Yasemin GÜLEÇYÜZ |
|
Lemaat’ın penceresinden kadın… |
Lemaat, Bediüzzaman Hazretlerinin ilk eserlerinden bir tanesi. 1921 yılının Ramazan ayında Bediüzzaman Hazretleri İstanbul’da Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye azası iken bu eseri yazmış. Eser aynı yıl İstanbul’da Evkaf-ı İslâmiye matbaasında basılmış. Eserde, insanın hayat yolculuğunda yoluna ışık tutacak çok güzel düsturlar kısa başlıklar altında sunulmakta. Dilerseniz eserin yazıldığı dönemdeki ortamı hatırlayalım: Bediüzzaman Hazretleri Birinci Dünya Savaşında Doğu Cephesinde alay komutanı olarak Ermeni ve Ruslara karşı çarpışırken, esir düştüğü Rusların elinden firar ederek Kasım 1918’de İstanbul’a ulaştığında Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın teklifiyle Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiyeye üye tayin edilir. Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendinin teklifi ile Sultan Vahdeddin tarafından kendisine ilmiyede “mahreç” payesi verilir. Bu paye Osmanlı ülkesindeki bütün resmî ulemanın reisi olan “Başmüderrislik”ten sonraki ilmî rütbe anlamına geliyordu. Çamlıca’da Yusuf İzzettin Paşa Köşkü’nde kalan Bediüzzaman, Kur’ân’ın mu’cizeliğini çağın insanına göstermek için yazdıklarını neşretmeye başlar. (Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, s. 10, 2007) Lemaat da neşredilen bu eserlerden bir tanesiydi. Zira o çok genç yaşta, yıllar önce daha Van’da iken hayatını Kur’ân’ın mu'cizeliğini ispata adamaya söz vermiştir. Vali konağında bir gazetede okuduğu haber hayatının gayesini de tayin etmiştir. Haberde, İngiliz Sömürgeler Bakanı Gladstone “İslâm dünyasına hâkim olmak için, ya Kur’ân Müslümanların elinden alınmalı, ya da Müslümanlar Kur’ân’dan soğutulmalı” demektedir. Bu dehşetli “sömürge planı”nı temelinden sarsacak eserler için hayatını vakfetmeye, haberi okuduğunda karar vermiştir. Hayatının bir devresinde verdiği bu karardan vazgeçmez. Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye üyesi iken de Kur’ân’ın mu'cizeliğini neşir hizmetine devam eder. Avrupa medeniyetinin Kur’ân’ın hükümlerine hücumları esnasında kullandığı vasıtalardan bir tanesi de kadındır. “Kur’ân’ın tesettür hükmü kadınları esaret altına alıyor” fikri Tanzimat sonrası fikir dünyasında yer etmiş, pozitivist Osmanlı aydınlarının da savunduğu tezlerden birisi olmuştur. (Pozitivizm: Gerçeğin deney ve gözlemle elde edilebileceğini savunan felsefî görüş) Mehmet Akif Ersoy’un, İsmail Hakkı İzmirli’nin, Mahmut Esat’ın, Ahmet Mithat Efendi’nin eserlerinde pozitivizmden kaynaklanan bu görüşlere karşı Kur’ân’ın hükümlerinin hak ve hakikat olduğunu müdafaa eden tesbitlerini sıklıkla okumak mümkündür. Sözgelimi Mahmut Esat, Eşref Edip’in çıkardığı Sebilürreşad’da 1914 Ocak ayında yayınlanan “Tesettür-ü Nisvan Meselesi Hakkında Son Söz” başlıklı makalesinde “ilân-ı Meşrutiyet’ten beri kadın meselesi güya tesettür meselesinden ibaretmiş gibi sürekli bu mesele ile iştigal edilmesinden herkese artık usanç geldiğini” ifade eder. “Şaşarım! Erkekleri bile henüz hür olmayan bir memlekette kadınlara hürriyet vermekten bahsediliyor… Siz erkek kadın herkesi Allah’ın emri ve Resûlü’nün (asm) sünneti üzerine talim ve terbiye ediniz, onlar şeriatın kendilerine bahşettiği hukuku öğrenir ve kullanırlar” der. (Köprü dergisi, Güz-2003)
BEDİÜZZAMAN’IN YAKLAŞIMI Bediüzzaman Hazretleri de Lemaat’ta yer alan ve sonradan Tesettür Risâlesi’nin esası olacak şu tesbitlerle kadın konusundaki tartışmalara “muâsır”larından çok daha farklı bir açıdan yaklaşır:
Kadınlar yuvalarına dönmeli! “Sefih erkekler, hevesâtlarıyla kadınlaşırsa, o zaman açık saçık kadınlar da hayâsızlıkla erkekleşirler. (Üstadımızın Arabca bir ifadesi )”Hâşiye-1 “Mim”siz medeniyet, tâife-i nisâyı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metâı yapmış. Şer’-i İslâm onları Rahmeten dâvet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada; rahatları evlerde, hayat-ı âilede. Temizlik zînetleri; Haşmetleri hüsn-ü hulk, lûtuf ve cemâli ismet, hüsn-ü kemâli şefkat, eğlencesi evlâdı. Bunca esbâb-ı ifsad, demir sebat kararı Lâzımdır, tâ dayansın. Bir meclis-i ihvânda güzel karı girdikçe, riyâ ile rekabet, hased ile hodgâmlık debretir damarları. Yatmış olan hevesât birden bire uyanır. Tâife-i nisâda serbestî inkişafı, sebep olmuş beşerde ahlâk-ı seyyienin birden bire inkişafı. Şu medenî beşerin hırçınlaşmış ruhunda, şu sûretler denilen küçük cenazelerin, mütebessim meyyitlerin rolleri pek azîmdir; hem müthiştir tesiri.Hâşiye-2 Memnu’ heykel, sûretler, ya zulm-ü mütehaccir, ya mütecessid riyâ, ya müncemid hevestir. Ya tılsımdır; celb eder o habîs ervâhları. Hâşiye-1: Tesettür Risâlesinin esasıdır. Yirmi sene sonra müellifinin mahkûmiyetine sebeb gösteren bir mahkeme, kendini ve hâkimlerini ebedî mahkûm ve mahcup eylemiş. Hâşiye-2: Nasıl meyyite bir karıya nefsânî nazarla bakmak nefsin dehşetli alçaklığını gösterir; öyle de rahmete muhtaç bir biçare meyyitenin güzel tasvirine bakmak, ruhun hissiyât-ı ulviyesini söndürür. (Sözler, s. 668)
KADIN ERKEKLEŞİRSE... Günümüzde kadın konusuna duyarlı hemen herkesin söyleyegeldiği bir hakikattir bu. Üstelik yeni bir tesbit de değildir. Yaklaşık 100 yıl önce de mütefekkirler gidişâtı böyle değerlendirmişlerdir. Evet, kadının evinden çıkıp çalışma hayatına atılmasıyla birlikte kadınlığa has letafetini zamanla yitirdiği, iktidar ve para kazanma hırsıyla adeta erkekleştiği bir vakıadır. Bütün dünyada kadınlardaki bu davranış değişikliğini çoğu araştırmacı sanayi devrimine bağlamaktadır. Yani kadınların fabrikalarda çalışmaya başlamasına… Osmanlı toplumunda da kadınlardaki davranış değişiklikleri, çalışma hayatına başlamayla tetiklenmekte, akabinde yeni kurulan Cumhuriyet Türkiye’sinde de bu değişim devam etmektedir. Kadınlardaki bu davranış değişikliği edebiyat alanında da bir çok esere ilham kaynağı olmuştur. Sözgelimi ünlü romancımız Hüseyin Rahmi Gürpınar, 1933’te “Kadın erkekleşince” isimli üç perdelik bir tiyatro eseri kaleme almıştır.
SEBATKÂR KADINLAR... Bediüzzaman Hazretlerinin kadındaki bu davranış değişikliğini tahlili ilginçtir: Kadınlardaki değişimin sebebi, sefih erkeklerdir. “Sefih erkekler, hevesâtlarıyla kadınlaşırsa, o zaman açık saçık kadınlar da hayâsızlıkla erkekleşirler” der Bediüzzaman. Sefih medeniyet kadını yuvasından çıkarmış, ona gösterilmesi gereken hürmeti kırmıştır. Kadının rahatı evindedir, çocuklarıyla eğlenceli sohbetlerindedir. Kadını ifsad eden, yoldan çıkaran o kadar çok sebep vardır ki, dayanabilmesi için kararında adeta demir gibi sebat göstermesi gerekir. Kadının dış dünyada erkeklerle karışık ortamlarda bulunması uyuyan nefsânî hisleri uyandırır. Riyayı, rekabeti, hasedi ve bencilliği canlandırır. “Kadın özgürlüğü” hareketleri insanoğlunda kötü ahlâkların birdenbire inkişaf etmesine sebeptir. Ayrıca medeniyetin getirdiği malzemesi kadın olan bir çok yenilik de insanoğlunun hırçın ruhunu kötü yönde etkilemekte, tahrip etmektedir. Fotoğraflar, posterler, filmler, klipler, afişler, heykeller gibi “küçük cenazeler” adeta birer “tılsım” gibi cazibedar bir fitne unsuru olmaktadır. Doğrusu “Bu kadınlar yoldan çıktı” diyen çoğu sefih erkeğin Bediüzzaman tarafından “suçlu” olarak değerlendirilmesi gerçekten muazzam bir tesbittir. Şu an dahi son derece hayatın içinden, aktüel ve orijinal bir hakikattir! 11.10.2009 E-Posta: [email protected] |