Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Yine asker ve siyaset |
Ramazan bayramındaki Güneydoğu gezisinde yaptığı açıklamalar sebebiyle CHP ve MHP’den de tepki alan Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ hakkında, başını eski ÖDP Başkanı ve bağımsız milletvekili Ufuk Uras’ın çektiği bir grup aydın, Askerî Ceza Kanununun, askere siyaset yapma yasağı getiren 148. maddesine istinaden suç duyurusunda bulunmuş. Peki, bu duyurudan bir sonuç çıkar mı? Meclis yaz tatiline girmeden önce çıkarılıp Köşk onayı ile yürürlüğe girdikten sonra, iptali talebiyle CHP tarafından götürüldüğü Anayasa Mahkemesinde görüşülmeyi bekleyen “askere sivil yargı” kanunu tartışılırken en çok üzerinde durulan konulardan birinin “Bu düzenleme ile Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları da kolayca yargı önüne çıkarılabilir” iddiası olduğu ve bu yöndeki “kaygılar”ın giderilmesi için, yasayı onaylayan Gül’ün de tavsiyede bulunduğu hatırlanırsa, pek kolay ve mümkün görünmüyor. Herşeyden önce, mevcut anayasal ve yasal altyapı, böyle bir suç duyurusundan sonuç alınmasına imkân vermiyor. Ve aynı altyapı sebebiyle, darbeciler de yargılanamıyor, girişimcileri de... Hal böyle olunca, Org. Başbuğ’un kendisine has üslûbu ile verdiği mesajlardan “Siyaset yaparak kanunu ihlâl etti” sonucu çıkarıp, hakkında hukukî işlem yapılmasını talep etmek, “olmayacak duâya amin demek”ten farksız bir davranış. Dahası, asker-sivil ilişkilerini ve yargının işleyişini AB standartlarına uygun hale getirememiş bir ülkede bu tür girişimlerde bulunmanın, kamuoyu duyarlılığını arttırma noktasında olumlu bir katkısı olabilir mi, meçhul; ama sonuç alma açısından “abesle iştigal” olduğu son derece açık. Kaldı ki, her konuyu yargıya götürerek halletmeye çalışmanın ne ölçüde doğru ve isabetli bir tavır olduğu da tartışılır. Ama yıllarca bu yolu kullanarak belli ceza kanunu maddelerini basına karşı kullanmayı alışkanlık haline getirmiş olan askerin, son dönemde tersine bir dalga ile böyle suç duyurularına muhatap olması da kaderin adaletinin ayrı bir tecellî ve tezahürü olsa gerek. İşin önemli bir boyutu da siyasetle ilgili. Bayram konuşmalarında terör ve siyaset ağalarına yüklenen, halka “bölünme korkusu”nun pompalandığı TV yayınlarını ve açık oturumları izlememesi tavsiyesinde bulunan, kimi beyanlarıyla “Açılıma destek veriyor” algılamasına yol açan ve bu yüzden CHP-MHP ikilisinden “TSK siyasete bu kadar girmesin” tepkisi alan Başbuğ, bu sözlerinden iki hafta önce yayınladığı 30 Ağustos mesajında “açılım”a fren koyduğu gerekçesiyle yine aynı partiler tarafından alkışlanmıştı. Daha önce de, Büyükanıt döneminde, Kuzey Irak’a yapılan sınırötesi operasyonun erken bitirildiği tartışmasının, bu iki muhalefet partisiyle TSK arasında krize yol açtığını ve Genelkurmay’ın “muhalefete muhtıra” olarak tarihe geçen bir açıklamayla cevap verdiğini hatırlayalım. Son tartışmada hükümetin duruşunu gösteren tuhaf bir beyan da, yine bayram günlerinde Başbakandan geldi. Muhalefetin açılımla ilgili negatif tavrını eleştirirken “Güneydoğu’da iki parti var: AKP ve DTP. Bir de güvenlik güçleri” diyen Erdoğan, adeta askeri de siyasî aktörlerden biri olarak zikretmek suretiyle, Genelkurmay’a “siyaset yapabileceği bir alan” açmış olmadı mı? Gerçi askerin siyaset yapmak için Başbakandan izin ve icazet almasına ihtiyacı yok. Çünkü devletin anayasa korumasındaki “değişmez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez” nitelikleri perdesinde her türlü siyasî mesajı fütursuzca verebilen bir kurumsal yapı ve anlayış yıllardır olduğu gibi şimdi de yürürlükte. Ve buradaki tuhaflıklardan biri de şu: Bu yapının değiştirilmesi AB sürecinin de öncelikli ve en önemli gereklerinden biri olduğu halde hem buna yanaşmayacak, hem de askerin tavrında konjonktürel olarak işinize yarayacak yönler olduğunda, onun da siyasî aktör gibi davranmasını normal karşılayıp bu tavra destek verecek ve ondan medet umacaksınız. İlkesiz ve omurgasız siyaset bu olsa gerek. 30.09.2009 E-Posta: [email protected] |