Mehmet KARA |
|
“Verilen önem”in anlamı |
Ramazan Bayramında 64. dönem BM Genel Kurulu üst düzey toplantıları ve G-20 zirvesi dolayısıyla ABD’ye giden Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ABD’deki temaslarında demokratik/Kürt açılımı, Kıbrıs konusu ve Ermeni açılımı ile ilgili açıklamaları birbirini izliyor. Konuşmalarında Avrupa Birliği’ne, Ermenistan’a, Kıbrıs Rum kesimine mesajlar veren Erdoğan’ın ABD’ye ayak basar basmaz kabul ettiği “heyet” şimdilik pek konuşulmasa da çok dikkat çekiciydi. New York’ta kaldığı The Plaza Oteli’nde, aralarında Abraham Foxman’ın ulusal direktörlüğünü yaptığı “İnkâr ve İftiraya Karşı Birlik” (Anti-Defamation League-ADL) kuruluşunun da bulunduğu New York ve Washington merkezli 50’yi yakın “önemli Musevi kuruluşu”nun temsilcileriyle görüşmesi hemen akıllara bu yılın başında Erdoğan’ın İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e yaptığı sert çıkışı getirdi. Hatırlanacağı üzere, Erdoğan, Peres ve Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa’nın katıldığı panel de, panel yöneticisinin süre konusunda adaletli davranmaması ve Peres’in parmağını sallayarak konuşması Erdoğan’ı -haklı olarak- sinirlendirmiş ve günlerce konuşulan bir konuşma yapmıştı. Ardından da paneli terk etmişti. Erdoğan Peres’in yüzüne karşı “Siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz” demişti. Bu toplantının günler öncesinde Gazze’de 22 gün boyunca yakıp yıkmadığı yer bırakmayan, Filistinli çocuk, yaşlı, kadın demeden bin 400 kişiyi öldüren 6 bin kişiyi yaralayan bir devletin başkanının yüksek ses tonuyla katliâmları savunmasına gösterilen tepki doğru ve yerinde bir tepkiydi. Ancak o tarihten bu yana Filistin’de değişen, düzelen bir şey olmadı. Erdoğan’ın ayağının tozuyla görüştüğü toplantıdan dışarıya sızan bazı bilgiler oldu ama ADL direktörü Foxman’ın görüşmeyi değerlendiği açıklamalar daha dikkat çekiciydi. Davos çıkışının gündeme gelmediğini, Erdoğan ve kendilerinin bu konuya açmadıklarını söyleyen Foxman, “Çok olumlu bir görüşme oldu. Biz zaten Davos olayını tarihe gömdük” demesinin ardından şu açıklamayı yaptı: “Bizim açımızdan en önemlisi, Başbakan Erdoğan’ın New York’a gelir gelmez ilk önce bizi kabul etmesidir. Bizim için en önemli olan nokta bu. Çünkü Başbakan Erdoğan bize verdiği önemi göstermiştir…” (Bu arada şunu hatırlatalım. Aynı kuruluşun 2004 yılında Erdoğan’a “İlgi göstermeye cesaret ödülü” vermişti.) Elbette İsrail devletinin Filistinlilere uyguladığı katliâm ve zulümler bütün Musevilere mal edilemez. Kimsenin Musevi düşmanlığı da yaptığı yok. Ancak, bundan 8-9 ay önce “Bir daha Davos’a gelmeyeceğim” deyip toplantıyı terk edecek kadar bir Yahudi devleti olan İsrail’in en üst yetkilisine sert tavır göstereceksiniz, ABD’ye gider gitmez de ilk olarak Yahudi temsilcilerini kabul edeceksiniz. Bunu izah etmekte, anlamakta hayli zor. Biraz daha dikkatli olunması gerektiğini düşünüyoruz. Kaldı ki, Erdoğan da bu görüşmeden birkaç gün sonra BM Genel Kurulu’na hitap ederken, İsrail’in insanlık dışı katliâmlarını gündeme getirip, İsrail saldırılarının ardından verilen sözlere rağmen Gazze’deki insanî dramın devam ettiğini söylemesi, peşinden de “İnsanlar çadırlarda yaşıyor, içecek su bulamıyor, bu tabloya karşı biz insanî görevimizi yapıyor muyuz? Acaba BM ne yapabiliyor veya Güvenlik Konseyi ne yapabiliyor? Böyle bir yaptırım gücü var mı, yok mu?” diye sorması bu düşüncelerimizi haklı çıkarıyor. “Devletlerin dış politikalarında kin gütmek olmaz” denilebilir. Ama katliâmların neticeleri ortadayken, hiçbir düzelme olmazken ilk olarak Yahudi kuruluşlarını ziyaret edilmesini izah etmek mümkün değil. “Museviler hatalarını anladılar ki başbakanımızın ayağına kadar geldiler” savunmasını yapmakta inandırıcı değil. Çünkü ne özür dilediler, ne de geri adım attılar. Sadece olay “tarihe gömüldü.” Kafamıza takılan şu soruların cevaplarının verilmesi gerektiğini düşünüyoruz: İsrail katliâmının üzerinden 8-9 ay geçmişken Başbakanın ayağının tozuyla Yahudi kuruluşlarını kabul etmesi kimin başarısı? Bu durumda kim geri adım atmış oluyor? Artık İsrail, Filistinlilere işkence yapmıyor mu? Artık onları gıdasız, elektriksiz, ilâçsız, evsiz, yurtsuz bırakmıyor mu? Gazze’de yaptığı insanlık dışı uygulamalardan sonra özür mü diledi, yoksa katliâm yapan askerlerine ceza mı verdi? Sahi ne değişti de Davos’ta gösterilen tavırdan geri atmak anlamına gelebilecek görüşmeler yapıldı? Ya da –ihtimal vermiyoruz ama- gizli pazarlıklar mı yapıldı? Önümüzdeki günlerde bunlar tartışılacaktır. Biz bu işi bir türlü anlayamadık. Bu sorulara anlamlı ve mantıklı cevaplar verilsin… 27.09.2009 E-Posta: [email protected] |