Nejat EREN |
|
Müsbetı göstermek ve çözüm üretmek |
D ünyanın büyük bir bölümü, mânevî bir buhran ve dertle kıvranıyor olabilir. İnsanlığın kahir ekseriyeti şaşkın, biçare, bedbin, kısır döngülerin içerisinde, çaresiz ve mutsuz olabilir. İdareciler yetersiz, beceriksiz, vizyonsuz ve sığ görüşlü olabilir. Adalet dağıtması lâzım gelenler, tarafgir, keyfî ve “birilerinden yana” davranıyor olabilir. Patronlar, esnaflar, işverenler, devamlı kazandığı halde şükür etmeyebilir. Memur, çalışan kesim kaytarmayı ve gününü gün etmeyi düşünüyor olabilir. Öğretmen, eğitimci, akademisyen, fikir işçisi dert küpü halleri sergileyebilir. Öğrenci sorumsuz, dikkatsiz, dağınık ve heva peşinde koşuyor olabilir. Siyasîler şahsî menfaat peşinde koşup, iradesiz ve kaburgasız davranıyor olabilir. Askerler “harp san'atı”nın dışına çıkıp “kapsama alanı”nı genişletme histerilerini devam ettirebilir. Medya “manipüle” etme, iftira ve çarpıtma huyunu devam ettiriyor olabilir. Toplum şaşkınlık ve depresyon halleri gösteriyor olabilir. “Resmîyet” alanı ve kavramı ve dahi bürokrasi, kendi yetki ve sorumluluk alanlarını metazori zorluyabilir. O zaman “sivil hareket”in özü olan akıl ve mantık sahibi bireylerin ve onların meydana getirdiği “sivil toplum”un bir şeyler yapıp, çare ve çözüm üretmesi gerek. Boşu boşuna ağlayıp sızlanmanın bir mânâsı yok. İnsanımızın ve insanlığın ve de kendi kendimizin önüne bir çözüm koymamız gerekir. Bu toprakların tarihinde de, insanlık tarihinde de bunun güzel örnekleri var. Gerçek mânâda kendi insanlığını bilen insanlar için, çok şükür ki toplumun bunalıma girdiği anlarda Cenâb-ı Hakk’ın hem mazlûm insanlara ve milletlere, hem de çeşitli ümmetlere inayeti ve rahmet tecellileri var. Bu mübarek Anadolu topraklarında yurt kurup, devlet olan, özellikle Selçuklu, Osmanlı’da ve Türk Milletinde bu tür yardım, rahmet, hafızıyet ve inayetin çok ibretli ve şahane örneklerini görebiliriz. Bunlar tarihin şahadetiyle de sabittir. Mevlânâ’dan Yunus Emre’ye, Şeyh Edebali’den Hacı Bayram Veli’ye kadar nice gönül eri, Allah dostu bahadır lider ve önderler, tarihî kayıtlarda güzel örnekler olarak hafızalarımızda duruyor. Çözülen bağları yeniden bağlayan, kaynaşma ve kardeşliği, doğruyu ve makulü va’z ve tesbit eden Peygamber âşıkları var. Onlar, çözümü, insanlığın “kataloğu” olan Kur’ân-ı Azîmüşşan’dan, Âlemlerin Rahmet Önderi Yüce Peygamber’in (asm) sünnetinden alarak sağlam reçeteler hâlinde yazıp insanlığın önüne koydular. Yaşadığımız modern asırda ise, insanlığın her türlü derdi için çok sağlam ve şaşmaz bir rehber, yol gösterici, çözüm sunan, derin ilim ve çelik irade sahibi ‘Bediüzzaman’ unvanıyla nam salmış bir sembol kişi, ‘Risâle-i Nur’ ismiyle şöhret bulmuş bir şaşmaz ve şaşırmaz ilim hazinesi mevcut. Bu iki sembol değer, sadece bu toprağın insanına değil, bütün âlem-i İslâm’a ve âlem-i insaniyete “semâvîlik” arz eden, “arzîliğe” bulaşmamış çözüm getirmiş. Bir asra yaklaşan mânevî mücadelenin, mukaddes cihadın tek bir hedefi, gayesi, amacı ve programı olmuş: Topluma çözüm üretip onu sunmak. Barışa, huzura, kardeşliğe çağrı ve köprü olmak. Dağarcığında bir şeyler olanlar, senaryoları bırakıp, zanlardan kurtulup, beyin okumalarını terk edip, potansiyel suçlar üretmeyi bir kenara itip, menfîleri nazara vererek bulantı meydana getirmeyi bırakarak, müsbet mânâda bir şeyler yapma yoluna girsinler. Hep “başkalarının ve ötekilerin” hatalarıyla uğraşmayı bırakıp, kendi özümüze dönmenin yollarını aramalıyız. Tembellik ve karamsarlığı öteleyip, ümitsiz tabloları yokluğa mahkûm edip bir ışık yakmayı denesek... Biz, ben, sen, yanımdaki, karşımdaki, mesai arkadaşım, can yoldaşım, dâvâ dostum, vatandaşım, dindaşım, yurttaşım… işte her kimse... her kimsek “çözüm üretmeye, müsbeti denemeye, doğruyu tatbik etme gayretine” mesai harcasak. Var olan krizleri fırsata çevirecek irade ortaya koysak... “Tahribatı” “tahrip” etsek. “Yıkıntıdan” inşâya geçsek... “Bahanematik” hallerden uzak dursak. Kendimizden değil menfîliklerden uzaklaşsak. Problemleri aşmak için, iç muhasebe ve kendimizi sorgulamanın geçerli bir yol olduğunun idrakine varabilsek. Gerçeklerle yüzleşme ve çözüm için kendi günah ve suçunu itiraf etmenin şart olduğu mertliğini gösterebilsek. İnsafı öne çıkarabilsek. Fedakârlık göstermenin büyük zevkini nefsimizde yaşasak. “Tarafgirlikten” tarih boyunca hep menfîlik çıktığı gerçeğini kavrayabilsek. Muhataplarımıza karşı “masanın ön tarafındaki” hâlet-i ruhiyeyi, arka tarafına geçince unutmasak. Amirken memur gibi gayretli ve dikkatli ve sorumluluk duygusuyla çalışabilsek. Bütün bunlar; artısı ve eksisiyle bu vatanın, insanlığın ortak derdi ve gerçekleri. Kendimizden ve gerçeklerden kaçmadan makul çizgilerde hareket edip davranabilirsek, çok güzel çözüm ve çareler üretebiliriz. İlk önce kendi işimize bakarak. Çare, çözüm ve müsbete giden yollar, sevgi çiçeklerinden, muhabbet meyvelerinden, fedakârlık hallerinden geçer. Diğergamlık tavırları, sabır, sadakat, doğruluk ve metanet ibrişimleri gönül dünyalarında “duble yollar” yapar. Yüz yüze görüşmek, irtibat, kucaklaşma, sevgi, “en güzel takdir edici yoldaş, vefakâr arkadaş, samimî kardeş duygu ve düşünceleri” vücut tarlasındaki “haşerat ve dikenleri” imhâ eder. Tarih böyle diyor. Zaman bunları teyid ediyor. İnşaallah bu teyid ve doğrular istikbalde de yine böyle işleyecek. Hem dünyada, hem Türkiye’de, hem âlem-i İslâm’da: Husûmet ve düşmanlığın rağmına, dostluk ve muhabbet kazanacak. Yalan, kandırma ve hilenin yerini, saydamlık, berraklık ve mertlik alacak. Tembellik ve ataletin yerini; tahkik, araştırma ve gayret alacak. İftira, karalama, gıybetin yerini; sıdk, tashih, düzeltme, sorma, delil ve hakkı teslim alacak. Bundan asla şüphemiz yok. Dostluğun, muhabbetin, sevgi ve hasbiliğin o engin ve mânevî sofralarında hep birlikte olmak dilek ve temennisiyle. 02.10.2009 E-Posta: [email protected] |