Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Tavsama ve duraksama |
Hayli zamandır Ergenekon gündeminin tavsadığını görüyoruz. Bu operasyon kapsamındaki konulardan Karargâh Evleri soruşturmasını örtbas etmekle suçlanan Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askerî Savcısının çürük çetesi bağlantılı rüşvet iddialarıyla gözaltına alınıp tutuklanmasını, Danıştay cinayeti sanığının her duruşmada çıkardığı olayları ve evindeki cephanelikten tutuklu yarbay hakkında askerî mahkemenin verdiği tahliye kararını saymazsak, son dönemde Ergenekon’la ilgili yeni gelişme olmadı. Bunda, güze ertelenen HSYK kriziyle irtibatlı olarak, Ergenekon savcıları üzerindeki teftiş ve incelemelerin yoğunlaşması ne ölçüde etkili, bilemiyoruz. Ancak hissedilir bir duraksama var. Albay Çiçek’in imzasını taşıyan belgeyle ilgili son sözü, “Bu sahte belgeyi üretip sızdıranlar tesbit edilip yargı önüne çıkarılsın, bekliyoruz” diyen asker söyledi. Ve orada da yeni birşey yok. Keza haftalardır gündemin bir numaralı maddesini oluşturan açılım bahsinde de tavsama işaretleri görülüyor. Erdoğan ve hükümet sözcüleri ilk baştaki heyecanı ayakta tutmak için, sık sık ve tekraren “kararlılık” mesajları veriyorlar, ama ortada hâlâ somut birşey olmayınca, bunların etkisi zaman içinde giderek azalıyor ve zayıflıyor. Açılımın bir paket değil, süreç olacağını söyleyen Başbakan, kısa, orta ve uzun vadede yapılacaklardan söz ederken, açılım için öngörülen hususların, Meclis işbaşı yaptıktan sonra peyder pey gündeme getirileceği; ama esas itibarıyla gerekli yasa değişikliklerinin orta vadede gerçekleştirilmesinin düşünüldüğü ve orta vadeden kastın da önümüzdeki yıl olduğu ifade ediliyor. Yasa değişikliklerinden de sonuç almanın temel şartı olan anayasa reformunun ise bu Meclis yapısı içinde mümkün olmadığı belirtilerek, erkene çekilmediği takdirde 2011’de yapılacak olan seçimlerde temel konunun yeni anayasa meselesi olacağının işaretleri veriliyor. Eğer gidişat öyle gelişirse, seçim kampanyaları yeni ve demokratik bir anayasa ihtiyacı üzerine bina edilecek ve halktan bunun için yetki istenecek. En azından AKP’nin hesabı böyle olacak gibi. Yani, Kürt, Ermeni ve azınlık meselelerine ilâveten işsizlik sorununun da dahil edileceği açılım, iktidar partisinin seçim paketine dönüşecek. CHP-MHP ikilisi ise, açılıma karşı ortaya koydukları müşterek tavırla, seçmenin devletçi-milliyetçi reflekslere göre tercih yapan kesiminden gelebilecek oyları paylaşma hesabı yapacaklar. 22 Temmuz Meclisinin dördüncü ayağını oluşturan ve açılımın ilk günlerinde AKP ile verdiği sıcak görüntülerden giderek uzaklaşan DTP ise, ardı arkası gelmeyen polis operasyonları ve mahkeme kararlarının da bilediği tepki psikolojisi ile, ortamı daha da gerecek ajitasyonlara konu olabilecek. DTP’li vekillerle ilgili olarak bir türlü sağlam bir tedbir alınmadığı için göz göre göre gelip kapıya dayanan ifade krizi, en son örnek. 29 Mart yerel seçiminden elde ettikleri sonuçları yorumlarken “Kürdistan’ın sınırları netleşti” gibisinden beyanlarda bulunarak başlattıkları ayrılıkçı provokasyonları, “Bu açılım da fos çıkarsa ayrılmayı tartışırız” mesajlarıyla yeni boyutlara taşıyan DTP’liler, demokrasimizi yine çetin ve zorlu sınavlarla karşı karşıya getirebilir. Bu noktada, endişeli nazarların çevrildiği kritik adres yargı. DTP’li vekillerin ifade vermek için polis zoruyla mahkemeye getirilmesi kararlarının ardından ne gelecek? AYM’deki kapatma dâvâsından ne karar çıkacak? DTP’liler hakkında, ekseriyeti “örgüt propagandası”ndan açılıp halen görülmekte olan ve birer birer mahkûmiyetle sonuçlanan ceza dâvâları nereye kadar sürecek? Ve DTP krizlerinden ayrı olarak, yoğunlaşan bir yargı vesayeti altındaki ülke, yargı kaynaklı ne gibi yeni sürprizlerle karşı karşıya gelecek? Yaşayıp göreceğiz. Zaman hızla akıp giderken, sel felâketleri ya da günlerce herşeyin önüne geçirilen Cem Gariboğlu olayı gibi farklı gündemlerin diğer konuları ne şekilde etkileyeceğini de... 03.10.2009 E-Posta: [email protected] |