Lahika |
Âyet-i Kerime Meâli
O Rabbiniz ki, yeryüzünü size bir döşek, gökyüzünü bir kubbe yaptı. Gökten de size bir su indirip onunla türlü meyvelerden ve mahsûllerden size rızık çıkardı. Öyleyse bile bile Allah’a eş ve ortak koşmayın.
Bakara Sûresi: 22 |
30.09.2009 |
En yüksek gür sada, İslâmın sadası olacak!
Dediler: “Şeriat-ı garrâdaki medeniyet nasıldır?” Dedim: “Şeriat-ı Ahmediyenin (asm) tazammun ettiği ve emrettiği medeniyet ise ki, medeniyet-i hazıranın inkişâından inkişaf edecektir. Onun menfi esasları yerine, müsbet esaslar vaz’ eder. “İşte nokta-i istinad, kuvvete bedel haktır ki, şe’ni adalet ve tevazündür. Hedef de, menfaat yerine fazilettir ki, şe’ni muhabbet ve tecazüptür. Cihetü’l-vahdet de unsuriyet ve milliyet yerine, rabıta-i dinî, vatanî, sınıfîdir ki, şe’ni samimî uhuvvet ve müsalemet ve haricin tecavüzüne karşı yalnız tedâfüdür. Hayatta düsturu, cidal yerine düstur-u teavündür ki, şe’ni ittihad ve tesanüttür. Hevâ yerine hüdâdır ki, şe’ni insaniyeten terakkî ve ruhen tekâmüldür. Hevâyı tahdit eder; nefsin hevesat-ı süfliyesinin teshiline bedel, ruhun hissiyat-ı ulviyesini tatmin eder. “Demek, biz mağlûbiyetle ikinci cereyana takıldık ki, mazlûmların ve cumhurun cereyanıdır. Başkalarından yüzde seksen fakir ve mazlûmsa, İslâmdan doksan, belki doksan beştir. “Âlem-i İslâm şu ikinci cereyana karşı lâkayt veya muarız kalmakla hem istinatsız, hem bütün emeğini heder, hem onun istilâsıyla istihaleye mâruz kalmaktan ise, âkılâne davranıp onu İslâmî bir tarza çevirip, kendine hâdim kılmaktır. Zira düşmanın düşmanı, düşman kaldıkça dosttur. Nasıl ki, düşmanın dostu, dost kaldıkça düşmandır. “Şu iki cereyan birbirine zıt, hedefleri zıt, menfaatleri zıt olduğundan; birincisi dese ‘Öl,’ diğeri diyecek ‘Diril.’ Birinin menfaati zarar, ihtilâf, tedennî, zaaf, uyumamızı istilzam ettiği gibi; ötekinin menfaati dahi kuvvetimizi, ittihadımızı bizzarure iktiza eder. “Şark husûmeti, İslâm inkişafını boğuyordu; zâil oldu ve olmalı. Garp husûmeti, İslâmın ittihadına, uhuvvetin inkişafına en müessir sebeptir; bâki kalmalı.” Birden o meclisten tasdik emareleri tezahür etti. Dediler: “Evet, ümitvâr olunuz. Şu istikbal inkılâbı içinde, en yüksek gür sada İslâmın sadası olacaktır!”
Sünûhat, s. 61, (yeni tanzim, s. 148)
LÜGATÇE:
Şeriat-ı garrâ: Parlak ve nurlu şeriat; İslâm dini. Şeriat-ı Ahmediye: Hz. Muhammed’in (asm) tarif ettiği, getirdiği ve bildirdiği şeriat; İslâm dini. medeniyet-i hazıra: Şimdiki medeniyet. inkişâ’: Mânilerin gidip havanın açılması. inkişaf: Açılma, ortaya çıkma, görülme. menfî: Olumsuz. müsbet: Olumlu. vaz’: Koyma, konulma. nokta-i istinad: Dayanak noktası. şe’n: Hal, durum, özellik. tevazün: Denklik, denk olma. tecazüp: Birbirini cezbetme, çekme. cihetü’l-vahdet: Birlik ciheti. unsuriyet: Irkçılık. rabıta-i dinî, vatanî, sınıfî: Din, vatan ve sınıf bağı. uhuvvet: Kardeşlik. müsalemet: Umumun selâmeti, insanlığın barışı. haric: Dış memleket, yaşanılan ülkenin dışındaki ülke. tedâfü: Kendini koruma, müdafaa, savunma. cidal: Muharebe, kavga, çarpışma, savaş. düstur-u teavün: Yardımlaşma düsturu. ittihad: Birleşme, birlik oluşturma. tesanüd: Dayanışma, birbirine dayanma. hevâ: Nefsin boş arzuları. hüdâ: Doğruluk, hidâyet. terakkî: Yükselme. İlerleme. tekâmül: Kemal bulma, kemale erme, olgunlaşma. tahdit: Sınırlama. hevesat-ı süfliye: Süflî olan aşağı istekler, alçakça arzular. teshil: Kolaylaştırma, kolay hale getirme. hissiyat-ı ulviye: Yüce duygular. cumhur: Halk, ahali, umum topluluk. lâkayt: Kayıtsız, ilgi göstermeyen, ilgisiz. muarız: Tariz eden, dokunaklı söz söyleyen. istihale: Bir halden başka bir hale geçiş, başkalaşım, dönüşüm. âkılâne: Akıllıcasına, tutarlı. hâdim: Hizmetçi, hizmet eden. ihtilâf: Anlaşmazlık, uyuşmazlık. tedennî: Aşağı düşme, daha kötü bir dereceye düşme. |
30.09.2009 |
Bediüzzaman’ın görüşleri ve açılım sancısı
Bediüzzaman Hazretlerinin, “çağını kucaklayan, çağın ve çağların adamı olma” hususiyetinin yanı sıra, asrın müceddidi, yüzyılımızın yetiştirdiği ender ve dehâ bir şahsiyet olduğu tartışma götürmez bir realitedir. Aynı zamanda rehber bir şahsiyettir de o. Dolayısıyla onun yüksek fikirleri, herkesi alâkadar etmesi gerekmektedir. Hakikatlere bîgâne kalınmasının doğurduğu eksiklikler, bir çok problemi de beraberinde getirmektedir. Ülkemizin doğu ve güneydoğu bölgelerinde cereyan eden olumsuz hadiseleri değerlendirirken, Bediüzzaman Hazretleri gibi bir hakikat kahramanının o mükemmel eserleriyle yazdığı reçeteleri görmezlikten gelmek, çok büyük bir eksikliktir diye düşünüyorum. Şu güzel vatanın doğu bölgelerindeki sancının izalesi, akılcı tutum ve davranışlarla mümkündür. Yılların ihmâli neticesinde problemler yumağı halini alan meselede doğru bir tesbit, teşhis ve çözüm, ancak sıhhatli bir hareket tarzıyla mümkün olabilir. O yörelerdeki problem ve sancıların altında yatan en önemli sebeplerden birisi de, “ırkçılık” denen menhus cereyandır. Bediüzzaman Hazretleri, bu hususta çözüm yolu olarak gösterdiği unsurları işaret ederken, şunları kaydeder: “Milliyetimiz bir vücuttur; ruhu İslâmiyet, aklı Kur’ân ve imandır.” (Münâzarât, s. 99) Esas itibariyle üzerinde durulması gereken hususlardan birisi budur. Bediüzzaman, diğer reçeteleri sıralarken de, ‘hürriyet ve demokrasi’ unsurunun ferdlerin şahsî dünyalarına ve sosyal hayata kemâliyle yansıması hâlinde problemlere çare olacağına işaret eder. “Cehâlet, husûmet ve ihtilâf” gibi menfî unsurların da, oradaki sancıda büyük ölçüde pay sahibi olduğunu söyler. Devletin tam demokratik yaklaşımları ölçü alması gerektiğine vurgu yapar. Yüzyıl öncesinden, günümüzdeki problemlere çare olacak tek yolun ‘doğru İslâmiyet’i yaşamak olduğunu eserleriyle beyan eden Bediüzzaman Hazretleri, doğunun eğitim meselesine de ortaya koyduğu “Medresetüzzehra” projesiyle ışık tutar. Din ilimleri ile fen ilimlerinin birlikte okutulması gerektiğini de şu cümlelerle nazara verir: “Vicdanın ziyası (ışığı), ulûm-u dîniyedir (din ilimleridir). Aklın nuru, fünun-u medeniyedir (medeniyet fenleridir). İkisinin imtizacıyla (birleşmesiyle) hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder (doğar).” Doğu ve güneydoğuda yaşanan sancının giderilmesi yönünde yapılan “açılım”larda Bediüzzaman Hazretlerinin fikirlerine ihtiyaç vardır. Bu fikirlere kulak veriniz. |
MUSTAFA ÖZTÜRKÇÜ 30.09.2009 |
Ateşe düşme
Fitne ateşine aman ha düşme, Olamazsın asla dünyada iflâh, Hele ırkçılık illetini hiç eşme, Yakar seni, olamazsın felâh,
Neymiş bu Kürt - Türk ayırımı, Kardeşler bir birinden gayrı mı, Et tırnak gibi olmuş iç içe, Neden şu, bu millet kayırımı,
Kürt olsam ne Türk olsam ne, Allah (cc) huzurunda ki değerim ne, Gel bırak bu illeti, takvayı dene, Gebersin kırılsın gitsin pis ene,
Kürdüm desem artmaz imanım, Türküm demekle artmaz şanım, Müslüman’ım, her Müslüman, canım, Bir bedenin uzuvlarıyız ey kurbanım,
Bırak şu ayrımcılığı pis illeti, Kardeşliğimizi bozdu kirletti, Sıktı bizi gayet çok terletti, Düşmanlar gülerek seyr etti,
HASAN YEŞİLKAYA |
30.09.2009 |