M. Latif SALİHOĞLU |
|
Açılımın kapalı noktaları |
Adına "Demokratik açılım" denilen mahiyeti meçhûl paket, kamuoyu tarafından "Kürt açılımı" şeklinde algılandı. Ne var ki, bu "açılım"ın kapalı ve hatta karanlıkta kalan birçok noktası var. Bundan dolayı da, toplumda yer yer menfî gelişmeler ve hatta yer yer tehlike arz eden vukuatlar yaşanıyor. Birinci ligte oynayan Diyarbakırsporla bağlantılı nahoş gelişmeler, bu vahim gidişatın basit bir delilini teşkil ediyor. Benzer durumlar, başka sahalara da sirayet edebilir. Okullarda, lokallerde, kahve köşelerindeki tartışmaların da maalesef kıvamı değişmiş, yönü başkalaşmış görünüyor. Besbelli ki, söz konusu "açılım"da ciddî usûl hataları işlendi; hatalar, maalesef işlenmeye devam ediyor. Bunların bir kısmına kısaca değinmeye çalışalım. * Resmî ağızlar, bu açılımın bir "devlet projesi" olduğunu söyledi. Oysa, ortada proje diye birşey yok. Hükümet, devlet, ya da devletin bürokrasisi, kendine mal edebileceği bir projeyi önce konuşur, tartışır, geliştirir; sonra da bunu kamuoyuna takdim eder. * Demek ki, orta yerde önü–sonu belli olmayan, ucu açık, hayalî yönü ağır basan bir proje var. Hükümet, adeta vatandaşa diyor ki: Ey millet! Siz bu konuyu kendi aranızda konuşun, tartışın, sizlerden gelen veya bizim toplayacağımız bilgilere göre meselenin icabına bakarız. * Hükümet "adeta" değil, açık açık diyor ki: Bu açılım paketinin içinde bir "Anayasa değişikliği" yok. Bunu da, "açılım"a start verildikten haftalar, aylar sonra söylüyor. Bir bakıma, milletin o yöndeki düşünce ve beklentilerini boşa çıkarmış oluyor. * Meselâ, belli sınırlar dahilinde de olsa bir "anadille eğitim" meselesi var. Bu mesele çokça görüşüldü, konuşuldu, tartışıldı... Acaba, bir anayasa değişikliği yapılmadan bu konuda ciddî ve sağlıklı bir adım atılabilir mi? Sadece bir idarî reformla, yahut bir hükümet inisiyatifi ile bu mesele halledilebilir mi? (Bugün "TRT–Şeş"in dahi hukukî hiçbir dayanağının olmadığını hatırlatmış olalım. Meselâ, bir başka hükümet gelip yapılan tasarrufu kökten kaldırabilir.) * Hükümet diyor ki: Bu projedeki asıl maksadım, terörü, şiddeti, silâhlı örgüt faaliyetini ortadan kaldırmaktır. İnşaallah başarılı olurlar. Zaten çok kişi peşinen buna inanmış durumda. Biz de temenni ederiz, ancak şunu sormadan da edemeyiz: Bu açılım, temelde "insanî" boyutlu mudur, yoksa "terörü durdurmak"la sınırlı mıdır? Yani, "Terörü durduralım da, gerisi pek önemli değil" gibi bir anlayışla mı hareket ediliyor? Bununla bağlantılı bir diğer soru da şu: Terör hareketleri durdurulamadığı için mi bir "Kürt açılımı"ndan söz ediliyor? Terör olmasaydı, bir açılım yapma ihtiyacı duyulmayacak mıydı? Eğer öyle ise, iki önemli hata yapılıyor ki, ikazı elzem kılıyor: 1) Terör var veya yok, olur ya da olmaz; siz Kürtleri temel hak ve hürriyetlere sahip öz kardeşler olarak düşünmek durumundasınız. 2) Kanlı terör eylemleriyle insanî ve demokratik, yani hayırlı ve sağlıklı bir neticenin elde edilemeyeceği gerçeğini nazardan uzak tutamazsınız, tutmamalısınız.
Tarihin yorumu 30 Eylül 1949
Çin'de komünizm tahribatı
Rusya'dan sonra Çin'i de etkisi altına alan komünizm cereyanı, 30 Eylül 1949'da devrim yaparak iktidarı ele geçirdi. Çin Komünist Partisi (ÇKP) lideri Mao Zedong (Çe–tung), 1 Ekim günü meşhûr Tiananmen Meydanında yaptığı açıklamada Çin Halk Cumhuriyetini kurduklarını ilân etti. Çin'de 1921'den beri—tıpkı Rusya'daki Menşevikler ve Bolşevikler gibi—Komünistler ile Guomindang cephesi arasında bir fikir ve iktidar mücadelesi yaşanıyordu. Komünist Rusya'nın ve özellikle de Stalin'in gizli–açık her türlü desteği sağlaması sayesinde, ÇKP giderek güçlendi. Komünistler, otuz yıla yaklaşan kanlı iç savaşların neticesinde, Guomindang cephesini çökerterek iktidarı ele geçirdi. Çin'de Mao'nun ismi ile özdeşleşen komünist iktidar, kendi varlığını korumak ve sürdürmek maksadıyla, gayet sert, radikal ve bir o kadar da kanlı olaylara sahne olan yıkıcı politikalar uyguladı. 1966'da yapılan Kültür Devriminin ardından, ideolojik ağırlıklı eğitim sistemi Çin'in geneline yayıldı. Buna muhalefet edenler, acımasız bir şekilde ezildi. Mao'nun tahakkümleri altına giren koca Çin kıt'asında, devrimler, değişimler, çalkantılar uzun yıllar devam etti. Ancak, Stalin'in ölümünden sonra (1953), en büyük müttefikini kaybeden Mao'nun işi de zorlaştı. Mao, ülkesini tam komünist yapamadığı gibi, eski gelenekleri de tümüyle silip yok edemedi. Bir ara milliyetçilik dalgası (nasyonal sosyalizm) hortladı. Böylelikle, Çin'deki sosyal ve siyasî tablo daha da karmaşık bir hale geldi. Maoizm, bir ileri bir geri hareket etmekle tereddütler içinde bocalayıp durdu. Çin'deki bu karmaşa, Mao'nun ölümünden (1876) sonra da devam etti. Çin, Mao'nun çizgisinden uzaklaşmaya ve onu unutturmaya çalışmakla beraber, Maoizmin, yani komünizmin yol açtığı tahribattan bugün de kurtulabilmiş değil. Çin'deki en yıkıcı faaliyetlerden biri de, özellikle Müslüman Türkler'e (Uygurlar, Doğu Türkistanlılar) uygulanan baskı, yıldırma ve asimilasyon politikalarıdır. Seksen–doksan yıldır, iktidarların el değiştirmesine, hatta rejim değişiklikleri olmasına rağmen, Müslümanlara karşı uygulanan zalimane baskılar hiç değişmeden günümüze kadar devam etti. Çin hükümeti, bırakın erkekleri, bugün yüzlerce Müslüman Uygur kadınını bile tutuklayarak zindanlarda işkenceden geçiriyor. Bahane olarak, neden kontrolsüz şekilde çocuk doğurduklarını öne sürüyorlar ki, bunun insaniyetle, hakkaniyetle ve adâletle hiçbir münasebeti yoktur. Sonuç: Hıristiyanlığı reddeden Rusya, önce komünist (ateist) oldu; sonra bundan vazgeçerek demokratikleşmeye başladı. Hıristiyanlığa geri dönemediği için de, İslâmiyetle müsalâha yapma cihetine gidiyor... Çin ise, dinî noktada orta yerde kalmış bir şaşkına benziyor. Komünizm bitti, Budizm canlanamıyor, İslâmiyete karşı da bir muaraza vaziyeti görünüyor. Bakalım ne olacak bu koca Çin ülkesinin hali... 30.09.2009 E-Posta: [email protected] |