Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Açılım mı, seçim paketi mi? |
Başbakan, açılımla ilgili son beyanlarında, “sürecin nasıl işleyeceği, içinde nelerin olduğu tam şekillenmeden,” baltalamaya çalışanlardan yakınıyor. Ama bu sözleriyle, “Nereye demir atacağını bilmediğimiz gemiye binmeyiz” diyen Baykal’a yeni bir koz daha veriyor. Yine Başbakanın, “Bu sadece Kürt kökenli vatandaşların sorunlarını kapsayan bir açılım değil” deyip, Alevîleri, Ermenistan’la ilişkileri, azınlıklarla ilgili konuları da açılıma dahil ederken, işsizliği de işin içine katması kafaları karıştırıyor. Erdoğan’ın açılımla çözüm bulunması öngörülen sorunları tâdâd ederken Kürtleri, Alevileri ve azınlıkları zikredip, Ali Babacan’ın Dışişleri Bakanı iken “Asıl mağdur onlar” dediği çoğunluğu dışarıda bırakması başlı başına bir problem. Meselâ Türk-Kürt, Alevî-Sünnî, MüslümanHristiyan... ayırmadan herkesi mağdur eden başörtüsü yasağından niye artık hiç söz edilmiyor? Bu konuda çözüm adına başlatılan ve her yönüyle yanlış ve eksik olan girişim, iktidar partisinin adeta ipten dönmesiyle sonuçlandığı için mi? Bu noktada, Kürt-Alevî-azınlık sorunları çok fazla afişe olup konuşulduğu, dolayısıyla bu kesimleri rahatlatacak çözümlerin çoğunluğa da olumlu yansımaları olacağı varsayımından hareketle, açılım gündeminin münhasıran onlara odaklanmasındaki problemli durumu es geçelim. Esas itibarıyla bir dış politika konusu olan Ermenistan’la ilişkilerin azınlıklar meselesiyle bağlantısını dikkate alarak, onun da açılım kapsamına dahil edilmesini bu açıdan garipsemeyelim. Ama listeye işsizliğin de eklenmesi ne anlama geliyor? “Teğet geçti” denilen krizin ve uygulanan ekonomik politikaların bir numaralı mağduru olan işsizler de mi açılımla kurtulacak? Ve ne yapılacak da işsizler istihdam edilir hale gelecek? Burada da meseleye geniş bakar, ekonomideki kronik sorunların demokrasideki eksikliklerimizle olan irtibatı cihetiyle konuya yaklaşırsak, açılımla işsizlik arasındaki bağlantıyı kurabiliriz. Bütçenin rekor açıklar verdiği, açığın zam ve vergilerle yine halkın bütçesinden karşılanmaya çalışıldığı sıkıntılı bir ortamda silâhlanma için milyar dolarlık yeni kaynaklar tahsisi, bu alandaki yapısal sorunun tezahürlerinden sadece biri. Keza, bir taraftan barış ve demokratik açılım sözleri edilirken, diğer taraftan hem milletimize yeni şehit acıları yaşatan, hem de ağır masraflar yükleyen operasyonların devamı ve sınırötesi harekât tezkeresinin, hükümetin yeni dönemdeki ilk işi olarak bir yıl daha uzatılacak olması da. Maliyeti medyada 7.8 milyar dolar olarak duyurulan, Genelkurmay’ın ve Başbakanın 1.3 milyar dolar diye düzelttiği Patriot füzelerine neden ihtiyaç duyulduğunu Erdoğan İran değil, Yunanistan gerekçesiyle izah ediyor; “Onların tam altı tane füze rampası var, ama bizim yok” diyor. Böylece, hem 17 Ağustos depreminden sonra başlayıp AB sürecinde daha da geliştiği söylenen “Atina ile bahar” havası füze darbesiyle dağılıyor, hem de “komşularla sıfır sorun” politikasının Yunanistan ayağındaki tökezleme ortaya çıkıyor. Böylece dönüp dolaşıyor ve aynı noktaya geliyoruz. Parça buçuk ve perakende açılımlarla sorunlar çözülemez. Türkiye’nin topyekûn bir demokrasi ve hukuk reformuna; bunu başarmak için de temelden ve köklü bir zihniyet inkılâbına ihtiyacı var. Ama sürekli ertelenen de hep bu. Gelinen noktada açılım, hükümetin şimdiye kadarki politikalarıyla sonuç alamadığı bazı konu başlıklarını içine koyarak seçmenin önüne süreceği bir seçim paketi haline gelecek gibi görünüyor. Seiçmen kitlelerinde yeni ümit ve beklentiler oluşturmaya yönelik bir vaadler paketi... Anayasa reformu ise, eğer erkene çekilmezse, 2011 seçiminin ana temalarından biri olarak telâffuz ediliyor. Ama o güne kadar ne olur, ne biter, hangi konular öne çıkar, 2002 sonrası yakaladığı anayasa reformu fırsatını kaçıran AKP aynı gücü bir daha elde eder ve etse de kullanabilir mi; bunları şimdiden kestirmek mümkün değil. 29.09.2009 E-Posta: [email protected] |