Mehtap YILDIRIM |
|
Başkalaşan asrın başkalaşan insanları |
Çoğu zaman düşünür insan… İçinde bulunduğu ânı, geçmiş zamanı veya geleceği… Bu düşünceler bir nevî fikrî seyahatlerdir. Daha önce anlayamadıklarını anlatır, yeni bir şeyler öğretir, yol gösterir. Hepimiz çocukluğumuzdan bu yana geçen zamanı bir düşünsek, her şeyin akıl almaz bir şekilde nasıl değiştiğini hayretler içinde seyrederiz. Kullanılan cihazlardan tutun da giyilen kıyafetlere kadar her şey başkadır. Biraz daha derin düşündüğümüzde, bu değişimin sadece maddî anlamda olmadığını, manevî olarak da insanların düşünce ve görüşlerinde değişiklikler olduğunu müşahede ederiz. Annemle babamın evlenirken aldıkları eşyaları, yakın bir zamana kadar hâlâ kullandığımızı hatırlıyorum. Eskiden eşyalar ömürlük alınırdı ve eşyaya dahi vefa duygusu vardı. Günümüzde ise sırf “modası geçti” diye birkaç yılda bir eşya değiştirmek âdet oldu. Vefa, saygı, şefkat gibi duygular insanlar arasında bile o kadar azalmışken, eşyaya vefa nasıl beklenir ki? Bir zamanlar, o vefalı, saygı ve sevgi dolu nezaketli insanların sıcacık evlerinde ağırlanan aziz misafirler olurdu. Dinî bahisler açılır, kıssalardan hisseler alınır, birbirlerinin hâli hatırı ve bir derdi olup olmadığı öğrenilir, bir sıkıntısı ya da üzüntüsü olan varsa ona çözüm yolları bulmaya çalışılırdı. Evin eşyasına, ev sahiplerinin o gün ne giydiğine, ne ikram ettiğine bakılmazdı. Ev sahibi de gayet memnun ve huzurlu olurdu. O küçücük evlerin bacalarından çıkan dumanlar dahi evdeki muhabbeti, uyum ve ahenk içinde gökyüzüne yansıtırdı. Şimdi dostluklar ve komşuluklar o kadar maddîleşmiş ki, sırf gösteriş uğruna evler lüks eşyalara boğulurken, yine gösteriş uğruna misafirin yiyemeyeceği kadar envaî çeşit ikramlar sunuluyor. Evin eşya ve konforu, ev sahiplerinin kıyafetleri ise misafirler tarafından inceden inceye süzülerek bir nevî sınavdan geçiyor. Konuşulan belli başlı konuları ise; para, araba, ev, eşyalar, kıyafetler oluşturuyor. Bu arada çocuklu misafirler ise, çocuklarının özel okullarına ve kurslarına ne kadar para döktüklerini, aslında çocuğunun çok zekî olduğunu, fakat öğretmenlerinin haksızlık ettiğini uzun uzadıya, ballandıra ballandıra anlatmaktan geri durmuyorlar. Gösteriş ve şatafat dolu konuşmalar sona erince de “Eh geç oldu, biz artık kalkalım” deniyor ve ev sahibin sırtından da büyük bir yük kalkmış oluyor. Bize “hayır ve hasenatta yarış”ı öğreten ve teşvik eden inancımıza muhalif olarak, günümüz insanının şatafatta, gösterişte, parada ve güçte yarışması ne kadar garip. Daha garip olanı da, dininin gereklerini tam yaşayan olarak bilinen insanların da bu yarışa kendini kaptırması. Onlara göre “Zaman bunu gerektiriyor, lüks yaşamayı en çok dindarlar hak ediyor! Hem herkes böyle, geri kalamayız! Bu piyasa adamı yutar!” Değişen zaman üzerine yaptığım bu fikrî seyahatin sonu nereye çıkacak diye ilerlerken, birden Bediüzzaman Hazretleri’nin şu sözü, yol gösteren bir tabelâ gibi karşıma çıktı: “Ey nefsim! Deme ‘Zaman değişmiş, asır başkalaşmış, herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder. Derd-i maişetle şarhoştur.’ Çünkü ölüm değişmiyor. Firak, bekaya kalbolup başkalaşmıyor.” Bu sözler seyahat esnasında gördüğüm olumsuz tablolardan incinen ve üzülen kalbime bir ilâç, bir teselli oldu. Düşündüm ki, zaman ve insanlar değişti diye, ölüm ve kabir hakikati değişmiyor. Kefen hep aynı; başka modeli, değişik renk ve deseni yok. Tabut hep aynı, daha konforlusu, gümüşü-altını yok. Sonuçta herkes ölüm ile yüzyüze gelecek. “Şu olmazsa olmaz, bu eksik kalırsa olmaz! El âlem ne der sonra?” düşüncesini bırakıp, “Allah bizden ne istiyor? Ölüm geldiğinde, kabre girdiğimde ne yaparım? Yarın Hakk’ın huzura vardığımda ne derim?” şeklinde düşünmek, bize hayat yolculuğumuzda istikamet üzere olmamızı, imtihanı en güzel şekilde verenlerden olmamızı sağlayacaktır. 27.10.2010 E-Posta: [email protected] |