Mehmet KARA |
|
Ramazan hediyeleri |
Kur’ân ayı, onbir ayın sultanı, Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (asm) “ümmetimin ayı” olarak müjdelediği Ramazan ayına kavuştuk. Bugün orucun birinci günü. Dün ilk teravih namazını kıldık. Bizi bugünlere eriştiren Cenâb-ı Hakk’a şükrediyoruz. Ramazan’ın Kur’ân ayı olması dolayısıyla, bu ayda Kur’ân-ı Kerim okuyarak, teravih namazlarını kılarak, fakirlerle soframızı paylaşarak, zekâtlarımızı ihtiyaç sahiplerine vererek geçireceğiz. Çünkü, bunlar Ramazan’ın manev'î güzellikleri. Bu güzellikleri doya doya yaşamayı dileyerek mübarek ayı tebrik ediyoruz. Bediüzzaman Ramazan Risâlesi’nde Ramazan-ı Şerifin pek çok hikmetlerinden dokuzunu sayarken, birincisinde şöyle söylüyor: “Ramazan-ı Şerifteki orucun çok hikmetleri, hem Cenâb-ı Hakkın rububiyetine, hem insanın hayat-ı içtimaiyesine (sosyal hayat), hem hayat-ı şahsiyesine (şahsî hayatına), hem nefsin terbiyesine, hem niam-ı İlâhiyenin (Cenâb-ı Hakkın nimetleri) şükrüne bakar hikmetleri var…” Bu hikmetlerin şuurunda olarak oruçlarımızı tutmayı Cenâb-ı Hak nasip etsin. * * * Bunları söyledikten sonra gazetemizin “Ramazan kampanyası” hakkında Ankara’da yaptıklarımızı şevk olması dileğiyle aktarmak istiyorum. Geçtiğimiz Ramazan aylarında gazetemiz Cüz cüz Kur’ân, Kur’ân Meali, Kur’ân’ın tefsiri olan Risâle-i Nurları okuyucularımıza hediye etmişti. Bu yıl da farklı bir kampanya düzenledik. Yeni Asya olarak bugünden başlamak üzere üç hafta boyunca ücretsiz, kuponsuz hem de beklemesiz olarak dağıtacağımız üç rehber kitabın ilki olan “100 soruda Ramazan ve Oruç” kitabımızı bugün sizlerin eline ulaştırdık. Böylece kitapçılarda 4 liraya satılan kitaplarımızı gazetemizle birlikte bedava dağıtmış oluyoruz. Haziran ayı sonunda Nevşehir’deki “tiraj buluşmaları” toplantısının hemen ardından hazırlıklarına başladığımız çalışmamızda hedeflediğimiz her kitaptan 10 bin adet olmak üzere toplam 30 bin rakamına ulaştık. Lokantacısından parkecisine, promosyon şirketinden müteahhidine, bakkalından marketine, mobilyacısından, su dağıtım şirketine kadar bir çok esnafa gittiğimizde hep olumlu karşılandık. Promosyon için başvurduğumuz herkes kampanyanın büyük bir hizmet olduğunu söyledi. Özellikle dünyanın içinde bulunduğu küresel krizinin çarelerini 80-85 yıl önce söyleyen Bediüzzaman’ın Ramazan-İktisat Şükür Risâlesi isimli eserinin bu ayda verilmesinin büyük bir hizmete vesile olduğunu dile getirdiler. Lokantalar iftarda müşterilerine, marketler müşterilerine, diğer firmalar da bayram tebriği olarak müşterilerine göndereceklerini ifade ettiler. Duyuruları birçok televizyonda yapılan kampanya çerçevesinde önümüzdeki Cuma günü okuyucularımıza “Ramazan, İktisat ve Şükür Risâlesi”ni, diğer Cuma günü yani 4 Eylül’de de “100 soruda Zekât” kitabını hediye edeceğiz. Ramazan’ın en güzel hediyesinin kitap olduğunu böylece göstermiş olacağız. * * * Bu kampanyamızda başta neşriyat komisyonu sekreteri ve üyelerine, Ankara’da ikamet eden Yönetim Kurulu üyelerimiz Ali Vapurlu ve Sami Cebeci, Ankara Abone ve Dağıtım Müdürü Tuncay Bayram başta olmak üzere bütün temsilcilik çalışanlarımıza, ferdî olarak kitap siparişi alan Abdüssamed ve Seyfettin kardeşlerimize ve bölgelerde bize şevk veren bütün okuyucularımıza teşekkür ve duâ ediyoruz. Promosyon kitaplarımızı Ramazandan bir hafta önce elimize ulaştıran başta Genel Müdürümüz Recep Taşçı ve Abone ve Dağıtım Müdürümüz Saim Çelenli, matbaa da çalışan bütün işçilerimiz başta olmak üzere gazete merkezimizde çalışanlara da tebrik ve takdir etmeyi de unutmayalım… Bu mübarek ayda dualarınızı beklediğimizi belirtirken, tekrar bütün İslâm âleminin Ramazan-ı Şeriflerini tebrik eder, Cenâb-ı Hak’tan hayırlar getirmesini dileriz… 21.08.2009 E-Posta: [email protected] |
Umut YAVUZ |
|
İslâm ekonomisi üzerine araştırmalar yapılmalı |
Soğuk savaş yılları bir bakımdan komünizm ile kapitalizm arasındaki savaşa da sahne olmuştur. Netice itibariyle dinsizliği kendine şiar edinen komünizm bu savaştan mağlûp çıkarken, serbest ekonomi ve özgürlüğü kendine şiar edinen düşünce ise bu çarpışmadan galip çıktı. Soğuk savaş yılları bittikten sonra ise “serbest ekonomi ve özgürlük” maskesi altında hareket eden “hür dünya ve süper güçler” bu maskelerini çıkararak, vahşi kapitalizme evrildiler. Bunun neticesinde ise büyük bir zulüm ve sefalet ortaya çıktı. Evet ne komünizm ne de kapitalizm insanlığın yaralarına devâ olamamıştı. İkisi de son iki yüz yıllık süreçte belli dönemlerde hükümferma olmuş ve insanlığı iki cihetten yok oluşa sürüklemişlerdi. İnsanlık bu iki tâun sebebiyle ahlâken ve ekonomik olarak çöküşe uğradı. Şimdi yaşanan global ekonomik kriz ile vahşi kapitalizmin can çekiştiği söylense de, bu vahşiler, pençelerini insanlığın vücudunda öyle derinlere saplamışlar ki, kısa vadede bu yarayı kapatmak zor görünüyor. Bugün bilhassa büyük şehirlerde yaşayanlar, etraflarında vahşi kapitalizmin yayılışını ve adeta bir sülük gibi insanların kanını emişini rahatlıkla görebilir. Tek amacı kârın maksimizasyonu olan bu zihniyet, netice itibariyle gücün tekelde toplandığı bir sistem oluşturmuş ve elindeki muazzam güç ile daha da sarhoşlaşarak gözü kararmış ve hep daha fazlasını arzulamıştır. Bugün dünya üzerindeki nimetlerin yahut ekonomik tabirle varlıkların ekseriyetine ekalliyet sahiptir. Yani çokluğa, azınlık tahakküm etmekte. Daha tanıdık bir tabirle söyleyecek olursak, “Dokuz kişiye bir pul” düşerken, “bir kişiye de dokuz pul” düşmekte. Zira mevcut ekonomik sistem gereği “birinin zenginliği, ötekinin fakirliğini gerektirmek” zorundadır. Faizin varlığı sebebiyle, sermayenin gücü emeğin ve alın terinin önüne geçmiştir. Bu sistem insanların büyük çoğunluğunu, “creme de la creme” yani kaymak tabakası diye tabir edebileceğimiz sayılı azınlığa ecirli köleler haline getirmektedir. Bugün sözgelimi, İstanbul’da bilhassa yabancı sermaye katılımlı, çok uluslu bazı şirketlerin mantar gibi şehrin her tarafına büyük alış veriş merkezleri inşa etmeleri, aynı çok uluslu şirketlerin borsanın yüzde 70’ten fazlasına sahip olmaları tehlikenin alâmetleridir. Sözkonusu “alış veriş merkezleri” adeta kapitalizmin mabetleridir. Bütün ticarî gelirin tek elde toplanmasına hizmet etmektedir. Mahalle esnaflarının kepenk kapatmalarına sebep olmaktadır. Ve netice itibariyle dar gelirli esnafımızı ve hatta onların çocuklarını da kendi köleleri gibi burada asgarî ücret gibi komik rakamlarla istihdam ederek yavaş yavaş bitirmektedir. Sonra da “biz şu kadar istihdam oluşturduk” diyerek de kahramanlık taslayabilmektedir. İşte bu haksız rekabettir ve kârın tek elde toplanmasına bir örnektir. Mevcut ekonomik sistemde çarklar hep bu şekilde işlemektedir. Bugün dünya üzerinde bazı şirketlerin bir çok ülke ekonomilerinden daha büyük olduğu gerçeği buna somut bir başka örnektir. Herkesin kan ağladığı kriz döneminde ise yüksek oranda kârlar açıklayan Türkiye bankaları da ekonomik sistemin nasıl dengesiz, adaletsiz ve haksız bir sistem olduğunu gösteriyor. Çünkü serbest ekonominin eksiği ahlâk ve zekât, fazlası ise faizdir. Bunlardan arındırılması gerekir. Bu konuda sayfalarca söz söylemek mümkün. Netice itibariyle son iki yüz yılımızı heba eden komünizm ve vahşi kapitalizm’in insanlığa çare olmadığı ortada. Şimdi ise İslâm ekonomisinden bahsediliyor. Bir kurtarıcı olarak mevcut sistem yerine İslâm’ın ekonomik anlayışının bina edilmesi tartışılıyor. Ancak ne yazık ki bu konuda yapılan elle tutulur araştırma ve projeler yok. İslâm ülkelerine ve bu ülkelerdeki üniversitelere düşen ise İslâm’ın ekonomik anlayışı üzerine ciddî bilimsel araştırmalar yapmak ve projeler üretmektir. Bugün değilse bile uzak olmayan gelecekte insanlığın böyle bir arayış neticesinde Kur’ân’a sarılacağı apaçık bir şekilde görülüyor. 21.08.2009 E-Posta: [email protected] |
H. İbrahim CAN |
|
Irak'taki intihar saldırılarının ardında kim var? |
Önceki gün Bağdat’ta patlayan bombalar 95 masumun hayatına mal olurken, 600 kişiyi de yaraladı. Dışişleri ve Maliye Bakanlıkları harap oldu. En güvenli denilen bölge kan gölüne döndü. Peki neden? Sizin aklınıza böyle bir haince saldırıyı kimin ya da kimlerin yapmış olabileceğine dair bir cevap geliyor mu? Amerikalılar gayet isteksiz bir şekilde çekildi Bağdat’tan. Iraklılar o günü bayram ilân etti. Askerî yetkililer Irak’ta durumun gergin olduğunu, bu yüzden şehirlerden çekilmenin iyi bir fikir olmadığını söylerken, Maliki hükümeti kontrolün ellerinde olduğunu ve şehirlerin güvenliğini sağlamak için Amerikan askerine ihtiyaçları olmadığını savundu. Ve daha aradan iki ay geçmeden yüzlerce insan failleri asla bulunamayan intihar saldırıları ile öldü. Amerikalılar Iraklıları, Şiîiler Sünnîleri ve eski Baasçıları suçluyor bu saldırılar için. Amacın da gelecek Ocak ayındaki seçimleri etkilemek olduğu ileri sürülüyor. Sünnîler seçim sonrası kurulacak hükümete dahil olmak isterken, Malikî’nin yine Şiîlerin öncülüğünde bir hükümet kurmayı planladığı yorumları yapılıyor. Malikî hükümeti Bağdat’taki bu tür patlamalara karşı güvenlik sağlamayı amaçlayan koruyucu duvarları kaldırmaya hazırlanıyor. Maksat halka güvende olduğu hissini vermek. Hükümet bunu sağlayamazsa Amerikan güçlerinin çekilmesini ve seçimleri kazanmayı garanti edemeyeceğini biliyor. Peki sizce bu sayılan şüpheliler ve sebepleri size inandırıcı geliyor mu? Neden bu intihar saldırıları genellikle Irak’ta ve Afganistan’da oluyor? Sizce Iraklı rakip gruplar—Şiîler, Sünnîler, Kürtler—intihar saldırıları ile kendi lehlerine bir sonuç elde edebilirler mi? Bunlar benim gibi bir çok kimsenin kafasında dönüp duran sorular. Bu saldırıların failleri bulunana ve başarıyla sorgulanana kadar gerçek cevapları asla bilemeyeceğiz. Böyle bir ihtimalin bulunmadığını ise hepimiz biliyoruz. Bu tür çok bilinmeyenli olaylarda uzmanlar hemen şu soruyu sorar: “bu olaydan kimin çıkarı var?” Çünkü çıkarı olmayan birisi ya da birileri bu tür saldırıları gerçekleştirmez. Irak’taki tarafların bu tür saldırılarla bir yarar elde edemeyeceklerini, ülkedeki istikrarsızlığın hiçbir tarafa yarar sağlamayacağını sağduyulu herkes anlıyor. Öyleyse başka kimin çıkarı olabilir? Irak’tan çekilmek istemediğini, kendilerinden sonra Irak’ın iç savaşa düşeceğini, ülkenin yeniden imarının gerçekleşemeyeceğini ileri süren Amerikalılar ve müttefiklerinin kendilerine hâlâ ihtiyaç bulunduğunun anlaşılmasından çıkarı olduğu açık. Irak’ın istikrarsızlığının düşman sayısını azaltacağını düşünenler de olabilir. Son saldırıların profesyonelliği de, saldırılarda yabancı örgütlerin parmağı olabileceği kuşkusu uyandırıyor. Bütün Irak halkında seçimlere doğru şiddetin artacağı korkusu hakim. Bu toplumsal korkuyu beslemek için her şey yapılıyor. Umarız; bir yandan Irak’lı gruplar sağduyulu davranırken, öbür taraftan hükümet bütün imkânlarını kullanıp bu saldırıların gerçek failini ortaya çıkarır. Hiç değilse bu mübarek Ramazan ayını masum insanların huzur içinde geçirmesi için duâ ediyoruz. Not: Bu vesile ile bütün okurlarımın mübarek Ramazanlarını tebrik ediyorum. 21.08.2009 E-Posta: [email protected] |
Şaban DÖĞEN |
|
Cennete uçuş denemeleri |
manın hem nur, hem kuvvet olduğunun bildirildiği 23. Söz’de hakikî imanı elde eden adamın kâinata meydana okuyacağı ve imanının kuvvetine göre hadiselerin baskılarından kurtulup, “Allah’a tevekkül ettim” diyerek hayat gemisinde olayların dağlarvarî dalgaları içerisinde tam bir güvenle gezeceği, bütün ağırlıklarını sonsuz güç sahibi Allah’ın Kudret Eline bırakıp rahatla dünyadan geçip Kabir âleminde istirahat edeceği ve sonra da ebedî saadete girmek için Cennete uçabileceği belirtilir. Cennete uçmanın kısa ve özlü formülü bu. Temelinde güçlü bir iman var, tevekkül var… İmanın verdiği enerjiyle hayat gemisinin dağlar gibi dalgaları içerisinde batmadan yol alabilecek, sonuçta Cennete uçacaktır. Farzları yaparken, haramlardan kaçınırken ve musîbetlere karşı göğüs gererken hayat gemisini rotasında tutar, sonuçta Cennet limanına varırız. Üç aylar derken Ramazan limanında demirleyen hayat gemisi bu ayda, özellikle Cennete uçma denemelerine girecek. Üç aylar, Kandil geceleri, hatta hayatın her anı aslında Cennete uçuş denemeleri değil midir? Ramazan’da bir nev’î melekleşerek, maddeten ve manen Cennete lâyık hâle gelme eğitimlerinden geçeriz. Mükemmel insan olma antremanları yaparız. Allah’ın rızasını yakalama egzersizlerine gireriz. Zaten hayatın gayesi de emirlerini tutup yasaklarından kaçınarak Allah’ın rızasını elde etmek değil midir? Ramazan’ın ve orucun kazandırdığı sayısız maddî ve manevî hikmetler hep bu hedefe ulaşmak içindir. Kur’ân okuyarak Rabbimizin kelâmını anlama, hayatımızı ona göre şekillendirme, bunun için gayret sarf etme hayata anlam kazandırır. Acz, zaaf ve fakrımızı anlayarak kulluğun şuurunu daha yakından hisseder, kulluğa daha bir canla başla yönelir; şeref, zevk ve şevkini daha bir canlılıkla hisseder; tuttuğumuz oruç, kıldığımız namaz, yaptığımız hayır ve hasenatlarla heyecanını duyar, bu manevî pazardan azamî derecede kârlı çıkmaya bakarız. Madem Cennetin yolcularıyız. Bu misafirhane ve bu konaklama yerinde, ikinci bir denemesi olmayan bu misafirlikte misafirhane Sahibini hoşnut edebilmek için iyilik, güzellik namına ne varsa yapmada yoğunlaşır; diğer yaratıklardan üstünlüğümüzü, diğer zamanlardakinden farklılığımızı fark edilir derecede gösteririz. Cennete uçma denemelerinin talimlerini yapacağımız Ramazan-ı Şerifin şahsımız, ailemiz, milletimiz, âlem-i İslâm ve insanlık için hayırlar getirmesini Cenâb-ı Haktan niyaz ediyorum. 21.08.2009 E-Posta: [email protected] |
M. Latif SALİHOĞLU |
|
Yeni Çağ'da eski kafa |
Yedi senedir ülkeyi tek başına yöneten mevcut iktidar partisinin en hayatî meselelerde bile Bediüzzaman Said Nursî'yi "unutması"na rağmen, medya ve fikir çevreleri o zâtı unutmadı, unutmuyor, unutamıyor... Nitekim, büyük bir gürültü ile yeniden gündeme getirilen "Kürt açılımı" konusunda da tablo değişmedi, bilinen durum bir kez daha aynen müşahade edildi: Hükümet ve parlamento Bediüzzaman'a karşı tam mânâsıyla l–â–k–a–y–t, medya ve fikir sahipleri ise, nisbeten duyarlı, ilgili, alâkalı... Medya ve düşünce adamlarının Bediüzzaman'a ilgisi, çoğu zaman olduğu gibi, yine birbirine zıt iki sûrette tezahür etti: Kimisi müsbet, kimisi de menfî mânâda söz etti Said Nursî'den. Üstad Bediüzzaman, Risâle–i Nur'a tenkit niyetiyle ilişenlerin dahi müşteri olabileceğini, ancak lâkayt kalanların müşteri olma ihtimallerinin yok denecek derecede zayıf olduğunu nazara verir. (Bkz: Barla Lâhikası, s. 161; yani, 28. Mektubun 8. Meselesinin 3. Nüktesi.) Bu noktadan bakınca, hükümet ve devlet birimlerinin aksine, millet ve sivil kesimin göstermiş olduğu "Bediüzzaman duyarlılığı" ümit tazeleyici ve memnuniyet verici bir mahiyet arz ettiği söylenebilir. Bediüzzaman Hazretlerinin fikir ve maksadını doğru anlayan ve ondan müsbet mânâda söz edenleri biliyoruz. Onları yürekten tebrik ediyoruz. Özellikle, Yeni Asya'nın "Açılımda Bediüzzaman niye yok?" manşetine dikkat çekerek, Hz. Üstad'ın bundan bir asır evvel serd etmiş olduğu hakikatli Medresetüzzehra projesini takdirle yâd eden Yeni Şafak yazarı Hakan Albayrak'ı biz de takdir ile alkışlıyoruz. Bu arada, Bediüzzaman aleyhtarlığında hep liste başı olduğu bilinen Cumhuriyet gazetesini dahi geride bırakırcasına menfî bir tutum sergileyen Yeni Çağ isimli gazetenin 11 Ağustos (2009) günkü manşet haberine de kısaca değinmek ihtiyacını hissediyoruz. MHP içindeki muhalif bir kanadın sözcülüğünü yapan bu gazetenin söz konusu manşet haberi aynen şöyle: "NURŞİN'İN SIRRI!" "Abdullah Gül'ün 'açılım' başlattığı Nurşin, cumhuriyet düşmanlığıyla bilinen Said–i Nursî'nin ilk medrese eğitimini aldığı yer çıktı..." Nursî ile ilgili olarak içinde doğru bilginin kırıntısı ve zerresi dahi bulunmayan bu ifadelerden sonra, haberin detayında da birbiriyle çelişen bir düziye ifade sıralanıyor. Özetlemek gerekirse, baştan sona yanlış, uydurma ve kasıtlı şekilde sunulduğu anlaşılan bu habere göre, 1) Yapılan 'açılım'ın Said Nursî ile kasıtlı bir bağlantısı var. 2) Said Nursî, ilk medrese eğitimini Nurşin'de (Güroymak'ta) almış. Tağ Medresesi, bu ilçeye bağlı imiş. 3) Said Nursî, aynı zamanda bir cumhuriyet düşmanıdır. 4) Nursî, cumhuriyete, çağdaş rejime düşman olduğu ve siyasî maksatla dernek kurduğu için sürgünden sürgüne gönderilmiş. mahkemeden mahkemeye sevk edilmiş. Hakikati ters yüz eden ve bilgi zaafiyeti ile mâlûl olduğu her yönüyle anlaşılan bu tuhaf iddialara karşı şimdilik vereceğimiz cevap kısaca şudur: 1) Gerek Cumhurbaşkanı Gül'ün ve gerekse içinden geldiği siyasî kadronun Nurşin üzerinden Said Nursî ile bir bağlantıları yoktur. 2) Said Nursî'nin ilk medrese eğitimini gördüğü Tağ Köyü, Nurs'a çok yakın olup Nurşin'le herhangi bir bağlantısı yoktur. Bu köy, İsparit nahiyesi, dolayısıyla Hizan ilçesine bağlıdır. Bu uydurma haberi hazırlayanlar, kaynak gösterdikleri kitaptan (Bilinmeyen Taraflarıyla BSN) yanlış iktibas yaptıkları gibi, Tağ Köyü ile Nurşin Karyesi arasındaki o uzun mesafeyi de adeta yutarak kısaltmışlardır. (Bediüzzaman, önce Tağ'da, ardından Hizan'da, üçüncü olarak da Nurşin'de medrese eğitimi almış; ancak, en kısa süreyi Nurşin'de geçirerek köyüne dönmüştür.) 3) Said Nursî'nin cumhuriyet düşmanı olduğu iddiası, tamamen ve yüzde yüz bir yalan ve iftiradan ibarettir. Üstelik, artık modası geçmiş, bayatlamış ve ancak dünyadan bihaber kimselerin inanabileceği kuru bir yafta şeklinde ortada sırıtıp duruyor. 4) Said Nursî'nin cumhuriyet ve çağdaşlığa muhalif olduğu, siyasî amaçlı dernek yahut zararlı cemiyet kurduğu iddiası, acaba hangi mahkeme tarafından kabul edilmiş? Cebrî sûrette 35 sene müddetle çıkarıldığı hangi mahkeme, onun bu noktada herhangi bir suçu olduğunu tesbit etmiş de ceza kesmiş? Var mı böyle bir şey? Gösterebilir misiniz? Elbette hiçbir deliliniz, hiçbir ispatınız yok ve gösteremezsiniz. Ama, buna rağmen yine de ortaya çıkıp kendini adâletten, hukuktan, mahkemeden bile üstün görerek iftiralı suç icad etmede pek mahir görünenler var ülkemizde, ne yazık ki... Fakat, bunlar da pek heveslenmesinler. Meydan boş değil. Bilsinler ki, mesnetsiz iddiaları doğru bilgilerle çürütecek, iftira süprüntülerini toplayıp çöpe atacak, buna mukabil hak ve hakikati olduğu gibi gözler önüne serecek binlerce Nur kahramanı var bu vatanda. Selâm, Hüdâ'ya tâbi olanlara olsun. ..................................... NOTLAR 1) Bütün okuyucularımızın Ramazanını tebrik ve tes'id eder, bu mübarek ayın nice hayırlara vesile olmasını Cenâb–ı Hak'tan niyaz ederim. 2) İzinde olmamız hasebiyle kaza haberini geç öğrendiğim İzmit'ten Necdet Turgut Ağabeyim ile Edirne temsilcimiz Mehmet Daşkıran kardeşime geçmiş olsun diyor ve Cenâb–ı Hak'tan âcil şifâlar diliyorum. 3) Yine izinde iken vefat haberini almış olduğum Balıkesir'den Hasan Aktunç Ağabeyime de Allah'tan rahmet ve mağfiret diler, ailesi ve yakınlarına taziyetlerimi surarım. MLS 21.08.2009 E-Posta: [email protected] |
Halil USLU |
|
Bir vefat, bir düğün |
Nüfusun büyümesi, cemaatlerin çoğalması, dostların geniş tabakalara yayılması, bizleri kısa zaman diliminde düğünlerden ölümlere götürmektedir. Esasında ölümler, ebediyete inananlar için Hz. Mevlânâ’nın ifadesiyle “şeb-i arus” yani dügün gecesi, yani sevgiliye kavuşma ânı. Onun için Hz. Mevlânâ, Hakk’a vuslatının son anlarında yakınlarına, aile dostlarına ferman eder: “Pilavları yapın, helvaları dağıtın.” Bu haslet, Mevlevîlerce asırlardır devam eder. Geçtiğimiz pazar günü Hakk’a vuslat eden, demokrat, şefkat kahramanı ve hayırsever annemiz Zeynep Özel merhumenin, Karaman ilimizdeki defin işlemine ve taziyesine arkadaşlarımla katıldık. Kendi evinin bahçesinde toplanan can dostlarına günün mânâ ve ehemmiyeti üzerine yaptığım konuşmada, Hz. Mevlânâ’nın bu durumunu takdim etmiştim. Yemekten sonra bir “kast-ı tevafuk” Zeynep annemizin oğlu, eski milletvekilimiz, kıymetli kardeşim Recep Özel’in eşi Nurdan Özel hanımefendi, bugüne has olarak getirdiği özel helvaları misafirlere ikram ettiler. Özel ailesi fevkalade bir teslimiyet ve numune-i imtisâl bir tavır ve âhenk içinde idiler. Çünkü 15 gün önce de Recep beyin eşi Nurdan kardeşimizin babası, can dostumuz Hasan Aktunç ağabeyimiz, Hakk’ın rahmetine vuslat etmişti. Takdir-i İlâhî, iki hafta sonra ise bu sefer Recep Özel beyin annesi vefat etti. Ayrıca her iki mevtânın üç aylar içinde ve Ramazan-ı Şerif öncesi dar-ı bekaya avdet edişi çok harika bir vuslattır, çoklara nasip olmaz… Zeynep teyzemiz, münevver bir hanımefendi idi. 95 yaşında olmasına rağmen hafızası, ülkenin meselelerine vukufiyeti, neşriyatı takibi, yoksullara çare feryadı ve ihtilâl dönemlerinde dahi demokrat misyondan taviz vermeyen şehameti unutulmaz bir hadise ve genç bayanlara bir ders-i ibrettir. Bu nevî hanım annelerimizin sayıları çok azaldı. Hüzün duydum, cenazeye ulaşmak için çok gayret gösterip A. Çömçe hocanın himmetleriyle yetiştim. Gözlerim doldu, çok duygulandım. Ruhu ebeden şad olsun.. Gerek bu vefat konuşmamda, gerekse cenazeden bir hafta önce muhterem ağabeyimiz Fikri Günen’in Ereğli ilçesinde geniş bir zeminde deruhte ettikleri torunlarının sünnet merasiminde de dediğim gibi; Dünya Sağlık Teşkilatı’nın tespitine göre, büyük dünya ailesinde günde 400 bin çocuk dünyaya gelmekte ve yılda takriben 56 milyon kişi vefat etmektedir. İlâhî takdir ve nizam-ı Rabbânî böyle. Bir yanda düğünler, bir yanda vefatlar... Yine tespitlere göre; 7 milyarlık dünya ailesinin erkek kısmının yüzdü 34’ü sünnetli. Hıristiyan dünyasında sünnete uyanlar da gittikçe artmaktadır. Nitekim, geçtiğimiz yıllarda Kanada’da Dünya Sağlık Örgütü tarafından düzenlenen “AIDS Hastalığından Korunma” başlıklı sempozyumda, ABD eski devlet başkanı Bill Clinton, konuşmasında: “Bizler artık Hz. Muhammed’in (asm) sünnetine yeşil ışık yakmamız lâzımdır” demiştir. Bunlar gösteriyor ki; yapılan her işte insanlık âlemine örnek olmak lâzımdır, cenazeden sünnet düğünlerine kadar. Günen ailesinin sünnet düğünü de model düğündü. Çünkü o kalabalık salonda Kur’ân tilâveti, ilahi sesleri, mevlid-i şeriften parçalar ve günün mânâsına uygun konuşmalar oldu. Bu cihetle uzun yıllar iman-Kur’ân davasında, karada denizde, dört mevsimde ve Türkiye’de-Almanya’da 40 yılı aşkın manevi bir rüzgâr içerisinde birlikte koştuğumuz dâvâ arkadaşım Fikri Günen’i ve ailesini tekrar tebrik ediyorum. Ayrıca hem Özel ailesinin cenazesine, hem de Günen ailesinin sünnet düğününe iştirak eden aziz can dostlarımı, melekler gibi ben de alkışlıyorum. 21.08.2009 E-Posta: [email protected] |
Süleyman KÖSMENE |
|
Rahmetle uyanan dünyamız |
Zaman korkunç bir fırtına, dehşetli bir hortum. Her şeyi sürükleyip sonsuzluklar ülkesine götürmekte. Dünyamız, mahşer meydanı etrafında titiz bir dâire çi-zerken, üzerinde yaşayanlara her fırsatta Mahkeme-i Kübrâ’yı, hesabı, büyük sorguyu ihtar edercesine deprenmekte, her fırsatta asık ve ekşi yüzünü göstermekte, her fırsatta sert mîzâcıyla celâl ve izzet Sahibi Rabb-i Zülcelâl’i hatırlatmakta. Yuvarlanıp giden dünyamız içinde biz de varız. Biz de dünyamızla birlikte sür’atle, sağa sola sapmadan, ebediyete doğru yol almaktayız. Dehşetli bir yolculuk, dem ve damarlarımıza işlemiş. Gidiyoruz. Aldanmakta çâre yok. Yolumuzu bazen rahmet ve mağfiret günleri de kesmese, nice olurdu hâlimiz Yâ Rab? Günahlarımızla, isyanlarımızla, cürümlerimizle, hatâlarımızla, kusurlarımızla, noksanlıklarımızla, hâlimiz ne olurdu? Zât-ı Zülcelâl’ine sonsuz şükürler olsun ki, rahmetin var! Cemâl Sahibi Zât’ına sınırsız hamd ü senâlar olsun ki mağfiretin var! Kemâl Sahibi Zât’ına hesapsız minnettârız ki, bizimle günahlarımızla, kusurlarımızla, zaaflarımızla değil; affınla, bağışlamanla, muhabbetinle, lütfunla, merhametinle muâmele buyuruyorsun. Rabb’im; bu kıymet biçilmez rahmet günlerine bizleri ulaştırdın; kadir ve kıymetini bilmeyi de nasip ve müyesser kıl. Bizleri “kıymet bilmeme” vahâmetinden koru! Bizleri “kadir bilmeme” körlüğünden muhafaza buyur! Bizleri nankörlük belâsından halâs eyle! Rabb’im, bizleri şükredenlerden eyle. Âmin. Bu sabah uyandık ki, rahmetin gölgesi üzerimize düşmüş. Rahmet, yolumuzun üzerinde. Hani yolda sokakta yürürken, elimizi uzatsak ona ulaşacağız, gözümüzü ve gönlümüzü açsak ona ereceğiz, yüreğimizi yoklasak onu yüreğimizde bulacağız. Çünkü o bize canımız kadar yakın, ruhumuz kadar bizim içimizde, kalbimiz kadar bizim derinliğimizde. Biz onunla olabilirsek eğer! Çünkü o Allah’ın kâinâtı ihâta eden, âlemleri kuşatan, dünyayı ve âhireti kabzası içine alan Rahmân ve Rahîm isimlerinin eseri. Çünkü o Kur’ân ay’ı, Rahmet ay’ı, Ramazan ay’ı, Oruç ay’ı. Bizi ona, varlığımızı ibâdetine, rûhumuzu rahmetine, duygularımızı muhabbetine eriştiren Rabb-i Rahîm’e kâinâtın zerrâtı adedince hamd ü senâlar olsun. **** Bu ayda Kur’ân arzımıza indi, aramıza indi, gönlümüze indi. Onun inişini farz oruçla kutlamak ve tebrik etmek ne büyük kadirşinaslık! Bu bir ay’ın içini gelin, Kur’ân’la dolduralım. Onu defalarca okuyalım; üzerinde düşünelim; âyetlerini tefekkür edelim; mesajlarını alalım; Sâni-i Zülcelâl ile bire bir muhatap olalım; O’na yönelelim, O’na müteveccih olalım; O’nun marziyâtının, râzı olduğu şeylerin ve bizden istediklerinin ne olduğunu öğrenelim; O’nunla dolalım; O’nunla taşalım bu ay. **** Bu ay Rahmet ayı. Rahmet bekleyen, rahmete muhtaç ve rahmete muntazır bizler, küçüklerimize, büyüklerimize, yaşlılarımıza, hastalarımıza, kimsesizlerimize, yetimlerimize birer “merhamet meleği” kesilmeyi ihmal etmeyelim. Ağlayan çocuktan, düşen yaşlıya kadar; inleyen hastadan, hüzünsüz günü geçmeyen garip ve kimsesizlere kadar her yürek sahibi, ilgi ve merhamet alanımıza muhakkak girsin. Onlara yüzümüz bir başka gülsün, gönlümüz bir başka eğilsin, kucağımız bir başka açılsın, ellerimiz bir başka uzansın, yüreğimiz bir başka çarpsın bu ay. Yaklaşalım ki, Allah’ın yakınlığını kazanalım. Merhamet edelim ki, Allah’ın rahmetine nâil olalım. Sevelim ki Allah’ın rızâsına erelim. Verelim ki, Allah’ın sonsuz ikramlarına erişelim. Kucaklayalım ki, Allah’ın şefkatine ulaşalım. Allah’ın izni ile, inâyeti ile, bereketi ile. **** Rahmet ayının bütün İslâm âlemi ve bütün insanlık için hayra, muhabbete, sevgiye, dostluğa, barışa, kardeşliğe vesîle olmasını Rabb-i Rahîm’den niyaz ederim. Bu ay hürmetine niyaz edelim ki, Müslümanların, mâsumların ve mazlûmların üzerinde dönüp duran kara bulutlar dağılsın, savaşlar kalksın, hîleler, hurdalar, tuzaklar nihâyete ersin, adâvetler son bulsun, husûmetler bitsin, dargınlıklar ve kırgınlıklar gönül bahçemizden kovulsun. Mübârek Ramazanınızı tebrik ederim. Farz orucunuzu tes’îd ederim. Her şey gönlünüzce olsun. Kalbinize, rûhunuza, evinize, barkınıza, yuvanıza, işinize, dünyanıza, âhiretinize nûr ve bereket dolsun. 21.08.2009 E-Posta: [email protected] |
Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Asker ne yapıyor? |
MGK Genel Sekreterliğinin sivilleştirilmesi ve İzmir’deki NATO karargâhının lâğvı ile açıkta kalan iki orgenerallik rütbesini, son YAŞ toplantısında, karargâhta iki yeni alan açarak doldurmak suretiyle orgeneral sayısını yine 15’e tamamlayan Genelkurmay, böylece üst düzey kadrosunu tahkim etmiş oldu. Albay Çiçek imzalı belgenin kızıştırdığı askerî-sivil yargı tartışmasından sonraki gelişmeler de, sivil yargıda bir geri çekilme tablosu çiziyor. (Çiçek’in, MGK’daki Psikolojik Harekât Dairesi lağvedildikten sonra aynı işlevi görmek üzere Genelkurmay bünyesine alınan Bilgi Destek Daire Başkanlığında görevli olduğu ve belge gündeme geldikten sonraki her aşamada Genelkurmay’ın Çiçek’e sahip çıktığı unutulmamalı.) Bilindiği gibi Çiçek’le ilgili ilk soruşturmayı yapan Askerî Savcılık “kovuşturmaya yer olmadığı”na karar vermişti. Ergenekon savcıları devreye girince Çiçek önce tutuklandı, ama 18 saat sonra serbest bırakıldı. İstanbul Savcılığının en son kararı ise, “suç yeri”nin Ankara olduğu gerekçesiyle dosyayı Ankara Savcılığına göndermek oldu. Bu arada, Çiçek’in, kendisini tutuklatan Ergenekon savcıları için HSYK’ya, hakkındaki yayınlar için de RTÜK’e yaptığı şikâyetler işlemde... Öte yandan, Meclisten ve Çankaya onayından çıkıp yürürlüğe giren “askere sivil yargı” kanununa ve ayrıca Askerî Yargıtay’ın da bu paraleldeki bir kararına rağmen, Genelkurmay Askerî Mahkemesi, tutuklu olarak yargıladıkları bir sivilin sivil mahkemeye sevk edilme talebini reddetti. Ve bu durum, 367 formülünün mûcidi Sabih Kanadoğlu’na ait “Askerî mahkeme, ‘askere sivil yargı’ kanununu re’sen uygulamayabilir” içtihadının tatbikattaki ilk örneği olarak yorumlandı. Yine İstanbul Savcılığı, Çevik Bir hakkındaki suç duyurusuyla ilgili olarak görevsizlik kararı verdi ve dosyayı Askerî Savcılığa intikal ettirdi. Keza, Güven Erkaya’ya hakkını helâl etmediği için, Abdurrahman Dilipak’ın evi haczedildi. Bunları alt alta koyunca, sistemdeki asker vesayetinin artarak sürdüğü sonucu çıkmıyor mu?
Madalyonun diğer yüzüne bakınca... Ancak, yine askerî cenahta madalyonun diğer yüzüne bakınca farklı gelişmeler de görüyoruz. Meselâ, Fatih Çekirge’nin aktardığına göre, Van’ın Bahçesaray ilçesindeki bir tepeye yazılan “Ne mutlu Türküm diyene” yazısı “Önce vatan” şeklinde değiştirilmiş ve halk bunu “mâkul devletin işi” olarak yorumlamış. (Hürriyet, 17.8.09) Bilindiği gibi, Kürt nüfusun ağırlıklı olduğu o bölgelerde dağa taşa kazınan “Ne mutlu Türküm diyene” yazıları öteden beri etnik hassasiyetleri inciten ağır bir tahrik olarak görülüp ya kaldırılmaları ya da değiştirilmeleri isteniyordu. Temennîmiz, Bahçesaray’da yapılan değişikliğin lokal ve geçici bir durum olmayıp yaygınlaştırılması ve o yazıların tamamen değiştirilmesi. Dikkat çeken bir diğer olay, geçenlerde hayatını kaybeden iki DTP’linin ailelerine, o mahaldeki komutanlarca taziye ziyaretinde bulunulması. Bir başkası da, başörtüsüyle ilgili olarak verilen ve eski uygulamadan çok farklı görüntüler. Harp Akademileri Komutanlığındaki mezuniyet töreninde davetliler arasında göze çarpan başörtülüler için “İslâm ülkelerinden gelen ve akademide eğitim gören subayların yakınları” denilmişti. Ama benzer görüntüler, 1. Ordu Komutanlığındaki devir-teslim töreninde de tekrarlanınca, zihinlerde, “Acaba anneleri, evlâtlarının yemin merasimini dahi telörgülerin arkasında, dışarıdan izlemek mecburiyetinde bırakan katı uygulamadan vaz mı geçiliyor?” suali belirdi. İnşaallah öyledir ve temennî ederiz ki, asker, halk nezdindeki imajına çok büyük zarar veren bu gibi yanlışları düzelterek milletle kucaklaşsın. Ama bunlar inandırıcı bir samimiyetle yapılsın; azalan halk desteğini tekrar takviye edip, sistemdeki konumunu da pekiştirerek, demokrasiye müdahale girişimlerini daha da yoğunlaştırma amaçlı taktik manevralar olarak algılanmasın. 21.08.2009 E-Posta: [email protected] |
Nejat EREN |
|
Ayların sultanını karşılarken |
Recep’le başlayıp, Şaban’la devam eden mânevî atmosferden bugün itibariyle ayların sultanı Ramazan-ı Şerif’e bu yıl da mutlu ve bahtiyar bir şekilde kavuştuk, sonsuz şükürler olsun Rabbimize. Hepimize mübarek olsun. Gönül, kalp ve ruh dünyamıza intibahlar getirsin, inşaallah, âmin. Asrın sahibi, mânevî mu’cizevî Kur’ân tefsirinde her konuda olduğu gibi bu konuda da harika tesbitler ve muhteşem hükümlerle bu mübarek ayın insanın şahsî ve cemiyet hayatında ne gibi tesir ve değişiklikler yaptığının etki alanı ve neticelerini gayet güzel bir şekilde ifade ediyor. “Ramazan-İktisat-Şükür Risâleleri” bunun en güzel örneği. Şuâlar’daki şu tesbiti ise muhataplarını bambaşka âlemlere götürüyor: “Dünyayı unutmak, Ramazan’ımızı âsude geçirmek düşünürken, hatıra gelmeyen ve bütün bütün tahammülün fevkinde bu dehşetli hadise hem benim, hem Risâle-i Nur’un, hem sizin, hem Ramazan’ımız, hem uhuvvetimiz için ayn-ı inayet olduğunu ben müşahede ettim. Bana ait cihetinin ise çok faydalarından yalnız iki üçünü beyan ederim. “Biri: Ramazanda çok şiddetli bir heyecan, bir ciddiyet, bir iltica, bir niyazla müthiş hastalığa galebe ederek çalıştırdı. “İkincisi: Her birinize karşı bu sene de görüşmek ve yakınınızda bulunmak arzusu şiddetliydi. Yalnız birinizi görmek ve Isparta’ya gelmek için bu çektiğim zahmeti kabul ederdim” (Şuâlar, s. 262) Sevgili Peygamberimizin (asm) “Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır. Cehennemin kapıları kapanır. Ramazan’da şeytanlar zincire vurulur” müjdesinin bire bir yaşandığı bir mevsime bugün merhaba diyoruz. Mekâna, eşyaya, kişilere, zamana değer katan, her şeyi yaratan ve sahibi olan Allah’ın ona verdiği önem ve ehemmiyettir. Bu anlamda Cenâb-ı Hak kamerî ayların üçüne, diğerlerinden daha fazla sevap kazanma imkânı koymuş ve zamanda diğerlerinden üstün tutmuştur. Bu aylara ‘üç aylar’ diyoruz. Üç ayların diğer iki kudsiyeti olan Recep ve Şaban aylarını hakkını vererek veya veremeyerek geçirdik. Artık onları geri getirme imkânımız yok. Şimdi sırada iyi değerlendirmemiz gereken, manevî hayatımız adına çok önemli bir ay var: Ramazan. Kur’ân’da ve hadislerde bu aya özel bir önem verilmiştir. İslâm kültürü adına çok zengin bir kavramlar armonisi de tap taze olan çocuk ruhlarından başlayarak ona muhatap olan herkesi içine alan bu manevî atmosferin ana kaynağını oluşturan hoş ifadelere bir göz atalım: Ramazanın ilk şeairlerinden olan “Teravih”le dün akşam muhatap olduk. Bu gün şafaktan önce “sahurla” müşerref olduk. Bu akşam da “iftarla” tanışacağız. “Oruç” kelimesi, İslâm âleminde olduğu kadar bütün beşeriyette de ayrı bir hava ve atmosferi ister istemez beraberinde getiriyor. Müslüman olan “oruç” kavramıyla İlâhî nimetlerin ve ihsanların had safhaya çıktığının manevî hazzını yaşarken, “kulluk” vazifesi olarak da Rabbine karşı acizliğini, tazimini, köleliğini, emrine uymanın, nehiylerinden kaçınmanın lezzetini yaşıyor. “Abd” olmanın had safhası olan yasaklarla da üstün bir teenni ve dikkate muhatap oluyor. Nefsi duygulardan arınmış “melekiyet” mânâsını çağrıştıran ve bütün benliğini kavrayan ayrı bir hâli yaşamaya başlıyor. Kur’ân’ın hâkimiyetini, tazeliğini ve etkisini devam ettiren en büyük şeâirlerden olan bütün camilerde, mahallelerde ve bire bir evlerde tatbik edilen “mukabele” adı altında “Kur’ân okuma” hadisesi ve kavramı, kâinatta olduğu kadar ruh ve gönüllerde de ayrı bir coşkuyu beraberinde getiriyor. Sosyal hayatın zembereğini teşkil eden; “fitre ve zekâtıyla” kulluk adına zirveye çıktığı, yardımlaşmanın diğer zamanlara göre daha fazla olduğu bir aydır Ramazan. Allah Resûlü (asm) istifade edebilenler için Ramazan’ın bir imkân ayı olduğunu anlatır. Zira o zaman mü’minin işi kolaylaşmaktadır. Çünkü bu ayda şeytanın, nefis düşmanına yardımı azalıyor. Bütün mü’minler, dostlar ve akrabalar arasındaki “dâvetler” ve karşılıklı münasebetler aynı zamanda gençler ve çocuklarda da çok ayrı ve derin izler bırakıyor. Muhakkak ki bu ayı taçlandıran, kâinat çapındaki büyük iki hadise ise; “bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi” ile akabindeki “bayram” hadisesidir. Diğer aylara nazaran yetmiş kat farz işlemiş sevabı kazanmak sadece bu aya mahsus bir ihsan ve ikramdır. “Sabır” kavramının zirveye çıktığı bir aydır Ramazan. “Cennet” kavramının gönüllerde daha etkili hissedildiği aydır Ramazan. Yardımlaşma ve dayanışmanın gayr-ı ihtiyârî atmosferinin insanlığı kuşattığı zaman şeridinin adıdır Ramazan. “Manevîyatın” her yönüyle coşup taştığı aydır Ramazan. Kelime-i şehadetin, istiğfarın, Allah’tan her türlü isteğin, dileğin teklifsiz istendiği ve beklendiği aydır Ramazan. “İ’tikâf” ki; Ramazan’ın son on gününde bütün nefsî istek ve arzulardan sıyrılarak camilerin bir köşesinde adeta melekiyet hayatının yaşandığı hâl. Her ne kadar yaygınlığını kaybetse de hâlâ yaşayan ayrı bir şeâir olarak nefis terbiyesinde ne kadar önemli bir hadise olduğunu da beraberinde getirmektedir. “Ey hayır ehli, hayra koş! Şer ehli, sen de kötülüklerden el çek” nidasının en yüksek perdeden hissedildiği aydır Ramazan. Peygamberimiz (asm) buyuruyorlar ki: “Allahü Teâlânın, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç kimsenin hayaline bile gelmeyen nimet dolu sofrasına, ancak oruçlular oturur.” (Taberani) “Bilhassa oruçlu iken çirkin, kötü söz söylemeyin! Birisi size sataşırsa, ona ‘Ben oruçluyum’ deyin!” (Buhari) “Cennetteki güzel köşkler, sözü hoş, selâmı çok, yemek yediren, oruca devam eden ve gece namazı kılan kimselere verilir.” (İbni Nasr) “Oruç tutan mü’minin susması tesbih, uykusu ibadet, duâsı müstecap ve amelinin sevabı da çoktur.” (Deylemi) “Ramazan ayı mübarek bir aydır. Allahü Teâlâ, size Ramazan orucunu farz kıldı. O gecenin (Kadir Gecesinin) hayrından mahrum kalan, her hayırdan mahrum kalmış sayılır. Ramazan bereket ayıdır. Allah bu ayda, günahları bağışlar, duâları kabul eder. Bu ayın hakkını gözetin! Ancak Cehenneme gidecek olan, bu ayda rahmetten mahrum kalır. Ramazan-ı Şerif ayı geldiği zaman, Allahü Teâlâ meleklere, mü’minlere istiğfar etmelerini emreder. Bu aya Ramazan denmesinin sebebi, günahları yakıp erittiği içindir.” (İ. Mansur) “Ramazan ayında ailenizin nafakasını geniş tutunuz! Bu ayda yapılan harcama, Allah yolunda yapılan harcama gibi sevaptır.” (İbni Ebiddünya) “Ramazan orucu farz, teravih sünnettir. Bu ayda oruç tutup, gecelerini de ibadetle geçirenin günahları affolur.” (Nesai) “Ramazanın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise Cehennemden kurtuluştur.” (İ. Ebiddünya) Bu ayı fırsat bilmeli, elden geldiği kadar ibadet etmelidir. Allahü Teâlâ’nın razı olduğu işleri yapmalıdır. Bu ayı, ahireti kazanmak için fırsat bilmelidir. Allahü Teâlâ, bu mübarek ayda Kendisi’nin şânına yakışacak bir kulluk yapmayı ve Kendisi’nin razı olduğu, beğendiği yolda bulunmayı, hepimize nasip eylesin! Âmin. Ramazan ayında yakaladığımız mânevî atmosferin yardımlaşma duygusunun hayatımız boyunca bizi terk etmemesi ve ağız tadıyla bayrama ulaşmamız dilek ve temennisiyle... 21.08.2009 E-Posta: [email protected] |