Faruk ÇAKIR |
|
Önce kim düzelsin? |
Üzerinde ittifak edilen konulardan biri de Türkiye’nin dertlerinin bir değil, bin olduğu noktasındaki tesbittir. Hangi konu tartışılsa ‘deve’ misâliyle birlikte, “Neremiz doğru ki?” der işin içinden çıkmayı deneriz. Hakikatte de durum bundan farklı değildir. Eğitimden sağlığa, politikadan bürokrasiye hangi konuya el atılsa insanı çıldırtan gerçeklerle yüz yüze gelmek mümkündür. Belki yeterince gündemi meşgul etmiyor ama Türkiye’nin halletmesi gereken problemlerden biri de medyanın hâl ve gidişidir. Bunu da sadece sermaye sahipliği yönünden değil, asıl ‘anlayış yönünden’ incelemek lâzım. Geçmişte de, günümüzde de demokrasi ve insan haklarından yana olması gereken medyanın, çoğu zaman bu imtihanı kaybettiği ve ihtilâlcilere alkış tuttuğu görülmüştür. En yakın örneğini 28 Şubat sürecinde gördük. Gücü elinde bulunduranların oluşturduğu ‘andıç’larla insanlar mağdur edildi. Üstelik mağdur edilenlerin arasında çok sayıda medya mensubu da vardı! Medya, güç karşısında imtihanı kaybetmiş ve bir anlamda kendi ayağına kurşun sıkmıştı. Elbette gazeteciliğin temelinde ‘soru sorma’ vardır. Fakat bunu yaparken çok dikkatli olmak da gerekir. Bazı meslektaşlarımız Türkiye’yi idare edenlere ya da ‘gücü elinde tutanlar’a sordukları sorularla tarihe mâl oluyorlar. Meselâ, hiç ilgisi olmayan konularda, ilgisiz kişilere soru sorup; alınan cevapları manşetlere taşımak medyanın ‘doğru haber verme’ anlayışına sığar mı? Kendileriyle ilgili olmayan konularda görüş açıklayanlar da elbette kabahatlidir, ama asıl kabahat medyanın olsa gerek. Meselâ, bir Meteoroloji uzmanına “Hastahanelerde kuyruklar hakkında ne düşünüyorsunuz?” sorusu sorulabilir mi? Diyelim ki soruldu, o uzman “Bu kuyruklar bizi çok üzüyor?” diyebilir mi? Demiş olsa bu beyan manşete taşınır mı? Gücü elinde bulunduranlara soru sorarken de bu kıstas göz önünde olmalı değil midir? Nasıl ki ekonomi uzmanına meteoroloji sorusu sorulmamalıysa, ‘askerî uzman’a da siyaset, ticaret, din ve diyanet soruları sorulmaması gerekir. Kazâen sorulursa, soruya muhatap olanın yapması gereken şey; “Bu sorunun muhatabı biz değiliz. Ehline, uzmanına sorunuz” şeklinde cevap vermek değil midir? Böyle sorular karşısında ‘fırsat bu fırsat’ anlayışıyla her konuda fikir beyan etmek ‘uzman’lara yakışır mı? Madem problemlerimizi tarif ederken “deve”ye benzetiyoruz, o halde önce düzeltmeye hangi noktadan başlamamız gerektiğine karar vermeliyiz. “Siyaset, ticaret, ekonomi, eğitim, bürokrasi, dış politika düzelsin” gibi kabullerden önce belki de ilk sırayı “medyanın düzelmesi” şıkkına vermek lâzım. İnanın medya mensupları ‘eğri’liklerini düzeltip, haktan ve hakikatten yana tavır almaya başlarsa; diğer problemler ‘yağdan kıl çekercesine’ düzelmeye adaydır. Çünkü medyanın kendisinin ‘eğri’ olması sadece kendisiyle sınırlı kalmıyor, ‘zehirli hava’ gibi cemiyeti de bozuyor. Mümkünse önce medya düzelsin... 03.10.2009 E-Posta: [email protected] |