Röportaj |
SALİHA FERŞADOĞLU |
Din dersi demokrasiyle başladı |
“Türkiye’de Din Eğitimi” dersinden çıkmış, yoğun düşüncelerle yüklü halde evime gidiyordum. Kafamda bir sürü soru vardı. Sorularımın cevaplarını elbette bu dersin hocasından alabilirdim. Zaman biraz aktı gitti, sorular bir kenara atıldı. Fakat dayanamayıp yerlerinden çıkınca bir gün kendimi hocamın kapısını çalarken buldum. Sağ olsun kendisi beni kırmayarak sorularımı cevaplandırdı. Aldığım cevapları sizinle paylaşmak ve özellikle Türkiye’nin dinî tarihini merak edenlerin ilgisini çekeceğini umduğum bu mülâkatı satırlara döktüm.
Sayın Hocam, söyleşimize “Dinin fert ve toplum için önemi nedir? Bir ferdin yahut toplumun dinsiz yaşayabilmesi mümkün mü?” şeklinde bir soru ile başlamak istiyorum. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Dinin fert ve toplum açısından önemi kuşkusuz tartışılmaz. Bir insanın su, hava, ekmek ve gıdaya ne kadar ihtiyacı varsa, manevîyata, yani dine de o kadar ihtiyacı vardır. Hatta yerine göre diğer ihtiyaçlarından da önemlidir. Zaten dikkat edilirse, tarih boyunca kişisel olarak inanmadığını, ateist olduğunu söyleyen insanlara rastlanmıştır; fakat toplum halinde dinsiz bir grup, kabile veya millet yaşamamıştır. Kıyamete kadar da dinsiz bir toplumun yaşayabileceğine inanmıyorum. Ancak şu var ki; dini ya da inanan insanları şu anlamda ikiye ayırabiliriz: Birincisi; bir (tek) Allah inancına sahip olanlar. İkincisi ise; Allah’ın dışındaki varlıkları kendisine tanrı edinenler.
İkinci olarak doğrudan sizin branşınızla ilgili bir sorum olacak: Türkiye’de İlâhiyat Fakültelerinde okutulan “Din Eğitimi” dersinin İlâhiyat dersleri arasındaki yeri nedir?
Bu sorunuzu isterseniz şöyle bir benzetmeyle cevaplayalım: Bir beden için göz, kulak, ağız, burun, el, ayak ne ise, İlâhiyat Fakültesinde okutulan derslerin her birisi de bu organlardan biri gibidir. Yani bir insan nasıl ki gözsüz, kulaksız, dilsiz, elsiz, ayaksız yaşamayı kabullenemezse, Din Eğitimi dersinin de İlâhiyat bilimleri arasında böyle boşluğu doldurulamaz, ‘olmazsa olmaz’ bir yeri ve önemi vardır. Başka meslektaşlarımızla da böyle bir söyleşi yapsanız, onlar da kendilerine göre bir takım gerekçelerle ve haklı olarak kendi bilim alanının önemine vurgu yaparlar. Ben burada bir “Din Eğitimcisi” olarak kendi alanımı mutlak mânâda diğerlerinden üstün veya daha önemli bir konuma sokmadan şöyle bir açıklama yapmak isterim: İlâhiyat bilimleri içerisinde Din Eğitimi en yeni, en genç anabilim dalıdır. 1982’de Yüksek İslâm Enstitülerinin İlâhiyat Fakültesi haline dönüşmesinden sonra fakültelerimizin programları arasına girmiştir. Dolayısıyla en genç, en yeni anabilim dalıdır. Buna rağmen ‘en faal anabilim dallarından’ biridir diyebiliriz. Çünkü Din Eğitimi Anabilim Dalı ve onun temsilcileri konumundaki Din Eğitimcileri fakültelerimizin dışa açılan penceresidir. Bugün Türkiye’de Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi derslerinin programı hazırlanacaksa din eğitimcileri dâvet edilir ve onlar hazırlar. İmam-Hatip Liselerinin programı hazırlanırken din eğitimcileri dâvet edilir, programını onlar hazırlar. İlâhiyat Fakültelerinin programları değiştirileceği zaman yine din eğitimcileri öne çıkar. Ayrıca basında, televizyondaki çeşitli tartışmalarda, gazete köşe yazılarında, radyo konuşmalarında da din eğitimcileri çoğunlukla öne çıkar. Ben bu anlamda Din Eğitimi Anabilim Dalının önemli bir alan olduğunu söylemek istiyorum. Esasen İlâhiyat Fakültelerimizde herhangi bir anabilim dalının diğerlerinden üstün veya geri olması söz konusu değildir. Çünkü, biraz önce de ifade ettiğimiz gibi, onlardan her birinin bir vücudun organları gibi önemli fonksiyonları ve yaptıkları hizmetler vardır. Bu açıdan her bir anabilim dalının İlâhiyat programı içerisinde vazgeçilmez yerlere sahip olduklarını düşünüyor ve öyle değerlendiriyorum.
Peki Din Eğitimi dersinin İlâhiyat öğrencilerine katkıları nelerdir?
Muhtelif ilâhiyat fakültelerinde ‘din eğitimcisi’ arkadaşlarımız farklı programlar uygulamakta ve farklı konulardan bahsetmektedirler. Çünkü üniversite öğretiminde ilk ve ortaöğretimde olduğu gibi müfredat ve kitap birliği mecburiyeti yoktur. “Her yiğidin bir yoğurt yeyişi vardır” misâli her meslektaşımız kendine göre bir program uygulamaktadır. Onların her birinin uyguladığı programdan öğrencileri kuşkusuz azamî istifadeyi sağlamaktadır. Bildiğin gibi, ben ise, Osmanlı Devletinin son dönemindeki eğitim sisteminden cumhuriyet dönemine nasıl geçildi ve cumhuriyet tarihi boyunca din eğitimi ve öğretimi alanında olumlu-olumsuz ne gibi gelişmeler oldu, onları anlatıyorum. Öğrencilerime bu dersin katkılarının ne veya ne kadar olduğu konusunda benim birşey söylemem uygun olmaz. İstersen bu sorunuza bu dersi almış ve okumuş bir kızımız olarak sen cevap ver. Bu dersten neler bekledin, neler buldun veya bulamadın?
İmam hatip lisesinde okuyup, ilahiyatta da bu eğitim silsilesini sürdürmeme rağmen, bu okulların tarihi hakkında hiçbir bilgim yoktu. Osmanlı’dan günümüze kadar olan süreç içerisinde bu eğitim kurumlarının hangi şartlarda hayata geçtiğini, ayakta kalabilmek için ne tür mücadeleler verdiğini bilmiyordum. Din eğitiminin tarihî seyir içindeki macerasını yine dersiniz sayesinde öğrendim. İmam hatip liseleri ve ilahiyat fakültelerinin bizzat anayasada yer alan kanunlara dayanarak kurulduğunu da hayretle öğrendim. Buna rağmen, bugün en çok tartışılan okulun imam hatip liseleri olması çok şaşırtıcı. Beni en çok üzen ise, “tarih tekerrürden ibarettir” anlayışının bu konuda da gerçekleşmesiydi. İmam hatip ve ilahiyat fakülteleri çoğu zaman engellerle karşılaşmış, mezunlarına iş, hizmet kapıları kapatılmış. Ayrıca psikolojik açıdan da baskıya maruz kaldıklarını söyleyebiliriz. Romanlarımızda bile hocaların kötü, cahil, bağnaz gösterildiği bir edebiyatımız var maalesef. İmam hatipli ve ilahiyatlı olmak küçümsenmiş, ‘Sen şimdi hoca mı olacaksın!’ sorusuyla alaya alınmıştır. Bu ders sadece ilahiyat fakültelerinde okutulmakla sınırlı kalmamalı, imam hatip liselerinde de yer almalı diye düşünüyorum. Çünkü kendi geçmişini bilen her birey geleceğe sağlam adımlarla ayak basacaktır.
Yaptığın açıklamalar için teşekkür ederim.
Hocam, Türkiye’de din eğitimi, imam hatip okulları ve ilahiyat fakültelerinin tarihçesi gibi konularda önemli çalışmalarınız, kitaplarınız, makaleleriniz var. Bu konular söz konusu olduğunda öncelikle akla siz geliyorsunuz. Sizin bu alana yönelmenizin sebebi nedir?
Benim bu alana yönelmem, elbette ki İlâhî takdirin neticesidir. Ancak bir de müsebbipleri var. Kayseri Yüksek İslâm Enstitüsü öğrenciliğim döneminde hocam olan ve beni yakından tanıyan Prof. Dr. Halis Ayhan gibi bazı hocalarımın ve arkadaşlarımın teşvikleri sayesinde bu alana yöneldim. Onlar, benim eğitim konularına ilgi duyduğumu fark etmiş olacaklar ki, asistanlık sınavları açıldığında “eğitim alanına yönelirsem başarılı çalışmalar yapabileceğimi” ifade ettiler. Ben de bu tavsiyelere uyarak bu alana yöneldim. Bu alanda çalışmaktan da son derecede memnunum… İmam-Hatip Liseleri, Din Kültürü dersleri konularındaki çalışmalara gelince; eğitim alanının asistanı olduk ya... Artık herkes sanki daha göreve başlar başlamaz yetişkin hoca olmuşum gibi sorular yöneltmeye başladılar. Hangi konuda derseniz; Din Kültürü dersleriyle ilgili, imam hatip liselerinin sayısal durumu, öğrenci, öğretmen, mezunlar durumu, ilâhiyat fakültelerindeki gelişmeler... gibi. Henüz işin başında olduğum için o sorulara cevap vermekte zorlandım, yutkundum. Bunun üzerine benim öncelikle bunları öğrenmem gerektiği kanaatine ulaştım, bunları bilmem gerekir diye düşündüm. Öyle başladım ve bildiğiniz gibi, o gün bugün bu konularda kendi çapımda bir şeyler araştırıp, yazıp çizmeye gayret ediyorum.
Sizin çok iyi bildiğiniz ve derslerinizde bize anlattığınız gibi Türkiye’de Cumhuriyet tarihi boyunca ‘Din Bilgisi’ dersleri dönem dönem büyük problemlere, çalkantılara ve engellemelere sahne oldu. Günümüzde de halen din dersi daha doğrusu resmî adıyla “Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi” dersi tartışmalarla gündeme gelmekte. Bunun sebebi veya sebepleri neler olabilir?
1923’te Cumhuriyet ilân edildikten birkaç ay sonra 3 Mart 1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edildi. Bu kanunla Osmanlı devletinde çeşitli isimler altında açılmış olan okulların tamamının yönetimi Millî Eğitim Bakanlığına verildi. Aslında Tevhid-i Tedrisat Kanununda yahut herhangi başka bir kanunda, ne medreselerin kapatılması, ne başka bir mektebin kapatılması, yahut da din derslerinin program dışı bırakılması gibi bir madde, bir hüküm yoktur. Ancak uygulamaya bakıldığı zaman, farklı bir uygulama söz konusu olmuştur. Özellikle 1924’ten 1928’e kadarki zaman diliminde kademeli bir şekilde lâikliğe geçiş yapılmıştır. Bu dönemde Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereği İmam ve Hatip Mektepleri açılmış, birkaç yıl içerisinde kademeli olarak hepsi kapatılmış. O dönemin tek üniversitesi olan Dâru’l-Fünûn İlâhiyat Fakültesi açılmış; 1933’te kapatılmış. Bu arada 1924’de liselerin, 1927’de ortaokulların, 1929 ile 1930’da ilkokullarla öğretmen okullarının ders programından bu din dersleri kaldırıldı. Kısaca ne din eğitimi ve öğretimi yaptıran bir okul ve ne de okul programlarında Din Bilgisi dersi kaldı, hepsi devre dışı bırakıldı. Aynı dönemde İnkılâp Tarihi derslerinde anlatılan olaylar gerçekleşti. 1928’de Harf İnkılâbı yapıldı. Bu tarihten itibaren fiilen lâiklik uygulanmasına geçildi ve dinle devlet işleri birbirinden soyutlandı. Sorunuzda yer alan “Din Kültürü derslerinin neden tartışma konusu olduğu” hususuna gelince, bazıları bu derslere lâiklik ilkesine aykırı olduğu iddiasında olduğu için karşı çıkmakta ve tartışmalara sebep olmaktadırlar. Peki lâiklik din eğitimine karşı mı? Hayır, değil. Zaten şu anki uygulamalar da bunu gösteriyor. Ama o dönemde Millî Eğitimi yöneten insanların düşünceleri, takdirleri öyle olmuş ve bir müddet din eğitimi ve öğretimine ara verilmiş. Peki din eğitimi ve öğretimine bir müddet için de olsa ara verilmesi doğru mu olmuş, yanlış mı olmuş? Kuşkusuz yanlış olmuştur. Zaten bir müddet sonra bunun yanlışlığı da anlaşılmıştır. Çok partili sistem dediğimiz demokratik hayata geçişle birlikte tekrar ve kademeli olarak okul programları arasına Din Bilgisi dersleri konulmuştur. 1949 yılında ilkokulların 4. ve 5. Sınıflarına, 1956’da ortaokullara 1967 yılına geldiğimizde liselerin programına isteğe bağlı olarak Din Bilgisi dersi konulmuştur.
Bir de Ahlâk dersleri var, okul programlarına bu ders ne zaman konuldu?
Ahlâk dersi 1974’te okul programları arasına girdi. Din Bilgisi dersi isteğe bağlı olarak okutulurken, Ahlâk dersi bütün öğrenciler için zorunlu olarak okutulmaya başlandı.
Bildiğiniz gibi, şimdi Din Bilgisi ile Ahlâk dersleri ayrı ayrı değil, Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi adıyla birleşik olarak okutulmaktadır. Bu durum ne zaman ortaya çıktı?
1982’de Anayasanın 24. maddesi gereği Din Bilgisi ile Ahlâk dersi birleştirildi; Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi adıyla zorunlu dersler arasına alındı.
Ama bu birleştirme neticesinde sanki tartışmalar daha da alevlendi, bu konuda neler söylemek istersiniz?
Zorunlu Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersi üzerindeki tartışma meselesine gelince… Bu konuda şunu ifade etmek isterim: Türkiye’mizde dindar veya mütedeyyin olarak nitelendirilen insanların sayısı büyük çoğunluktadır. Onlar bu derslerin programlarının daha iyileştirilerek ve süresinin arttırılarak okutulmasını arzu etmektedir. Ancak kişisel olarak, belki inanç zafiyeti içerisinde olması, belki bilgi noksanlığı sebebiyle kendi değer yargıları açısından bu dersleri lâikliğe aykırı olarak düşünen veya okullarda zorunlu olarak okutulmasını istemeyen insanlar olabilir. Onlar zaman zaman her değişiklikte, her gelişmede hemen tepki göstererek tartışmaya zemin hazırlıyorlar. Şurası kesin ki bu tartışmayı başlatanlar din dersine taraftar olan veya mütedeyyin insanlar değil, karşı düşüncede olanlardır. Tabiî konu bir müddet yüksek dozda tartışılıyor, ama sonra yavaş yavaş tartışmanın harareti sönüyor. Aradan biraz zaman geçiyor, bir bahane ile yeni bir tartışma başlatılıyor. Bu şekilde bütün Cumhuriyet Tarihi boyunca tartışma devam etmiş ve öyle zannediyorum ki, bundan sonra da devam edecek.
—Devami Yarin—
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Öcal kimdir?
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Öcal, 1949 Yozgat doğumludur. 1969 Yozgat İmam-Hatip Okulu, 1974 Kayseri Yüksek İslâm Enstitüsü mezunudur. Meslek hayatının ilk 4 yılında iki ayrı lisede Din Bilgisi öğretmenliği yapmıştır. Sonra Bursa Yüksek İslâm Enstitüsüne o zamanki adıyla Öğretmenlik Bilgisi (Pedagojik Formasyon Dersleri) Asistanı olmuştur. Bursa Yüksek İslâm Enstitüsü 1982’de İlâhiyat Fakültesine dönüştürülüp Uludağ Üniversitesine bağlanınca burada görevine devam etmiştir. Yüksek öğretimdeki hizmet döneminin ilk yıllarında Pedagojik Formasyon dersleri okutmuştur. Sonra Din Eğitimi Anabilim Dalında Yrd. Doç.’lik kadrosuna atanmıştır. 13’ü bilimsel nitelikli, diğerleri bazı arkadaşlarıyla birlikte kaleme aldıkları Ahlâk Dersleri, Millî Eğitim Bakanlığı onaylı Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi ders kitapları olmak üzere 27 kitapta imzası vardır. Ayrıca 70 civarında bilimsel makale ve sempozyumlarda sunduğu bildirileri yayınlanmıştır. İlk kitabı, 1990’da Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları arasında çıkan; “Din Eğitimi ve Öğretiminde Metodlar”dır. Son yayınlanan kitabı ise; 2008’de 3 cilt halinde Ensar Neşriyat arasından çıkan “Tanıkların Dilinden Cumhuriyet Dönemi Din Eğitimi ve Dini Hayat” adını taşımaktadır. |
SALİHA FERŞADOĞLU 02.10.2009 |