinle ilgili herhangi bir şeyin girmemesinde aranmıştı. Müslümanın dinini öğrenmesi, anlaması, yaşaması yasaktı…. 14 Mayıs 1950 bu yasaklara, bu yasakları yapanlara ‘hayır’ demekti. Adnan Menderes’in Demokrat Partisi 69’a karşı 408 milletvekili çıkararak, CHP’ye tarihî bir ders verdi. Bu öyle bir dersti ki, CHP zihniyeti bir daha tek başına iktidar yüzü görmedi. Artık millet söz sahibiydi. Millet söz sahibi olduğu için de, yıllar yılı onun rağmına yapılan icraatlara son veriliyor, milletin istediği işler yapılmaya başlıyordu. Yıllardan beri millete karşı yürütülen dinî baskılar, dine yönelik yasak ve engellemeler DP gelince son buluyordu. Menderes hükümeti daha ilk ayında 18 yıllık aslına uygun olarak okutulması yasaklanan ezana hürriyetini veriyor, ezan serbest bırakılıyordu. İktidarın iki ayı dolmadan da radyoda dinî program yasağı kaldırılmış ve haftada iki gün Kur’ân okunmasına başlanmıştı. Vatandaşların, dinlerini gereği gibi yaşamaları artık büyük ölçüde mümkün oluyordu. Kur’ân derslerine kadar uzanan yasaklamalar kalkmış, kimse başörtüsü yüzünden sokak ortasında polis hücumuna uğramaz olmuş, okullarda din dersi okutulmaya başlanmıştı. Halk Partisinin sattığı 800 camiye karşı, DP iktidarının ilk yedi yılında 1500 cami inşa edilmiş, camilere ayrılan bütçe ödeneği arttırılmış, viran kalmış camilere tamir yardımı yapılmıştır. İmam Hatip okulu sayısı 19’a çıkarılmış, cumhuriyet tarihinde ilk defa bir Yüksek İslâm Enstitüsü açılmıştı. Dinî yayıncılık serbest bırakılmıştı. Başbakan Adnan Menderes’in dine ve dindarlara tavrı ise açık ve kesin idi. Daha 1951’de “irtica” iddiasıyla dindarlara baskı yapılmasının hesabını kuranlara karşı, “DP, vicdan hürriyetine riayet edeceğini beş yıl evvel programıyla millete vaad etmiştir” cevabını veriyordu. “Türk Milleti Müslümandır ve Müslüman olarak kalacaktır. Evvela kendine ve gelecek nesillere dinini telkin, onun esasını ve kaidelerini öğrenmesi, ebediyen Müslüman kalmasının münakaşa götürmez bir şartıdır” diyen Menderes’ti. Bunun için, ezanın aslına çevrilmesine sebep olduğu için Menderes, “İslâm kahramanıdır”. Çünkü, ezanın hikmeti sadece Müslümanları namaza çağırmak değildir. Onun yanında bütün insanlık namına, insanlığın ve kâinatın yaradılışının büyük neticesi olan tevhid ve rububiyete karşı, ubudiyetin izahına vesiledir. Bunun yerini de ezandaki mübarek ifadelerden başka hiçbir şey tutamaz. Anadolu köylüsünün şartlarını, tarım ekonomisine dayanan Türkiye’de toprağın, toprakta çalışan insanın durumunu çok iyi bilen Menderes, bu ülkenin fakir tabakalarının, köylüsünün, şehirlisinin, kasketli, çarıklı, poturlu, ve şalvarlıların hayat şartlarını çok iyi bildiği için, çok kısa zamanda Türkiye gerçeğini, tepeden görüldüğü gibi değil, tabanda yaşandığı gibi çok iyi kavrayabilmiştir. Türkiye’de hürriyet içinde refah, demokrasi içinde medeniyet mücadelesini yapmanın imkân dahilinde olduğunu göstermiş bir iktidarın parlak başbakanıdır. Menderes 13 Nisan 1949’da yapılan Aydın il kongresinde üyelerden biri “Sefaletin bulunduğu yerde hürriyet olmaz” derken, Menderes’in cevabı, “Ben aksini söyleyeceğim, Hürriyetin olduğu yerde sefalet olmaz” idi. Böylece CHP iktidarında temel hak ve hürriyetlere getirilen kısıtlamalara karşı çıkılmıştır. Menderes devri, demokrasi, hürriyet ve dini inkişaf devri olduğu kadar, fakirlikten kurtuluşun diğer bir adıydı… Menderes dönemi gerçeğinin rakamlardaki ifadesi ise gözler kamaştırıyordu. Cumhuriyetin ilk 27 yılında en fazla % 3’lerde ve genel ortalama % 2’lerde kalan büyüme hızı, DP ile birlikte % 12’lere fırlamıştı. Ülke, CHP’nin 20 senede getirdiği yere, DP’nin dört senesinde gelmişti. Bu devirde ülke çapında bir imar ihtilâli yaşanıyordu. Tarım ve sanayide, eğitimde, sağlıkta büyük yatırımlar, temel altyapı yatırımları yapılıyordu. Büyük hidroelektrik santralleri, liman inşaatları, sulama tesisleri, şehir içinde, şehirler arasında, köylerde karayolu yapımına bu dönemde büyük önem verilmiştir. Köylü cebine para girince, yapılan yollarla şehre, kasabaya giderek sosyal ve ekonomik hayatında olumlu değişiklikler yaşamıştır. Tek parti devrinin bir iki göstermelik barajına karşılık, Menderes Türkiye’ye 42 yeni baraj hediye etmiştir. (Geniş bilgi: Demokrat Partinin İktisat Politikası [1950-1954] Mehmet Abidin Kartal, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Master Tezi, İstanbul-2000) DP Türk tarihinde, köylerdeki fakirlik ve cehalet fasit dairesini kırmayı başarmış ilk siyasî partidir. Uyguladığı ekonomi politikası sonucu kalkınma hamlesini köylere kadar götürebilmiş en başarılı ilk Türk hükümetidir. Bu başarılı hükümet bazı çevrelerce hazmedilemedi. 27 Mayıs 1960’da Başkanlığını Orgeneral Cemal Gürsel’in yaptığı Millî Birlik Komitesi, Demokrat Parti iktidarını devirip yönetime el koydu. İhtilâlden sonra ABD Cumhurbaşkanı Dwight Eisenhower’in, MBK başkanı, Devlet başkanı, Başbakan ve Millî Savunma Bakanı Cemal Gürsel’e hareketten duyduğu memnuniyeti bildiren bir dostluk ve kutlama mesajı göndermesi düşündürücüydü… Yine ABD’nin ihtilâlden kısa bir süre sonra, Türkiye’ye 400 milyon dolarlık yardımda bulunması da, ihtilâldeki CIA parmağı ise 21 Ocak 1972 tarihli The Daily Telegraph’ta açıklanacaktı. O günkü Türk hükümetinin bu iddiayı yalanlayacağı yerde, ilgili gazete nüshasının yurda girişini yasaklaması ise, bu açıklama karşısında tereddüde mahal bırakmıyordu… Diğer taraftan, Sovyetler Birliği de Menderes yönetiminden memnun değildi. Sovyetlerin Türkiye üzerindeki emelleri 1940’ların ortalarında dile getirilmişti ve Türkiye’nin 1952’ de NATO’ya dahil olması bu emelleri suya düşürmüştü. Yurttaki komünist faaliyetlere set çekilmesi, Moskova’nın hoşuna gitmiyordu. 1957 seçimleri sırasında Moskova Radyosu Türk halkını CHP’ye oy vermeye çağırmıştı. Komünist Bizim Radyo da, ihtilâli “27 Mayıs hareketi Bayar-Menderes faşist diktatörlüğünü devirdi” diye haber veriyordu. (Köprü, Eylül, 1986) 27 Mayıs, istikrarlı ve sağlıklı bir siyasî bünyenin gelişmesine, güçlü, rasyonel ve çevik bir devlet cihazının kurumlaşmasına da engel olmuştur. Demokrasiyi tahrip etmiş, siyasî kimlikleri yok etmiş ve sivil siyasî aktörlere duyulan güveni mesnetsiz bırakmıştır. Sürekli düşmanlardan bahsetmek, topluma korku salmak geleneği de 27 Mayıs’ın bakiyesidir Menderes’in infazının öğleden sonra saat 14:26’da tamamlanmasından sonra, bir fırtına koptu, gelen gök gürültüsünün ardından yağan şiddetli yağmur, herkese kendisini ülkesine adamış bir büyük devlet adamının tertemiz ruhunun rahmeti olduğunu düşündürdü. 17 Eylül 2009, Adnan Menderes ve iki arkadaşının darağacına çıktıkları günün 48. yıl dönümü idi. Bu idamların açık bir hukuksuzluğun eseri olduğunu bugün herkes kabul ediyor. Merhum Adnan Menderes ve arkadaşlarının itibarı, anıt mezara nakilleri ile fiilen iade edildi ve tarihî bir haksızlığın maşeri vicdanda mahkûmiyeti tescil edilmiş oldu; idam edenleri suçlu olarak kayda geçirmiş olduk. Ama, aktüel gelişmeler 27 Mayıs ile hesaplaşmanın hâlâ devam ettiğini gösteriyor. Neydi Menderes’in suçu? Menderes geldi, “Yeter! Söz milletin!” dedi. Sen misin millete gücünü ve asaletini hatırlatan! Sen misin sözün millette olduğunu söyleyen! Haydi darağacına! Senin asıl suçun, bu ülkede millete millet olduğunu hatırlatmak ve ona özgüven aşılamaktır. Onun sevgisini kazanmaktır. Bebek-Köpek dâvâsı mı? Bunlar prosedür gereği. Hani, “Siz asın, gerekçesi arkadan gelir” misali. Aslında asılan Adnan Menderes değildi. Asılan milletin gücüydü. Asılan milletin değerleriydi. Asılan milletin ta kendisiydi. 48 yıl sonra Adnan Menderes ve arkadaşlarını rahmetle ve hayırla yâd etmek, bu ülkede yaşayan herkes için vazife olmalıdır. Yeni Menderes’lerin feda edilmemesi için, kitlelerin demokrasiyi kararlı ve şuurlu bir şekilde savunması, müdahalelere de kolayca teslim olmaması gerekiyor. |
MEHMET ABİDİN KARTAL 17.09.2009 |
Ramazan, “gitti, gidiyor!”
Bugün başını göğe veya takvime çevirip bakanlar, Ramazan hilâlinin iyice küçüldüğünü ve çoğunun gidip çok azının kaldığını görürler. Dünya ticaretindeki çığırtkan işportacı esnaf gibi bağırmak bu mevzudaki usûle uymasa da, aslında onlardan çok daha fazla bağırarak ilân etmemiz gereken gerçek şu ki: Âhiret ticaretinde bu yılın Ramazan’ı da “Gitti, gidiyor…” Peygamberimiz’in (a.s.m.) üç aylara girerken yaptığı “Allah’ım! Recep ve Şaban’ı bizim için bereketli kıl ve bizi Ramazan’a eriştir” duâsından da, Ramazan’a erişmenin büyük bir fırsat olduğu anlaşılıyor. “Bundan önceki Ramazanlar gibi, bu yıl Ramazan’a erişmek fırsatı bize verildi; acaba bundan sonraki yıl da verilir mi?” düşüncesiyle, bu fırsatı acaba ne derecede değerlendirdikleri ve onu değerlendirmekle ilgili ne yaptıkları, Müslümanların kendi kendilerini mutlaka sorgulamaları gereken bir mevzudur. Her günü, her saati, her dakikası ve her saniyesi âhiret ticareti için çok değerli olan Ramazan’ın da kendi içindeki, bu çok kârlı ticaret için en değerli vakti: Bin aydan daha hayırlı olduğu Kur’ân’da Allah (c.c) kelâmıyla bildirilmiş olan, Kadir Gecesi’dir. Bazı hikmetlerle Ramazan ayı içinde gizli tutulmuş olan Kadir Gecesi’ni Müslümanlar haklı olarak bilebilmek, bulabilmek ve değerlendirebilmek isterler. İhtimalleri sıfırlayarak Kadir Gecesini bulmanın yolu: Ramazan ayının her gecesini Kadir Gecesi imiş gibi değerlendirebilmektir ki, bazı Müslümanlar böyle yapmaktadırlar. Bunu yapamayacak durumlarda ise; sırasıyla, yarısından sonrasını, son on gecesini ve bunların tek sayılı olanlarını, içinde Kadir Gecesi olabilir diye değerlendirmek, “akıllı bir âhiret ticaretçisi” Müslüman’ın işi olmalıdır. Ramazan’ı ve Kadir Gecesini değerlendirebilmek için çeşitli yollar araştırılabilir. Bir işte çalışmak mecburiyetinde olmayanlar veya yıllık iznini Ramazan ayında alabilenler için, bu değerlendirmenin programını yapmak daha kolaydır. Sadece öğleden sonra çalışacak şekilde mesaisini tanzim edebilecekler de, Ramazan’ın her gecesini ihya edebilir; öğleye kadar uyku ihtiyaçlarını giderebilirler; bu bazı manilerle ihtiyaç kadar gerçekleşmezse, ikindiden sonra uyumayı âdet edinmenin hastalık yapabileceği ve mekruh olduğuna dair rivayeti de nazara alarak zaruretsiz ikindiden sonra uyumayıp, öğle ile ikindi arasında müsait bir zamanda ve yerde kendileri için biraz daha uyku takviyesinde bulunabilirler. Bilhassa işyeri sahibi veya resmî-özel müesseselerde yönetici mevkiindekiler, iş yerlerinde kendilerine özel bir dinlenme mekânı hazırlayabilir ve bunu gün içinde ihtiyaç duydukları uygun bir zamanda, verimli şekilde kullanabilirler. Bazılarının, oruçlu iken uyumaya “orucu uykuya tutturmak” diyerek hafife almalarına rağmen, geceyi ihya için oruçlu bulunan gün içinde uyumanın oruca vereceği bir zarar yoktur. Abdullah İbni Hars’dan (r.a.) mervî bi Hadis’te; “Oruç tutan insanın uykusu ibadettir, susması da tesbih sayılır. İyilik ve ibadetlerine kat kat sevap verilir. Duâsı kabul olunur, günahları da affedilerek silinir” denilmektedir. Bütün geceyi ihya ile, ondan sonraki günü öğleye kadar uyuyarak geçirebilmek imkânı olmayanlar, Ramazan gecelerini kısmen ihya edebilirler ve birkaç yılın Ramazan’ındaki kısmen ihya sürelerinin toplamı bir gecelik süreyi doldurursa, İnşallah Kadir Gecesini tam ihya etmenin sevabını alabilirler. Her yılın Ramazan’ında “Birkaç yıl hep aynı saatleri ihya ile de, geceyi tam ihya etmek sevabı olabilir mi?” tereddüdünü gidermek isterlerse, çalar saatlerini veya cep telefonlarının alarmlarını her yılın Ramazan’ında farklı ve ard-arda gelen saatlere kurarak, bu şekilde birkaç yılda tam gece ihya müddetini tamamlayabilirler. Bilhassa Ramazan’ın günün uzun olduğu mevsimlere rastladığı yıllarda, bütün gün yorucu bedenî, fikrî (veya her ikisi birlikte) bir işte çalışmış olanlar, çorba, yoğurt, vb ile hafif bir iftar yemeğinden ve akşam namazını kıldıktan hemen sonra, saatlerini veya cep telefonu alarmlarını kurup yatarak, gece dinlenmiş olarak kalkabilirler; yatsı namazlarını, teravihi ve teheccüdü kıldıktan sonra, geceyi ihya ile ilgili diğer ibadetlerini yapabilirler ve ekseriya âdet edilenin aksine olarak, iftar yemeği yerine sahur yemeğine ağırlık vermeye çalışabilirler. Dünya ticaretinde kazanmak için insanlar ne kadar çok planlar, programlar, hesaplar yapıyorlar. Asıl ve en büyük ticaret olan “âhiret ticareti” için böyle programlar yapmak çok mudur? Asıl hayatın âhiret hayatı ve asıl ticaretin de “âhiret ticareti” olduğunu bilen ve buna inanan Müslümanlar için, bu hesapları, planları ve programları yapmak ve uygulamak, yadırganacak bir hal midir? Bahsettiğimiz, Ramazan ve Kadir Gecesini ihya gibi mühim bir konuda, çok rastlandığı gibi “çaresizlik edebiyatı” yapılmamalı; bunu yapabilmenin çareleri aranmalı, bulunmalı ve uygulanmalıdır. O meşhur sözü burada da tekrarlamanın yeridir: “Çaresizseniz, çare sizsiniz.”
|
PROF. DR. MUSTAFA NUTKU 17.09.2009 |