03 Ekim 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

Yargı da çağdaşlaşmalı

HÜLYA Avşar savcılıkta ifade verdi, arkadaşımız Devrim Sevimay’a yaptığı açıklamalar yüzünden...

Avşar kızı hakkındaki suçlama, halkın bir kesimini öbür kesimine karşı “kin ve düşmanlığa tahrik” etmek!

İsterseniz internette, 24-25 Ağustos günlü Milliyet‘lere girip Hülya’nın söylediklerini okuyun; Türklerle Kürtleri “kin ve düşmanlığa tahrik” mi ediyor, yoksa beraberliği güçlendirmeye mi çalışıyor, bir bakın!

Ben okuduğumda Hülya’yı daha bir sıcak ve sevimli bulmuştum; bir de yazı yazdım zaten.

Biraz hukuktan anlıyorsam, kalıbımı basarım, kısa sürede “takipsizlik” kararı verilecektir.

Madem öyle, niye soruşturma açıldı?

Burada soruşturmayı açan savcının özel bir hatasının değil, hukuk anlayışımızdaki genel bir sorunun söz konusu olduğunu düşünüyorum. Yıllardan beri yazdığım hukuk ve yargı sorunu...

Yargı ideolojisi

Hülya hakkındaki soruşturmanın konusu, TCK’daki eski 312, yeni 216. maddedir; ünlü maddeler...

Irk, din, sınıf, bölge farkı gibi nedenlerle “halkın bir kesimini diğer bir kesimi aleyhine” kin ve düşmanlığa tahrik etmeyi cezalandırıyor.

Avrupa ülkelerinde de var böyle maddeler. Ama bizdeki uygulaması acayiptir!

28 Şubat sürecinde bu madde “laikliği korumak” için kullanıldı!

Hatta dostum Hasan Celal Güzel askeri eleştiren sözlerinden dolayı bu maddeden mahkûm edilip hapse atıldı. Halbuki maddenin askerle de laiklikle de hiç ilgisi yoktur, sadece “halkın bir kesimini diğer bir kesimine” karşı tahriki cezalandıran bir maddedir.

Yargının bu tavrı ciddi sorunlara yol açmış, Ecevit’in Adalet Bakanı Prof. Hikmet Sami Türk, “Yargı bu maddeyi zorlama yorumlarla uyguluyor” diye yakınmıştır.

Sonra, Meclis maddeyi liberalleştirdi ama yargı “Özü değişmedi” diyerek tavrını sürdürdü!

Ünlü 301. madde konusunda da aynı sorunlar yaşandı: Hrant Dink ve Orhan Pamuk davalarını hatırlayın...

Nihayet, Hülya Avşar hakkındaki soruşturma...

Adaletin çağdaş anlamı

Çok daha sorunlu örnek, Yunan vatandaşlarının Türkiye’deki emlakiyle ilgili davalardır.

1964 kararnamesi, o günün şartları içinde, Yunan vatandaşlarının Türkiye’deki mallarının yönetimi konusunda “vasi” tayin edilemeyeceği hükmünü getirmişti. Türkiye’de mirasçısız ölen bir Yunan vatandaşının malı, “vasi”si de yoksa, Hazine’ye geçecekti.

İstanbul’da ölen Yunan vatandaşı Polikseni Foka’nın da vasisi yoktu çünkü, Türk yargısı Yunanlı akrabalarının vasi olmasını reddetmişti.

Bunun üzerine, 1997 yılında Asliye Hukuk Mahkemesi, Foka’nın emlakinin Hazine’ye intikal etmesine karar vermiş, Yargıtay da onaylamıştı.

Halbuki 1964 kararnamesi 1988 yılında kaldırılmış, dahası, Tapu Kanunu da bu yönde değiştirilmişti!

Foka’nın Yunanlı akrabaları AİHM’ye dava açtılar, AİHM Türkiye’yi tazminata mahkûm etti!

Yunan Dışişleri Bakanı Bakoyani “binlerce davanın açılacağını” haber veriyor, büyük sevinçle!

Kaç milyar dolar?!

Yargının artık eski “uyanık bekçi” alışkanlığını bırakıp çağdaş dünyada gelişen hukuk ve adalet felsefesini benimsemesi için zaman gelmiş de geçiyor bile...

Sadece adalet kavramının yüceliği açısından değil, Türkiye’nin iç ve dış sorunlarının çözümünde adalet felsefesinin çok önemli bir işlevi olacağı için de...

Taha Akyol, Milliyet, 2 Ekim 2009

03.10.2009


Hükümet bir kez daha geri adım atarsa

NİHAYET Meclis açıldı ve biz artık adı bir türlü konulamayan açılım paketinde neler olduğunu öğrenebileceğimizi umuyoruz.Gerçi Başbakan’ın son açıklamalarında pakette Türkiye’nin ne kadar sorunu varsa, hepsinin (!) var olduğunu söylemesi hiç hayra alamet değil ama biz yine de ummaya devam etmek istiyoruz.

Malum, bir konuyu araya kaynatmanın en iyi yollarından biri hedefi bulanıklaştırmaktır. Başbakan da gayet iyi hatırlar; türban yasağının kaldırılması için Anayasa değişikliğine kalkıştıklarında, muhalefetin en sık kullandığı argümanlardan biri de “Neden bütün yasaklar birden kalkmıyor; neden bütün insan hakkı ihlalleri bir arada ele alınmıyor” olmuştu.

Şimdi, tam da Kürt meselesini konuşmaya başlamışken, aynı anda türbanın, cemevlerinin, dokunulmazlıkların, vicdani ret hakkının, eşcinsel evliliklerinin ve hatta işsizliğin de gündeme geldiğini; hepsini bir anda halletmeye çalıştığımızı düşünebiliyor musunuz?

Her neyse, bu “topyekun çözüm” meselesine söyleyenler de inanmadığına göre daha fazla üzerinde durmaya gerek yok.

Üzerinde durmamız gereken şey, şu sözü edilen “tarihi fırsat”ın kaçırılıp kaçırılmayacağı...

***

Pakette neler olacağını henüz öğrenemedik. Ama neler olmayacağını öğrendik.

Çeşitli açıklamalarda anayasa değişikliğinin, affın ve Kürtçe eğitimin söz konusu olmadığı belirtildi.

Anayasa değişikliğinin birinci aşamada gündeme getirilmemesini, işe kolayından başlanmasını; herhangi bir yasal düzenleme gerektirmeyen, hükümetin inisiyatifinde olan konuların öne alınması anlayabiliriz.

Ama af öyle mi?

Eğer hükümetin (tıpkı Kürt açılımını, adına Kürt açılımı demeden yapmaya çalışması gibi) affı da af demeden çıkarmak gibi bir niyeti yoksa, yani gerçekten af gündem dışı tutulacaksa, biz de bu işi unutalım ve “tatlı bir hayal görmüşüz” deyip geçelim.

(...)

Peki bütün bunlar olmazsa; hükümet ipe un serer ve açılım daha açılmadan kapanırsa ne olur?

İşte asıl kâbus budur.

Söylenen her şey unutulur, Türkiye’nin en köklü sorunu ne idüğü belirsiz bir “Milli Birlik Projesi” içine sıkıştırılmış birkaç göstermelik reformla geçiştirilmeye çalışılırsa, başlangıçta bulunduğumuz noktaya geri dönemeyiz. Korkarım ki o noktanın çok daha gerisine döneriz.

Böyle büyük bir hayal kırıklığının nelere yol açacağını hayal etmek bile kolay değil...

Kürt halkı bir kez daha kandırılırsa Türkiye bunun altından nasıl kalkar bilemiyorum.

Gülay Göktürk, Bugün, 2 Ekim 2009

03.10.2009


Halk seçerse korkusu

BU memlekette iki sene önce bir “referandum” yani halk oylaması yapıldı, bundan böyle cumhurbaşkanını halkın seçmesi, hem de yüzde 70 gibi “ezici” bir çoğunlukla kabul edildi.

Öyle mi, değil mi? Öyle.

Çok meraklılar için kesin oranları da hatırlatalım: Katılım yüzde 67.5, evet oyları yüzde 69.1, hayır oyları yüzde 30.9...

Böyle mi, değil mi? Böyle. Biz beğensek de böyle, beğenmesek de böyle.

Tövbe, yüzde 70 değilmiş yahu, 69’un “küsuratı” varmış, biz yuvarlamışız... Bak nasıl mahcup olduk şimdi...

Öyle ya da böyle, sonuç belli mi? Belli... Kesin mi? Kesin.

Şimdi buna karşı çıkmak, “cumhurbaşkanını gene meclis seçsin” demek, “halkın kararını tanımıyorum” anlamına mı gelir, “yasayı çiğneyelim” anlamına mı gelir, ona da siz karar verin.

Ama Deniz Baykal bunu “telaffuz” etti. Sayın Baykal (şimdi Deniz Bey desem Ankara’da hakaret gibi algılanır), cumhurbaşkanını meclis seçsin diyor.

Gerekçe olarak elbette bazı basın serserileri gibi “göbeğini kaşıyan ayılar öbür yönde oy verdiler” diyemiyor...

“Referandum sonucu geçersiz sayılsın” da diyemiyor... “Sabih Kanadoğlu gene bir hokkabazlık yapsın da durumu kurtarsın” da diyemiyor...

Hele “ordu göreve” falan, hiç mi hiç diyemiyor...

Bunları diyemeyince, cumhurbaşkanını halkın seçmesinin “altyapısının bulunmadığını” ileri sürüyor!

Bunun altının yapısı nasıl bir yapıdır acaba? Kadayıfın altı gibi kızarması gereken bir şey midir? Yani yurt genelinde ulaşılamayan beldeler, sandık kurulamayacak noktalar falan mı var? Yüksek Seçim Kurulu’nun el atamayacağı dağ başlarından eksik ve sağlıksız oylar mı gelecek? Yeterince oy pusulası mı basılamayacak, yoksa cumhurbaşkanı adayları “iletişim sorunları” yüzünden ücra yerlere seslerini mi duyuramayacaklar? Seçmen, adayları mı tanıyamayacak, partisini mi bilemeyecek? Bugüne kadar aynı şartlarda yapılan seçimler seçim değil midir? Onlar ne olacaktır? Yoksa Sayın Baykal “halkın eğitimsiz ve bilinçsiz olduğunu, kime oy vermesi gerektiğini idrak edecek düzeye gelmediğini” mi söyleyecektir?

Kendisine her seferinde ısrarla ve fakat “içi kan ağlaya ağlaya” oy verenlere bakılırsa bu mesele epeyce tartışmaya açıktır...

Sayın Baykal’ın sözünün ardında durmasını, bir adım daha atıp bu görüşünü doğal mantığına ve sonuçlarına ulaştırmasını, “radikalize” etmesini bekleriz. O da şudur: “Eğitim şart. Önce halkı eğitmeli, sonra demokrasiye geçmeliydik. Recep Peker haklıydı, İnönü acele etti.”

Aslında bu kadar ince eleyip sık dokumaya, lafı evirip çevirmeye gerek de yok...

“Türkçe’sini” söylesin de o da rahatlasın biz de rahatlayalım. O da şudur:

“Eyvah! Halk seçerse gene ‘bunlar’ kazanacaklar!”

Engin Ardıç, Sabah, 2 Ekim 2009

03.10.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.