Görüş |
Sprey yerine misk Sabahleyin martıların gugu, gugu sesiyle uyandım. Vizontelemiz arazi olduğu için ancak babadan yadigâr kalmış radyoyu açtım. Spiker İstanbul’da bayramda sel beklenilmediğini beyan etti. Derin bir nefes aldım. Çünkü geçen yağmurda nerdeyse Venedik’teki gibi gondola gezecektim İstanbul’u. Topbaş’ın vasiyetini de yerine getirmeye çalışıyorum. Ona göre selin sebebi spreylermiş. Artık onu da kullanmıyoruz. Yerine hacı miski falan kullanıyoruz. Umarım onun yan etkisi yoktur. Bana göre biz spreyleri azaltalım. Topbaş da biraz dere, baraj ıslâhıyla uğraşsın. Yoksa 2010 yılında İstanbul kültür başşehri yerine su sporları başşehrine dönüşebilir.
GAZETECİLERE UMRE VACİP Bu aralar medyada eşine az rastlanılır şeyler oluyor. Meselâ Ertuğrul Özkök, Ahmet Hakan’la umreye gitti. Bekir Coşkun Habertürk gazetesine gitti. Umur Talu Sabah’tan ayrıldı. Ama bunlar içinde en ilginci bana göre Özkök’ün umreye gitmesi. 40 yıllık düşünme kabiliyetim olsa böyle bir şeyin vuku bulacağına inanmazdım. İşin tuhaf tarafı bu umre gezisinden sonra gazetelerinin satışında artış olduğunu beyan etmiş Ahmet Hakan. Acaba ekonomik kriz etkisini azaltmak için umreye mi gitmeli gazete yayın yönetmenleri? Bizim Haber Müdürü Faruk Çakır’a böyle tavsiyede bulunsak mı ki? Pek böyle şeylere inanmaz, ama bir bakarsın… Gerçi umre gezisini içine sindiremeyen Bekir Coşkun ayrılmış Hürriyet’ten! Bizde böyle bir şey olmadığı için o mesele rahat. Deveye binmek için yazı tura atmamıza gerek yok. Faruk Çakır biner ben de devenin yularını tutarım. Olmasa sırayla bineriz. Demokraside çareler tükenmez hani. İhramlı fotoğraflarımızı Özkök gibi saklamayacağız, isteyen herkesin kullanımına sunacağız. Çünkü özgün gazetecilik bunu gerektiriyor.
BEŞİKTAŞ ORUÇLU Bakıyorum oruç bitti, ama Denizli ve Beşiktaş camiası halen oruç tutuyorlar. Allah kabul etsin! 30 günden fazla orucun yan etkilerinin de olduğu ortada. Yakında yönetim mahalle baskısına uğrarsa hiç şaşmam. Del Bosque geldi olmadı. Tigana geldi yine olmadı. Yönetim Rıza’yı ve Ertuğrul’u gönderdi. Şimdi sıra Mustafa Denizli’de. Biraz sabır bütün dertlere panzehir etkisi yapabilir.
|
ÇETİN KASKA 27.09.2009 |
Ekonominin idamı Dünyanın her yerinde devletçi politikalar birer birer çöküyor. İnsanlık artık müdahaleci bir devlet sistemini, siyasetin ve bürokrasinin güdümünün baskısı altındaki ekonomik yapılanmayı istemiyor. Spekülasyonların giderek arttığı, bunun neticesinde gelir dağılımındaki adaletsizliğin boy gösterdiği, devletçi ekonomik politikalar yüzünden ekonomik refah neredeyse hayal oldu. Makyavelist düşüncenin günümüzdeki bir uzantısı olan, müdahaleci devlet yaklaşımı, halkın ekseriyetine hak etmedikleri yükleri vuruyor. Bu tür ekonomilerde sistem, başı sıkıştıkça kaynak üretmek yerine, halkın cebine müracaat etmeyi daha kolay ve kestirme bir yöntem olarak görüyor. Bu yaklaşımın tabiî bir sonucu olarak karşımıza yeni vergiler veya zamlar ve yüksek cezalar çıkıyor. Süreklilik arz eden bu durum da enflasyonla sonuçlanıyor. Aslında değişik ağızlardan farklı sebeplere dayandırılan bu durum apaçık şekliyle bir maliyet enflasyonudur. Böylesi bir ekonomik sistem askerî ve sivil bürokrasinin kaynak israfına dur diyemediği için toplanan vergilerin önemli bir kısmı savunma masrafları gerekçesi ile askerî bürokrasiye, diğer taraftan sivil bürokrasinin lojman, özel servisler, veya benzeri harcamalarına kurban edilmektedir. Bu durum istihdama da çok ağır darbeler vurmaktadır. Bir taraftan vergi toplama sistemindeki adaletsizlik, diğer taraftan toplanan vergilerin yanlış alanlarda kullanılması, ekonomiyi çözümsüz bir paradoksa düşürmektedir. Buna bir de ticarî ve malî kanunlarımızdaki yanlışlar da eklenince ekonominin can çekişmesi kaçınılmaz hale geliyor.. Ülkemizde erken genel seçim beklentilerine yol açan sebeplerinden biri de budur. Devletçi ekonomik politikanın yanlışlarından bir tanesi müteşebbislere vurduğu darbedir. Oysa müteşebbis, adından da anlaşılacağı üzere meşrû bir işe sermayesini ve emeğini koyarak başlayan kişidir. Bu kişi ekonomiye pozitif katkı yapacak, istihdam açığını kapasitesince giderecek kişidir. Böylesine zor bir ekonomide her zorluğa rağmen ısrarla meşrû işi tercih eden bir müteşebbis kahramanlık nişanına lâyıktır. Ama bizim sistemimiz böyle bakmıyor. Meselâ: Bir işyeri açmaya teşebbüs edenin önüne öyle bir bürokrasi çıkarıyoruz ki; bu işe teşebbüs ettiğine bin pişman ediyoruz. Bir şirket kuruluşu için sadece bürokrasiye (yani kâğıtlara) ödenen bedel ortalama 2.000,00 TL.yi bulmaktadır. Bu şirket bir yıl boyunca hiç iş yapmasa veya zarar etse bile sadece maliyeye boş olarak verdiği beyannamelerin Damga Vergilerine yaklaşık 500,00 TL. ödemektedir. Bu şirket iş yaptığında, dünyanın en pahalı akaryakıtını ve elektriğini kullanacak, çalışanları için en yüksek SSK primini, ortakları için de en yüksek Bağkur primini ödeyecektir. Eğer faizler yüksek seyrediyorsa buna bir de şirketin kullanacağı krediler için ödediği faizleri ekleyin. Bütün bu olumsuzluklara rağmen büyük bir azim ve kararlılıkla yoluna devam etmeye çalışan kahraman müteşebbisimizi bir tehlike daha bekliyor. Yüksek rakımlı cezalar… 4857 sayılı İş Kanunu, 4904 sayılı İş Kurumu Kanunu, 5510 sayılı SGK Kanunu, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu gibi kanunların içinde yer alan idarî para cezaları ve Usulsüzlük cezaları sayesinde işveren potansiyel suçlu ilân edilmiş durumdadır. Sadece belli kâğıtları devlete zamanında veremediği takdirde işverenimiz 1.600,00 TL’den başlayan cezalarla karşı karşıya kalmaktadır. Uzun söze hacet yok. Sadece 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’na sonradan eklenen Mükerrer 355. madde ile ilgili bir misal verelim. Bu misal bile işverene ve onun işlerini yapmakta olan Muhasebeci ve Malî Müşavirlere hayatın nasıl dar edildiğini anlatmaya yetecektir. Diğer kanunlarla ilgili ceza uygulamalarına ayrıca bakılabilir. 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 352. maddesi usulsüzlük cezalarını düzenleyen bir maddedir. Bu maddede beyanname vermemek ya da geç beyanda bulunmanın karşımıza çıkaracağı cezalar düzenlenmiştir. Burada ihdas edilen cezalar makul seviyededir. Ancak bu temel uygulamalar var olduğu halde hükümetimiz, sanki böyle bir ceza uygulaması yokmuş gibi aynı fiiller için mükerrer madde 355. madde göre de ceza kesecek bir formül ortaya koyuyor. Yani aynı suçtan iki ceza. Cezanın hali hazırdaki rakamı dudak uçuklatacak cinsten. Tamı tamına 1.600,00-TL. (Son düzenleme ile 1.000,00-TL’ye düşürüldü) Bu ceza uygulamaya sokulurken 340 sayılı VUK Genel Tebliği çıkarılarak, çok masum bir başlangıç yapılıyor. İlgili kısım şöyle: (Amaç kısmına dikkat edin lütfen) I - AMAÇ: Bu Tebliğle getirilen elektronik beyanname düzenlemesinin amacı, mükelleflerin vergilendirmeye ilişkin ödevlerini yerine getirmede, gelişen bilgi işlem teknolojilerinden yararlanmak, vergi beyannameleri ile bildirim ve eklerinin kolay, hızlı, ekonomik ve güvenilir bir şekilde idareye intikalini sağlamak, vergi beyannamelerinin doldurulmasındaki hataları en aza indirerek mükellef mağduriyetini önlemek, vergi dairesinin beyanname kabul, tarh, tahakkuk ve tahsilat işlemlerini azaltarak iş ve işlemlerini kolaylaştırmak ve diğer alanlarda mükellefe daha iyi hizmet vermesini sağlamaktır. Daha sonra 346 sıra nolu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği ile e-beyan mecburiyeti kısmî olarak devreye girince, bu sefer ilk olarak a) Yıllık Gelir Vergisi Beyannamesi, b) Kurumlar Vergisi Beyannamesi, c) Geçici Vergi Beyannamesi, d) Özel Tüketim Vergisi Beyannamesi (2/a beyannamesi hariç), e) Özel İletişim Vergisi Beyannamesi, f) Şans Oyunları Vergisi Beyannamesi. 340 sayılı tebliğde elektronik beyannamenin uygulamaya geçmesinin amaçları olarak yukarıda sayılan sebepler çerçevesinde düşünülecek olursa, elektronik ortamda beyanname verilmesi yükümlüler ve idare açısından bir kolaylık olup, beyannamesini elektronik ortam yerine elden veya posta kanalı ile süresi içerisinde bağlı olduğu vergi dairesine vermekle vergi ödevini yerine getiren yükümlüye şekli bir noksanlıktan dolayı ceza kesilmektedir. Oysa, Türk Ceza Kanunumuzda bir fiil için iki ayrı ceza kesilemeyeceği belirtilmekte, bununla beraber 213 sayılı VUK’nun 352. maddesinde bu fiile karşılık uygulanması gereken cezalar zaten mevcut bulunmaktadır. Beyannamenin elektronik ortamda geç göndermiş bir mükellefin işlediği suçun karşılığı olan ceza da 352. maddede yer almaktadır. Ayrıca işleri kolaylaştırma maksadı ile uygulamaya konulan bir işleme uyulmaması sebebi ile yani şekli bir hatadan dolayı ikinci bir ceza kesmek hangi adalet ya da hangi kalkınma prensibi ile bağdaşmaktadır? Daha sonra 376 nolu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği ile e-beyannme bütün beyanlar için mecburî hale getiriliyor. Tarih: 18.10.2007 Bu tebliğden sonra zamanında verilemeyen her beyannameye hem 352. maddeye göre hem de mükerrer 355. maddeye göre cezalar kesildi. 352 maddeye göre kesilen ceza: Beyannameyi geç verme cezası, Mükerrer 355. maddeye göre kesilen ceza: İnterneti kullanmama cezası. Ne kadar tiraji komik bir vakıa değil mi? Buna gösterilen sayısız tepkiler va açılan dâvâlar sonucunda hükümetimiz, yeni bir kıvrak hareketle durumu yine kendi lehine çevirmeyi başardı. (5904 sayılı kanun ile) İlgili paragrafta bu çelişkiyi itiraf edip sözümona düzeltilmiş gösteriyor. Aynen iktibas ediyoruz: “ -Öte yandan daha önce bir çok ihtilâfa neden olan ve yargı organları tarafından da kaldırılan beyannamelerini vermeyenlere hem beyanname vermemekten dolayı usulsüzlük cezası, hem de beyannamelerini elektronik ortamda vermemekten dolayı kesilen özel usulsüzlük cezası uygulamasına açıklık getirilmiştir. Buna göre Kanunun yayım tarihini izleyen ay başından itibaren (2009/Ağustos’tan itibaren) beyannamelerini vermeyenlere, özel usulsüzlük cezası uygulanması halinde ayrıca usulsüzlük cezası kesilmeyecektir. “ Amanın ne büyük bir lütuf! Hükümetimiz, bu değişiklikle asıl kesmesi gereken küçük cezadan vazgeçiyor, yüksek rakımlı ceza da israr ediyor. Ancak bu ceza (1.000,00-TL.ye düşürülüyor) Çözüm diye ortaya atılan düzenlemeye bakın. Siz hiç dünyanın herhangi bir yerinde interneti kullanmadığı için ceza yiyen bir kimse gördünüz mü? “Muz cumhuriyetlerinde bile yok…” dediğinizi duyar gibiyim. Dikkat buyurun! Bu cezalar herhangi bir hırsıza, kapkaççıya veya bir mafya şiketine kesilmiyor. Bu cezalar ekonominin belkemiği ve aktif gücü, istihdamın en fazla yükünü çeken, meşrû kazanç sahibi işverenlerimize kesilmektedir. Vicdanları kanatan böyle bir hal varken, kim inanır ekonominin düzeleceğine? Burada sizlere sadece bir pencere açtım. Daha yüzlerce pencere var açılıp bakılması gereken …
NOT:
Bu yazıyı, yukarıda sayılan her zorluğa ve riske rağmen, teşebbüs azminden vazgeçmeyen, meşrû kazançta israr eden, yıkılan, yıkılmaya yüz tutan ya da ayakta kalmayı başarmış bütün kahraman işverenlerimize ithaf ediyorum.
|
A. LÂTİF BOZKURT 27.09.2009 |