Mehtap YILDIRIM |
|
Hizmet, himmet ister |
“Hİzmet etmek adına en çok nasıl bir imkâna sahip olmak ve ne yapmak isterdiniz?” diye bir soru yöneltilse bir çok kişiden “Çok zengin olmak isterdim” cevabını duymamız muhtemeldir. Cevabın devamında ise zengin olmak isteğinin altında yatan sebepler sıralanır. Hayır hasenatta bulunabilmek, fakirleri gözetmek, hastaneler, okullar, camiler yaptırmak, yeni dershaneler açmak, talebelerin ihtiyaçlarını karşılamak... Nitekim buna benzer bir soru, sahabe efendilerimizin bulunduğu bir ilim meclisinde Hz. Ömer (ra) tarafından sorulmuş: “Sizler İslâm’a hizmet etmek istiyorsunuz. Cenâb-ı Hak duânızı hemen kabul edecek olsa, en çok ne isterdiniz?” Birisi bir sandık dolusu altın istediğini söylemiş. Onunla İslâm’a hizmet edeyim diye. Başka biri de bir sandık dolusu gümüş istediğini söylemiş. Niyet yine hizmet. Bir başkası sahrâlar dolusu koyunu olmasını istemiş. O koyunların yününü, etini, sütünü Müslüman kardeşleriyle paylaşmakmış niyeti. Böyle herkes teker teker neler istediğini sayarken, sahabelerden biri Hz. Ömer’e (ra), “İslâm’a hizmet için sen ne isterdin ya Ömer?” diye sormuş. O âna kadar verilen cevapları pek beğenmediği anlaşılan Hz. Ömer (ra): “Eğer Cenâb-ı Hak benim duâmı kabul edip de istediğimi verecek olsaydı, ne sizin gibi sandık dolusu altın, gümüş; ne sizin gibi sahralar dolusu koyun, sığır, deve isterdim. Ben Allah’tan adam isterdim, adam” diyor ve ekliyor: “Ebu Ubeyde gibi, Ebu Zer gibi, Muaz ibn-i Cebel gibi adamlar isterdim.” Hz. Ömer (ra) Efendimizin bu isteği, bana Üstâd Hazretlerinin isteğini hatırlattı. Bilindiği üzere Bediüzzaman’ın en büyük ideallerinden birisi, Van, Diyarbakır ve Bitlis’te “Medresetüzzehra” nâmıyla üniversiteler açmak ve din ilimleri ile fen ilimlerinin bir arada okutulmasını sağlamaktı. Van Gölü kenarında tefekkürle meşgul olurken, şöyle bir arzusunu dile getirir: “Akdamar Adasında on senede elli talebe yetiştirsem, İslâm’ı dünyaya hâkim kılarım.” İslâm’a hizmet etmek için zenginlik istemiyor, kuvvetli ordular ve modern silâhlar da istemiyor. İstediği şey, Van Gölü içindeki ufacık bir ada ve orada yetiştireceği elli kadar talebe. Yani Üstad Hazretleri de, Hz Ömer (ra) gibi, himmet sahibi ve hizmet ehli insanlar istiyor. Nitekim Akdamar adasında olmasa da başka yerlerde yetiştirdiği az sayıda talebeleriyle bu arzusuna vâsıl oluyor. Risâle-i Nur’lar bugün kırk dile çevrilmiş olarak dünyanın her tarafında okunabiliyorsa, “saff-ı evvel” dediğimiz o muhabbet fedâilerinin himmet ve gayretlerinin sonucudur. Sahabe mesleğinin âhir zamana bir yansıması olan Nur Hizmetinin kahraman dâvâ adamları da, Peygamber Efendimizin (asm) ve sahabelerin gittiği yolu takip etmişlerdir. Bedîüzzaman Hazretlerinin iman hizmetindeki bir gayesi de; vatan millet menfaatine ahlâklı, terbiyeli, emniyeti temin eden adamlar yetiştirmektir. İnsanlığı sukût etmekten ve canavarlaşmaktan kurtarmaktır. Filozof Diyojen’i gündüz vakti elinde fenerle “Adam arıyorum adam!” diye dolaştıran da bu ihtiyaç olsa gerek. Her asırda asayişi temin ve hizmet için en önemli ihtiyaç yetişmiş adam ihtiyacı olmuştur. Hizmet etmek için zenginlik istemenin de bir mahsuru yoktur elbette. Ama insanda hizmet aşkı ve himmet duygusu yoksa, para ve mal mülk gibi maddî zenginliklerle hizmet etmesi mümkün değildir. Hatta zenginliğin bir takım vartaları da vardır. Bazı zayıf kalpli insanlarda zenginlik bir ayak bağı olabilir. Servetini muhafaza etmek için insana hizmetini unutturabilir. İnsan paraya hükmetmesini bilmezse, para insana hükmetmeye başlar. O zaman Zübeyir Ağabeyin deyimiyle “paralandıkça paralanır” insan ve hizmet yerine hezimet ortaya çıkar. İslâm’a hizmet eden, imanın nurunu yeniden parlatan İslâm fedâilerine baktığımız zaman, hemen hepsinin maddî yönden fakir, malı mülkü, serveti ve şöhreti olmayan insanlar olduğunu görürüz. İbrahim Ethem gibi Allah dostları ise, tacı tahtı bırakıp çileye talip olarak hizmete koşmuşlardır. Hizmet için kalp ve gönül zenginliği ehl-i hizmete kâfi gelmiştir. Demek ki himmet olmadan hizmet etmek mümkün değildir. 26.10.2009 E-Posta: [email protected] |