03 Ekim 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Röportaj

SALİHA FERŞADOĞLU

Din eğitimi ilk sınıftan başlamalı

—DÜNDEN DEVAM—

Lâik sistem içerisinde din eğitimi ne kadar

verilebiliyor?

1982’de anayasayı değiştiren irade, Din Kültürü derslerini anayasanın 24. maddesine koyarak okutulmasını mecburi hale getirmiş. Ancak dersler daha mecbur hale getirildiği yıldan itibaren hazırlanıp uygulamaya konulan programları ve okutulan kitaplar hep tartışma konusu olmuştur. Kimine göre derslerin zorunlu olarak okutulması lâikliğe aykırıdır. Kimine göre mevcut program ve Din Kültürü kitaplarıyla çocuklara ve gençlere yeterli bilgi verilmiyor. Kısacası Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersleri adeta bir şamar oğlanı gibi. Gelen vuruyor giden vuruyor. Fakat her şeye rağmen okutulmaya devam ediliyor. Okutulması da gerekir. Ben şahsen derslerin lâikliğe aykırı olmadığı kanaatindeyim. Ama konuya iyi niyetle yaklaşılıp programı biraz daha iyileştirilip, okutulursa daha faydalı olur diye düşünüyorum.

Hocam, bir gün dersler yine 1982 öncesinde

olduğu gibi isteğe bağlı hale getirilirse o zaman ne olur?

Eğer, 1982 öncesinde olduğu gibi dersler zorunlu olmaktan çıkarılıp da isteğe bağlı hale getirilirse, o zaman da 1970’li yıllarda yaşandığı gibi derse giren gençler ‘dinli’, girmeyenler ‘dinsiz’ gibi mütalâa edilmeye başlanabilir. Tabiî bunlar, yetişkin, aklı başında insanların söyleyeceği sözler olmamakla birlikte, özellikle lise çağlarında 15-18 yaşındaki gençlerin şakayla karışık birbirlerine atışmalarına, sataşmalarına, kavgaya, gürültüye sebep olacaktır. O bakımdan derslerin mecbur olması herkeste ortak bir din bilgisi ve kültürü oluşturması bakımından imkân sağlamıştır.

Burada şunu da ifade etmek isterim: Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi derslerinde verilen bilgiler, çocukları ve gençleri zorla dindarlaşmaya yöneltici nitelikte değildir. Çünkü adı üzerinde bu derste ‘din kültürü ve ahlâk bilgisi’ kazandırılmaya çalışılıyor. Yani, derste öğretilenlerin zoraki uygulamaya konulması, çocuklara ve gençlere zoraki namaz kıldırılması, oruç tutturulmaya çalışılması söz konusu değildir. Teorik olarak bilgi kazandırıcı niteliktedir. İnanç esasları öğretilmekte, ibadet yapmanın gereği anlatılmakta ve sınıf içerisinde sadece şeklen bir tarifi yapılmaktadır. İbadetleri yapma konusunda kimse zorlayıcı bir tavır içerisine girmemektedir. Zaten insanları zorla inanmaya ve ibadete zorlamak dinin özüne, ruhuna aykırıdır. İster ailede olsun, ister okulda gençleri zoraki ibadet yapmaya zorlamak demek, onları ikiyüzlü yapmak demektir. Asıl olan onların ibadet yapması gerekliliğine inandırılması ve buna inandıktan sonra da kendi istek ve iradesi ile ibadet yapar hale ge(tiri)lmesidir.

İlköğretim ve ortaöğretim kurumlarımızda verilen mevcut Din Kültürü dersleri, öğrencilerin gerekli dinî bilgi ve eğitim ihtiyaçlarını karşılıyor mu?

Şunu söyleyeyim: Bu sorunun cevabı beklentiye göre olumlu veya olumsuz olabilir. Yani bir veli dersten ne bekliyor, bir çocuk ne bekliyor? Çok şey bekleyene göre ihtiyaca cevap vermiyor, az şey bekleyene göre veriyor denilebilir. Ama şurası kesin ki, Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi derslerinin hiç okutulmamasındansa yetersiz de olsa okutulması gerekir, faydalıdır.

Uygun görürseniz, biraz da Diyanet İşleri

Başkanlığı hizmetlerine dönelim. Türkiye’deki din eğitimi noktasında Diyanet İşleri Başkanlığının faaliyetlerini yeterli buluyor musunuz?

Diyanet İşleri Başkanlığı bir anayasal kurumdur. 633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun gereği halkı dinî konularda aydınlatmak ve irşat etmekle görevlidir. Başkanlık örgün değil, yaygın din eğitimi yaptırmaktadır. Yaygın din eğitiminin kapsamına neler giriyor? Vaazlar, hutbeler girmektedir. Kur’ân Kursları da bir anlamda yaygın eğitim kurumudur. Ayrıca Başkanlık ve Türkiye Diyanet Vakfı kanalıyla yayınladığı kitap ve dergilerle de bu görevini yerine getiriyor. Başkanlığın 80 binin üzerinde personeli var. Bu kadar personelle kanunun kendisine verdiği görevi yerine getirmeye çalışıyor. “Peki, görevini bihakkın yerine getirebiliyor mu” denilirse, elbette zamana, zemine, şartlara göre çok güzel hizmetler üretmekle birlikte bazen aksamaların olduğu da vakıadır. Bunu da insan gerçeği açısından değerlendirmek lâzım gelir. 80 bin kişinin aynı derecede başarılı hizmet sunması mümkün olamayabilir.

İlâhiyat Fakültelerinin sayısal durumu, yaptırılan dinî eğitim ve öğretimin kalitesi konusunda bilgi verir misiniz?

Türkiye’de İlahiyat Fakültelerinin ilki Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesidir. Bu fakülte 1949’da açıldı. Sonraki zaman diliminde açılanlarla birlikte şu an fakülte sayısı 25’e ulaştı. Aslında tâ 1992 yılında yürürlüğe giren bir kanuna göre bir de Akdeniz Üniversitesine bağlı İlâhiyat Fakültesi açılması gerektiği halde bu yıla kadar gelmiş geçmiş rektörler maalesef bu fakülteyi öğretime aç(tır)madılar. Mevcut Rektörün seçim esnasında İlâhiyat Fakültesini açacağı vaadinde bulunduğunu duymuştuk, ama halen bir gelişme yok. Bir gün bu fakülte de açılırsa sayı 26’ya ulaşmış olacaktır.

Bugün İlâhiyat Fakültelerimizde gayet başarılı bir eğitim ve öğretim yaptırılmaktadır. Şahsen ve bizzat gezerek görerek bilgi edindiğimi söyleyemem, ama gezip gören bazı meslektaşlarımızın ifadelerine göre İslâm âlemindeki benzer fakültelere göre bizim fakültelerimizde daha iyi eğitim ve öğretim yaptırılmaktadır.

İlâhiyat Fakültelerindeki akademik çalışmalar

nasıl, hangi düzeyde?

Akademik olarak yapılan araştırmalarda bugün Türkiye’de İlâhiyat Fakülteleri gerçekte büyük bir öneme haizdir. Bizim kendi fakültemiz (Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi) açısından bakarsak bu sene kuruluşumuzun 34. yılına girmekteyiz. Şimdiye kadar öğretim elemanı arkadaşlarımızın 500’ü aşkın kitabı, binlerce makalesi yayınlandı. Bütün İlâhiyatların toplamına baktığımız zaman yayınlanan kitap sayısı binleri, makale sayısı on binleri buluyor. Bu bakımdan İlâhiyat Fakültelerinin kendine düşen misyonu hakkıyla yerine getirdiği kanaatindeyim. Elbette eksiklerimiz, kusurlarımız da olabilir. Tartışılabilir bu.

Öte yandan, fakültelerin mezunları, bir başka ifade ile İmam Hatip ve İlâhiyat neslinin başını çektiği bilim heyeti binlerce kitap, on binlerce makale yanında, hiçbir İslâm ülkesinin şimdiye kadar başaramadığı bir başarıya imza attı. O da “İslâm Ansiklopedisi”dir. İslâm Ansiklopedisi İmam Hatip ve İlâhiyat neslinin ortak şaheseridir. Elbette ansiklopedide yazılan bazı maddeleri tartışılabilir. İnsanın tüm eserlerinde olduğu gibi, ansiklopedinin de eksikleri, hataları olabilir. Ama ne olursa olsun, hiçbir İslâm ülkesinin başaramadığı bir ansiklopedi ortaya konulmuştur bugün… Bu bakımdan da İlâhiyat Fakültelerinin Türkiye’de çok büyük ve önemli bir fonksiyon icra ettiğini düşünüyorum.

İlâhiyat Fakültelerinin üniversiteler içerisindeki yeri ve konumu hakkında neler düşünüyorsunuz?

İlimleri uhrevî ve dünyevî olarak ikiye ayırıp bir de kuş kanadına benzetme yaparak izah edersek; İlâhiyat bilimleri ve dolayısıyla bu fakülteler kuşun bir kanadını oluştururken, diğer ilimler ise bir diğer kanadını oluşturmaktadır. Malûm, kuş tek kanatlı uçamaz. Her iki kanada da ihtiyaç var.

İlk ve ortaöğretimde Din Kültürü derslerinden edinilen bilgi gençlerimizin birçoğunu tatmin etmiyor. Üniversitede gençlerden arzu edenlere dinî bilgi ve kültür kazandırma imkânı bulunabilir mi?

Üniversite seviyesinde, bütün fakültelerin öğrenci ve öğretim elemanlarından arzu edenlerin katılıp dinleyebileceği merkezi yerlerde ortak serbest kürsüler oluşturulabilir. Belirlenen program çerçevesinde sağlık, ekonomi, felsefe vb. alanlarda uzmanlaşmış kişiler konferans şeklinde kendi alanlarıyla ilgili bilgiler verebilir. Bu bağlamda, dinî içerikli konferansları da İlâhiyatçılar verilebilir. Bu şekilde arzu eden gençler, akademisyen hocaları dinleyerek bilgi edinebilirler diye düşünüyorum. Ama günümüz şartlarında Türkiye’de böyle bir açılıma imkân sağlanır mı, bilemiyorum.

Avrupa’daki din eğitimi ile Türkiye’deki din

eğitimini karşılaştırdığımız zaman ortaya çıkan farklılıklar ve benzerlikler nelerdir?

1993’te Avrupa’ya gitmiştim. İki aylık sürede Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda’yı gezdim, gördüm. Gidiş amacım Hıristiyanlık din derslerinin nasıl yapıldığını incelemekti. Bu ülkelerde ilkokul, ortaokul, lise seviyesinde derslere girdim. Gördüğüm kadarıyla bizden çok farklı değiller. Hatta bazı yönlerden, bilhassa konuları anlatım yönünden, bizden daha geri olduklarını düşünüyorum.

Avrupa ülkelerinin her birinde farklı uygulamalar var. Din derslerinin mecburî olarak okutulduğu ülkeler var, isteğe bağlı olarak okutan ülkeler var. Kilise okulları var, devlet okulları var. Onun için bizdeki uygulama ile birebir mukayese yapmak da biraz zor. Çünkü her devlet kendi inanç esaslarına göre öğrencilerine ya din dersi ya “moral dersi” adı altında ahlâk dersi verdiriyor. Derslerdeki kalite, başarı ve verimlilik oranları tartışılabilir ama Avrupa’nın bizden önde olan tarafı da varsa o da; din derslerinin ilkokul birinci sınıftan hatta bazılarında anaokullarından başlatılıyor olmasıdır. Bizde ise Din Kültürü Ahlâk Bilgisi dersleri dördüncü sınıftan itibaren başlatılıyor. Neden dördüncü sınıftan başlatılıyor? Bu sorunun cevabı yok. Sadece şu söylenebilir, dersler ilk defa 1949’da okul programlarına konulurken 4. sınıflardan başlatılmış, bu uygulama sanki kesin kural haline gelmiş.

Oysa anayasanın 24. maddesindeki ifadeye baktığımızda “Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersi ilk ve ortaöğretim kurumlarında zorunlu olarak okutulur” denilmektedir. İlköğretim birinci sınıftan başladığına göre, Din Kültürü dersinin de birinci sınıftan başlatılması gerekir. Ancak dördüncü sınıftan başlatılıyor. Her konuda Avrupa’yı örnek alma taraftarı değilim, ama şayet bu konuda örnek alınacaksa böyle olması gerekir. Çünkü Anayasanın 24. Maddesinin âmir hükmü bunu gerektirdiği gibi eğitimin gereği de budur. Dinî bilgiler ne kadar erken ve doğru yöntemlerle verilirse o kadar olumlu ve kalıcı izler bırakmaktadır.

Hocam, siz fakültede ders anlatırken zorunlu Din Kültürü derslerinden ayrı bir de isteğe bağlı Din Bilgisi olması gerektiğinden bahsederdiniz. Bu konuyu da açar mısınız?

Anayasanın 24. maddesinde biraz önce ifade ettiğim zorunlu Din Kültürü dersiyle ilgili cümlenin devamında deniliyor ki: “Bunun (zorunlu Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersinin) dışındaki din eğitim ve öğretimi ise; yetişkinlerin kendi talebine, küçüklerin ise kanunî temsilcilerinin talebine bağlıdır.” Bu ne demektir? Kanunen reşit olmuş, yani on sekiz yaşını doldurarak yetişkin sınıfına girmiş vatandaşlardan belli bir grup bir araya gelerek; “Biz dinî bilgi edinmek, din eğitimi almak istiyoruz” şeklinde talepte bulunursa, onlara devlet bu imkânı sağlamak durumundadır. Veya şu anda okullardaki Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi derslerinde çocuklarına verilen bilgileri yeterli bulmayan veliler şöyle diyebilir: “Ben çocuğumun aldığı dinî bilgileri yeterli bulmuyorum, anayasanın 24. maddesi gereği çocuğuma ilâve olarak din eğitimi verilmesini istiyorum.” O zaman zorunlu Din Kültürü dersinin yanında isteğe bağlı bir “Din Eğitimi” veya “Din Bilgisi” adı altında ilâve bir ders konulması gerekir. Aslında bu konu zaman zaman tartışıldı, ama şu ana kadar uygulamada olumlu bir gelişme söz konusu olmadı.

Hocam, Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersi söz

konusu olduğunda zaman zaman Alevîlik meselesi de gündeme gelmekte ve önemli tartışmalara sebep olmaktadır. Bu derslerde; yalnızca Sünnî anlayışa göre ders anlatıldığı Alevîlerin dışlandığı veya yok sayıldığı iddiaları ortaya atılıyor. Alevîler bu iddia ile derslere itiraz ediyorlar. Sizce Alevîler kimlerdir? Neden bu konular tartışma konusu olmaktadır?

Benim bildiğim kadarıyla Alevî vatandaşlarımız da Müslümanlık dairesi içerisindedirler. Ama kişisel olarak, Sünnîlerden olsun, Alevilerden olsun inanmadığını, ateist olduğunu söyleyenler olabilir, vardır da... Ancak böyle münferit örneklerden yola çıkarak sayıları milyonlarla ifade edilen bir kesimi bütünüyle dışlamak, onları İslâm dışı göstermek çok büyük hatadır, yanlıştır. Zaten onların da büyük çoğunluğu bunu reddediyor ve; “Biz de Müslümanız” diyorlar. “Biz de Müslümanız, ama Alevîlik Müslümanlığın farklı bir yorumudur” diyenleri var. “Alevîlik İslâmın özünü temsil etmektedir” diyenler var. Kısaca Alevî vatandaşlarımız da bu konuda farklı bazı görüşlere sahipler.

Kimse kimseyi zorla bir dinin veya mezhebin içerisine sokamaz veya dışına itemez. Herkes kendisini nasıl tanımlıyorsa onu öyle kabul etmek durumundayız. Eğer kişi gerçekten inanmıyorsa veya başka bir din mensubu ise ona Din Kültürü dersini zorla aldırmanın mânâsı yok. Zaten mevzuat gereği “gayr-i müslim” olarak nitelendirilen Hıristiyan ve Yahudi asıllı T.C. vatandaşlarının çocukları derslerin bilhassa ibadetler kısmından muaf tutulmuşlardır. Ama Alevi vatandaşlarımız kendilerinin Müslüman olduğunu kabul ettiklerine göre Sünnîlerin çocuklarıyla birlikte onların çocuklarının da aynı dersi alması gerekir diye düşünüyorum. Zaten yıllardan beri uygulama da böyle devam ediyor.

Din Kültürü ders programı içerisine Alevilikle ilgili konular konulup, Sünnî-Alevi herkese ortak bir kültür kazandırılamaz mı?

Bazı Alevî dernek veya vakıf temsilcilerini iddia ettikleri gibi şayet Alevîlik İslâmın farklı bir yorumu ise o yorumlar da dâhil Din Kültürü derslerinde ortaklaşa okutulabilir.

“Kişi bilmediğinin düşmanıdır” derler. Bazen önyargıyla hareket edebiliyoruz. Bir Alevî Sünnî’ye karşı, bir Sünnî Alevî’ye karşı zaman zaman önyargılı hareket ettiği gibi derslere karşı da bazen önyargılı hareket edenler olabiliyor. Hâlbuki Alevîler ve Sünnîler Türkiye’de asırlardır ortak bir kültür ortamında beraber yaşamıştır, bundan sonra da beraber yaşayacaktır. O insanlar da kendilerini zaten Alevî ve Müslüman olarak tanıtıyorlar. Öyle ise onların da bu dersi ortak bilgi ve kültür dersi olarak almalarında fayda var diye düşünüyorum. Aslına bakarsanız; Millî Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğünce hazırlanan son müfredat programında Alevîlik konusuna epeyce yer verilmiştir. Ama bu yeterli mi değil mi ayrıca tartışılabilir.

Çağımız ihtisaslaşma, uzmanlaşma çağıdır. Herkes kendi sahasında konuşmalı değil mi? Din konusunda herkesin ahkâm kesmesinin sebebi nedir ve bunun önü nasıl alınır?

Dediğiniz doğru, herkes kendi yetki alanında konuşmalı ama maalesef ilgili ve yetkili olsun veya olmasın; ağzı olan konuşuyor. Bunun önünü almak da zor. Çünkü Türkiye’de üç konu var ki herkes konuşuyor. Nedir bu üç konu? Biri din. Biri politika. Biri de eğitim. Herkes bu konularda ahkâm kesiyor. Bir inşaat mühendisine desek ki; “Arkadaş, bak yaptığın inşaatın şurasını beğenmedim, burası iyi olmamış…” Buna karşılık hemen; “Siz bilmezsiniz, bu teknik konudur” der sizi susturur. Bir hukuk meselesi olsa, hukukçuya; “Şu şöyle olmalı” desek, “Hayır, siz bilmezsiniz hukuk mantığına göre bu böyledir” der ve sizi susturur. Bir doktora gittiğinizde; sağlıkla ilgili birşeyler söylemek isteseniz hemen, “Hayır bu sizin bilmediğiniz bir uzmanlık alanıdır” der, sizi susturur. Kısaca din, eğitim ve politika dışında kimse kendi mesleğine, branşına söz söyletmez, konuşturtmaz. Ama aynı kişiler döner her gün politika yapar, din konusunda ahkâm keser, her gün eğitime yön verir. Aslında bizim o mesleklere karşı saygımız olduğu kadar onların da bizim alanımıza saygı duymalarını beklemek en tabiî hakkımızdır. Bir başka ifade ile herkes haddini bilip kendi sahasında konuşmalı.

Hocam çok teşekkür ederim…

Ben de teşekkür eder, başarılar dilerim.

SALİHA FERŞADOĞLU

03.10.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (02.10.2009) - Din dersi demokrasiyle başladı

  (01.10.2009) - BAŞÖRTÜSÜ AÇILIMINDAN SÖZ EDEN YOK

  (30.09.2009) - Önyargılarla demokrasi olmaz

  (28.09.2009) - Resmî tarih yalanlarının sonu geldi

  (23.09.2009) - Sağda birleşme, siyasete alternatif olur

  (21.09.2009) - Varlığa düştük varlığımızı unuttuk

  (18.09.2009) - Bediüzzaman, bu toprakların vicdanı olmuştur

  (17.09.2009) - Düzmece mahkemeden ısmarlama idam

  (12.09.2009) - TOPLUM MÜHENDİSLİĞİNE SOYUNDULAR - ŞENER BOZTAŞ / FARUK SAİM AKHAN

  (11.09.2009) - İsrail saldırıları bizi güçlendirdi - AHMET TURAN SÖYLER - BEYRUT

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.