Şükrü BULUT |
|
Sıkıntı var! |
Elbette sıkıntı olacak… Mü'mine dünyada rahat olur mu? Hele bir de sehmine ahirzaman düşmüşse… Sıkıntının olmaması mümkün mü? Fakat bu yazımızda bir başka adeseyi sunmak istiyoruz. “Sıkıntı” tellâllarının neye ve kime hizmet ettiklerini, nefisten benî beşerin nefs-i umumiyesine, çekirdekten çepere dar ve geniş dairelerde psikolojik ve sosyolojik gezintilerde bulunmak istiyoruz. İnsan sıkıntısız olmadığı gibi, devletler, milletler ve coğrafyalarda da sıkıntı vardır. Sıkıntının en güzeli teşhis edileni, bilineni ve ferdin boyutlarını bildiği sıkıntı olmalı. Ferdi ve toplumu gayrete getirir, tedbire sevk eder. Şeffaf, mahiyeti bilinen ve görünen sıkıntılar; daha ziyade insanı maddeten yorarlar. Sebebini anlayamadığımız, başının ve ucunu seçemediğimiz ve daha doğrusu mahiyetini teşhis edemediğimiz sıkıntıların izalesi o kadar zor ki… Meselâ bir ülkenin yanı başındaki zayıf ülkeye durup dururken sıkıntılardan bahsetmesini düşününüz. Eften püften sebeplerle suçladığı devlete müşahhas birşey söylememesini… Yalnızca sıkıntıyı hem fiilen ve hem de lâfzen ihsas etmesini, kurdun kuzudan şikâyeti meselinden de anlayabilirsiniz. En geniş daireden en dar daireye kadar ki bu nev'î sıkıntıları, belki de “sıkıntı çıkarma” uğruna oluşturulan sıkıntılar nev'înden düşünebilirsiniz. Barış ortamını kaldırıp, niyetindeki hedefe yürüyebilmesi için bir sıkıntı icad etmesi gerekenlere “sıkıntı tellâlları” diyoruz. Bildiğiniz gibi bazı milletler barış ve sekînetten nefret ederler. Adaletli paylaşmanın hakim olduğu topluma açıktan olmasa bile, kendi dünyalarında savaş açarlar. Onlar daima menfaatlerini başkalarının zararında aramışlardır. Dünyanın herhangi bir bölgesinde çatışma yok, ahali adalet, barış ve düzen içinde yaşıyorsa, bazı insanlar, organizasyonlar ve komiteler ıztırap çekerler. Sıkıntılı ortamı oluşturamadıklarından, kendilerine göre o bölgede zarardadırlar: Hangi zararlardan bahsettiğimizi siyaset bilimcileri ile sosyologlar daha iyi bilirler. İhtiyar ve zavallı dünyamıza kuş bakışı nazar ettiğimizde, böğrünün yüzlerce yerinde cerihalar görürüz. İşte bütün bunların başında “sıkıntı tellâlları” vardır. Zalim hâkim güçleriyle ortak çalışacak kuvvete sahip olmayan hemen hemen bütün devletlerin ya içlerindeki sıkıntılarla veya yanı başlarındaki diğer devletin sıkıntılarıyla nasıl cedelleştiğini artık her gün duyuyor ve görüyoruz. Tarif etmeye çalıştığımız “sıkıntı tellâllarına” sekînetli köylerimizde de rastlarız. Zayıf gördüğü komşunun arazisine tecavüz veya rakip gördüğünden kıskandığı birisini yalnızlaştırmak için “havadan sudan” bahanelerle mahiyeti meçhul sıkıntılar çıkarırlar. Muhatap tecrübeli veya ferasetli değilse, “sıkıntı tellâlları” genellikle maksatlarına ulaşırlar. Sıkıntıyı önce kendileri soğa sola fısıldarlar, sonra da buldukları birkaç tarafgir ile hedefe yürürler. İnsanlığa hizmeti gaye edinmiş sivil toplum veya dinî cemaatlerde de bu tellâllarla çokça karşılaşabilirsiniz. Nefislerin hipodromdaki atlar gibi kıyasıya yarıştığı bu alanlarda, bazı insanlar maalesef zekâvetlerini bu istikàmette kullanırlar. Nefisler, hisler ve kıskançlıklar birileri için harekete geçmeye görsün “sıkıntı anaforuna” düşürülür. Hedefe kilitlenen kişi veya cereyan, avının etrafını görünmez yazılarla “sıkıntı var!” ibareleriyle çevirir. Çok da müşahhaslaştırmadığımız ve günümüzdeki sosyal yapıyı kemiren bu “manevî hastalara” karşı en iyi ilâç şeffaflıktır. Dünyamızın teknolojide ulaştığı harika icadlar, burada bize yardımcı olurlar. Kur'ân'daki çok âyetler; Allah'ın gizlemeye çalıştığımız niyet ve fiillerimizi bildiğini bize ders verir. Müslüman kardeşi hakkında hoş olmayacak niyetlere ve kararlara yönelen mü´mini araştırmaya ve hadiseleri şeffaflaştırmaya dâvet eder. Ferde musallat olan “vehim” ve su-i zanların kötülüklerini anlatır. Peygamberimizin Kur'ân pratiği olan Sünnet-i Seniyye ise bize bu yolda ışık olur, aydınlatır. Güneş olur, bütün muzır düşünceleri, fiilleri ve bu fiillere tevessül edenleri âleme teşhir ederek, fitneyi kökünden keser. Doğrusu, “sıkıntı tellâllarını” niyetleri ve fiilleriyle açığa çıkarmaktır. Aleyhinde konuştukları ile yüzleşmektir. Ehline danışmak ve ehliyle meşveret de “bu gizli çetenin” önünü kesebilir. Geniş dairede “sıkıntı tellâllı devlet ve beynelmilel organizasyonları” Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği veya İslâm Konferansı gibi arenalara çekerek mahiyetlerini dünya âleme ilân etmek problemleri çözmeye nisbeten yardım eder. Davet edildikleri minderlere çıkmayanları da deşifre ile teşrih etmek onların şerlerini azaltır veya onları marjinalleştirir. Müslümanlar dertleşirler. Efendimiz din nasihattir, diyor. Bizde sohbet esastır. Sıkıntılar sebepleriyle ele alınır, çaresi aranır ve toplum böyle rahat eder. Bunu esas alan iyi niyetli ve mütevekkil Müslümanlar yekdiğerine “Sıkıntı yok!” diyorlar. Fakat İslâmiyetin ve insâniyetin ölçülerinin esas alınmadığı yerlerde sıkıntı tellâlları el ele vererek birbirleriyle anlaşıyorlar: “Sıkıntı var!” 26.10.2009 E-Posta: [email protected] |