Umut YAVUZ |
|
İslâm ekonomisi üzerine araştırmalar yapılmalı |
Soğuk savaş yılları bir bakımdan komünizm ile kapitalizm arasındaki savaşa da sahne olmuştur. Netice itibariyle dinsizliği kendine şiar edinen komünizm bu savaştan mağlûp çıkarken, serbest ekonomi ve özgürlüğü kendine şiar edinen düşünce ise bu çarpışmadan galip çıktı. Soğuk savaş yılları bittikten sonra ise “serbest ekonomi ve özgürlük” maskesi altında hareket eden “hür dünya ve süper güçler” bu maskelerini çıkararak, vahşi kapitalizme evrildiler. Bunun neticesinde ise büyük bir zulüm ve sefalet ortaya çıktı. Evet ne komünizm ne de kapitalizm insanlığın yaralarına devâ olamamıştı. İkisi de son iki yüz yıllık süreçte belli dönemlerde hükümferma olmuş ve insanlığı iki cihetten yok oluşa sürüklemişlerdi. İnsanlık bu iki tâun sebebiyle ahlâken ve ekonomik olarak çöküşe uğradı. Şimdi yaşanan global ekonomik kriz ile vahşi kapitalizmin can çekiştiği söylense de, bu vahşiler, pençelerini insanlığın vücudunda öyle derinlere saplamışlar ki, kısa vadede bu yarayı kapatmak zor görünüyor. Bugün bilhassa büyük şehirlerde yaşayanlar, etraflarında vahşi kapitalizmin yayılışını ve adeta bir sülük gibi insanların kanını emişini rahatlıkla görebilir. Tek amacı kârın maksimizasyonu olan bu zihniyet, netice itibariyle gücün tekelde toplandığı bir sistem oluşturmuş ve elindeki muazzam güç ile daha da sarhoşlaşarak gözü kararmış ve hep daha fazlasını arzulamıştır. Bugün dünya üzerindeki nimetlerin yahut ekonomik tabirle varlıkların ekseriyetine ekalliyet sahiptir. Yani çokluğa, azınlık tahakküm etmekte. Daha tanıdık bir tabirle söyleyecek olursak, “Dokuz kişiye bir pul” düşerken, “bir kişiye de dokuz pul” düşmekte. Zira mevcut ekonomik sistem gereği “birinin zenginliği, ötekinin fakirliğini gerektirmek” zorundadır. Faizin varlığı sebebiyle, sermayenin gücü emeğin ve alın terinin önüne geçmiştir. Bu sistem insanların büyük çoğunluğunu, “creme de la creme” yani kaymak tabakası diye tabir edebileceğimiz sayılı azınlığa ecirli köleler haline getirmektedir. Bugün sözgelimi, İstanbul’da bilhassa yabancı sermaye katılımlı, çok uluslu bazı şirketlerin mantar gibi şehrin her tarafına büyük alış veriş merkezleri inşa etmeleri, aynı çok uluslu şirketlerin borsanın yüzde 70’ten fazlasına sahip olmaları tehlikenin alâmetleridir. Sözkonusu “alış veriş merkezleri” adeta kapitalizmin mabetleridir. Bütün ticarî gelirin tek elde toplanmasına hizmet etmektedir. Mahalle esnaflarının kepenk kapatmalarına sebep olmaktadır. Ve netice itibariyle dar gelirli esnafımızı ve hatta onların çocuklarını da kendi köleleri gibi burada asgarî ücret gibi komik rakamlarla istihdam ederek yavaş yavaş bitirmektedir. Sonra da “biz şu kadar istihdam oluşturduk” diyerek de kahramanlık taslayabilmektedir. İşte bu haksız rekabettir ve kârın tek elde toplanmasına bir örnektir. Mevcut ekonomik sistemde çarklar hep bu şekilde işlemektedir. Bugün dünya üzerinde bazı şirketlerin bir çok ülke ekonomilerinden daha büyük olduğu gerçeği buna somut bir başka örnektir. Herkesin kan ağladığı kriz döneminde ise yüksek oranda kârlar açıklayan Türkiye bankaları da ekonomik sistemin nasıl dengesiz, adaletsiz ve haksız bir sistem olduğunu gösteriyor. Çünkü serbest ekonominin eksiği ahlâk ve zekât, fazlası ise faizdir. Bunlardan arındırılması gerekir. Bu konuda sayfalarca söz söylemek mümkün. Netice itibariyle son iki yüz yılımızı heba eden komünizm ve vahşi kapitalizm’in insanlığa çare olmadığı ortada. Şimdi ise İslâm ekonomisinden bahsediliyor. Bir kurtarıcı olarak mevcut sistem yerine İslâm’ın ekonomik anlayışının bina edilmesi tartışılıyor. Ancak ne yazık ki bu konuda yapılan elle tutulur araştırma ve projeler yok. İslâm ülkelerine ve bu ülkelerdeki üniversitelere düşen ise İslâm’ın ekonomik anlayışı üzerine ciddî bilimsel araştırmalar yapmak ve projeler üretmektir. Bugün değilse bile uzak olmayan gelecekte insanlığın böyle bir arayış neticesinde Kur’ân’a sarılacağı apaçık bir şekilde görülüyor. 21.08.2009 E-Posta: [email protected] |