Umut YAVUZ |
|
Ayakkabı polemiği ve gazeteciliğin sınırları |
İLK kez 2008 yılının Aralık ayında ‘bir gazeteci’, Muntazar El Zeydi, Bağdat’ı ziyaret eden ABD eski Başkanı George W. Bush’a, basın toplantısı sırasında ayakkabılarını fırlatmıştı. El Zeydi, misafir devlet başkanına hakaret ve saldırıdan 3 sene hapisle cezalandırılmış, cezası temyiz mahkemesince 9 aya indirilmişti. El Zeydi 9 ay hapis yattıktan sonra geçen Eylül ayının ortalarında hürriyetine kavuşmuştu. Ancak El Zeydi öyle bir iş yapmıştı ki, dünyada bilhassa İslâm dünyasında adeta kahraman ilân edilmişti ve bir geleneğe ön ayak olmuştu. Zaten, “ayakkabı fırlatma” bir Arap geleneği... Daha sonraları ise, Çin’den Hindistan’a, ABD’den Avrupa’ya, dünyanın dört bir tarafında insanlar tepkilerini gösterirken, tıpkı Zeydi’nin yaptığı gibi, ayakkabı fırlatmaya başladı. Herkes bu hareketin doğru olup olmadığını tartışırken, gazeteci camiası ise olaya çok farklı bir noktadan yaklaşmak durumundaydı. Zira buradaki soru işareti “bir gazetecinin” basın meslek ilkeleri çerçevesinde böyle bir hareket yapmasının meslekî etiğe uygun olup olmadığıyla ilgiliydi. Zeydi bir Iraklıydı ve ayakkabı fırlattığı kişi Irak’ı işgal eden ülkenin devlet başkanıydı... Bu açıdan bakınca bir çokları “ellerine sağlık” dedi. Ancak Zeydi, aynı zamanda bir gazeteciydi ve bilhassa onun meslektaşları bu davranışı onaylamakta tereddütlü davrandılar ve camia ikiye bölündü. O günden bu yana bu meseleler tartışıldı ve belki tam unutulacaktı ki, önceki gün yanıbaşımızda, IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn, İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde konferans verirken, ABD eski Başkanı Bush ile aynı kaderi paylaştı. Zeydi olayıyla büyük benzerlik taşıyordu bu olay. Zira ayakkabı yine isabet etmemişti ve ayakkabıyı atan da bir gazeteciydi. Aradaki tek fark ise, Zeydi’nin attığı ayakkabı markasız iken, Özbek’in attığı ayakkabı ise ironik olarak Amerika’nın en büyük uluslar arası ayakkabı firmalarından NIKE markasını taşıyordu. Birgün gazetesinde çalıştığı belirtilen Selçuk Özbek adındaki bu meslektaşımızın attığı ayakkabı her ne kadar hedefine ulaşamasa da, hem IMF’ye sert bir tepki oldu, hem de gazeteciler arasında yeniden bir polemik başlatmayı başardı. Dün gazetelerde bu olayla ilgili yorumlar yer aldı. Kimisi tıpkı o salonda bulunan bazı insanlar gibi alkışlarken, kimisi de bunu gazetecilik ahlâkıyla bağdaştırmıyordu. Meselâ Haber Türk gazetesinden Yavuz Semerci, “Gazeteci protestocu olur mu?” şeklinde sorarak başladığı köşe yazısında bu sorunun cevabını açık ve net bir şekilde veriyordu: “Gazeteci kamusal ve kutsal bir görev yapar. Zamanına tanıklık eder ve bunu okurlara yansıtır. İdeolojik tutumunuza dayanarak protestoya başladığınızda kutsal görevinize de ihanet etmeye başlıyorsunuz. Sınırı aşıyorsunuz.” Semerci bu tesbitleri yaparken, aynı zamanda “ülkemizde yayınlanan gazetelerin önemli bir kısmının haber vermekten çok, toplumu biçimlendirmeye çalıştığı” tesbitini de yapmadan geçemiyordu. Yeni Şafak gazetesinden Yaşar Süngü ise olaya bambaşka bir yönden yaklaşarak, “protesto”nun doğru, ancak protesto yolunun yanlış olduğunu belirtti. Süngü yaşanan olaya gazetecilik penceresinden bakmak yerine, vatandaş gözüyle bakmayı tercih etmiş. “IMF’yi protesto arkadaşının kafasına ayakkabı fırlatarak olmaz” diyen Süngü, protesto yapacak olanlara “daha mantıklı ve demokratik” yollar önermiş. Süngü’nün önerdiği protesto yollarının bir kısmı şu şekilde: “İthal ayakkabı almayacaksın. Yerli ayakkabı giyeceksin ki, IMF’ye muhtaç olmayasın. (...) Kredi kartı ile borçlanmayacaksın. Gerekmedikçe ithal ürün almayacaksın. Ve her şeyden önemlisi; Ayağını yorgana göre uzatacaksın. O zaman IMF’yi protesto etmene bile gerek kalmaz. Sen de bunca zahmete girmezsin. İllâ ayakkabı atacağım diyorsan hedefin IMF Başkanı değil, Bizi IMF’ye mahkûm eden siyasîler olmalı.” Hürriyet gazetesinden Ferai Tınç ise, dünya genelinde yapılan IMF karşıtı eylemlerin bu örgütün kendisini gözden geçirmesine yol açmaya yaradığını savunduğu yazısında “O zaman dünkü ayakkabı olayını onaylıyor muyum?” şeklindeki soruya tek kelimeyle “Hayır” cevabını verdi. Her olayın kendi şartları içinde değerlendirilmesi gerektiğinin de altını çizen Tınç’a göre, bir toplantıya gazetecilik kimliği ile katılan bir kişinin bu ayrıcalığını başka bir amaç için kullanması doğru değil. Aynı gazeteden Mehmet Y. Yılmaz “bir gazetecinin” böyle bir davranışını onaylamanın mümkün olmadığını belirttiği yazısında, “Gazetecinin kendi işini yapmaya devam etmesi, o fırlatılan ayakkabının yaratacağı etkiden daha önemlidir” sözleriyle gazetecilik bakış açısını yansıtıyordu. Yılmaz’ın dikkati çektiği bir başka husus ise, Selçuk Özbek’e salondan çıkartılırken uygulanan “aşırı güç kullanımıydı”. “Zaten salondan çıkartılmasına direnmeyen bir eylemciye böylesine ağır bir şiddet uygulamak polisimizin eski alışkanlıklarından kolayca kurtulmadıklarını da gösteriyor” diyordu Mehmet Y. Yılmaz. Bu sözleriyle, polemiğin diğer tarafında yer alan Selçuk Özbek’in annesi Ruhan Özbek’in de tepkisine ortak oluyordu. Ruhan Özbek, televizyonlara verdiği demeçlerde belki bir gazeteci olarak değil, ama “bir anne” olarak bu protestoyu onayladığını belirtti. Aynı soruyu IMF politikaları yüzünden üretim yapamayan sanayiciye, kepenk kapatmış esnafa, işsiz kalmış işçiye ve zam alamayan emekli ve memura yöneltirseniz alacağınız cevap farklı olmayacaktır. Hepsi “ellerine sağlık” diyeceklerdir. Bir gazeteci ise, elbette bu davranışı onaylamayacaktır. Bunun yanı sıra, atılan ayakkabıyı kafasına yiyen ve soru sormaktan başka “günahı” olmayan o öğrenciye ise, bu soruyu hiç sormayın bence.. 03.10.2009 E-Posta: [email protected] |