Sami CEBECİ |
|
Bediüzzaman’a göre vatan ve millet birliği |
Asya Nur Kültür Merkezi’nde, eğitim sezonu haftalık seminerler dizisinin ikincisini, yazarımız Cevher İlhan’la gerçekleştirdik. Geniş hacimli ve muhtevası derin ve dolgun olan seminer, ülkemizin içinde bulunduğu zor şartlara, Bediüzzaman’dan çözümleri de ihtivâ ediyordu. Said Nursî, her şeyden evvel vatanın bütünlüğünü ve milletin birlik ve beraberliğini hayatı boyunca savunan hakikî bir vatanperverdir. Osmanlı döneminde isminin yanında Kürdî ünvanını kullanması, doğduğu coğrafyadan dolayıdır. Cumhuriyet döneminde soyadı kanunu çıkınca Nursî ünvanını tercih etmiş olması, çok anlamlı ve ince bir hakikattir. Ancak, bu dönemde ilk yargılandığı Eskişehir mahkemesinde, savcılık tarafından ısrarla ‘Said-i Kürdî’ adının kullanılması, yargının tarafsızlık ilkesini dinamitleyen ve adaletin zulme dönüşmesini netice veren çok kötü bir ırkçılık örneğidir. Bu tavrı şiddetle kınayan ve reddeden Bediüzzaman “Ben, Kürdistan’da dünyaya geldim, fakat, Türkler içinde yaşadım ve en çok onlara hizmet ettim. Eserlerimin çoğunu Türkçe olarak telif ettim” demiştir. 1925’te vukû bulan Şeyh Said İsyanına karışmayan, bilâkis onları vazgeçirmeye çalışan Said Nursî, o sıralarda kaldığı Van vilâyeti ve civar illerini bu isyana karışmaktan alıkoymuştur. Irkçılık illetinin her türlüsünü İslâm dışı gören ve bundan dolayı Kürtçülük hareketlerini hayatı boyunca tasvip etmeyen Bediüzzaman, ırk üzerine yapılan ayrılıkçı hareketlerin çok tehlikeli olduğunu ve İslâm ülkelerinin parça parça olmasını sonuç vereceğini her zeminde dile getirmiştir. “Kürtlük dâvâsı pek mânâsız bir iddiâdır. Kürtler, Müslüman’dır. Milliyetleri, İslâmiyet’tir” diyen Üstad, Kürt devleti kurmak fikirlerine karşı “Osmanlıyı ihyâ edelim” diyerek reddetmiştir. Fikrinin böyle olduğu artık doğru tarihçiler tarafından dahi kabul ediliyor. Osmanlıyı ihyâ görüşünden ve milletçe birlik olmak fikrinden Türkiye Cumhuriyeti Devleti doğdu. Bu devlet, ülkede ne kadar etnik unsurlar varsa onlarla birlikte kuruldu. Devletin ve ülkenin gerçek sahipleri onların tamamıdır. Ancak, cumhuriyet maalesef ‘etnik Türkçülük’ temeli üzerine inşâ edildi. Milleti birbirine bağlayan en kuvvetli bağ İslâmiyet iken, Türk milliyetçiliği onun yerine ikame olundu. ‘Ne mutlu Türküm diyene!’ sözü dağlara taşlara kazındı. Kürt kökenli vatandaşlarımızın ekseriyetinin yaşadığı il ve ilçelerin girişlerine bu ve buna benzer sözler yazıldı. Irkçılık olarak algılanan bu yapı Kürtçülük fikrini doğurdu. Problemin temeli budur. Kürtlerin ırkî bağlarının mâzide Ermenilerle birleştiği fikrini kabul etmeyen Bediüzzaman, sosyolojik bir tesbit olarak Kürtlerin Ermenilerle değil, kavm-i necip olan Araplarla bir bağı olduğunu söylüyor. Mahmut Celâlettin Paşanın oğlu ve Sultan 2. Abdülhamit’in yeğeni olan Prens Sabahattin’in adem-i merkeziyet formülünü bu ülke için doğru bulmayan Said Nursî “Prens Sabahattin Beyin sû-i telâkki olunan güzel fikrine cevap” başlıklı makalesine “Hayat ittihattadır” diye başlayıp, fikrinin güzel olduğunu söyledikten sonra, onun bu ülkeye tatbikinin ecnebî parmağı ve müdahalesiyle Osmanlıyı parça parça edeceğini ifâde etmesi, onun vatanın bütünlüğü, milletin birlik ve beraberliği noktasında ne kadar hassas olduğunu gösterir. Adem-i merkeziyet fikrine karşı, usûl-ü merkeziyeyi, yâni merkezî yönetimi savunan Said Nursî, millet birliğinin, maddî ve mânevî ilerlemenin, bölgeler arası gelir dağılımı ve kalkınmışlıktaki adaletsizliğin de giderilmesini bu formülde görür. Demokratik açılımın devletçe tartışılmaya başlandığı bu günlerde, bunun sadece Kürt açılımı olarak düşünülmesi büyük bir noksanlıktır. 12 Eylül 1980 İhtilâlinin ürünü olan 1982 darbe anayasası, ülkenin ve milletin bütün temel hak ve hürriyetlerini örselemiş ve kısıtlamıştır. Sadece Kürtler değil, diğer vatandaşlar da çoğu hak ve hürriyetlerinden mahrumdur. Vatanın ve milletin birliği korunmak isteniyorsa topyekûn bir demokratikleşmeye ihtiyaç vardır. Bunun en önemli bir şartı da sivil bir anayasa yapıp, kanunları ona göre yeniden tanzim etmektir. Milletin ciddî anlamda buna ihtiyacı vardır. Bir buçuk saat süren seminer, ülkenin çok önemli problemlerine Bediüzzaman’dan çâre ve çözümler sunuyordu. 14.10.2009 E-Posta: [email protected] |