Ali FERŞADOĞLU |
|
Yerli Salman Rüşdi’ler ve bir ölçüye dikkat! |
Müslüman bir ailenin oğlu olarak 1947’de (bağımsızlıktan iki ay önce) Bombay’da doğan Salman Rüşdi, 1961’de lise eğitimi için İngiltere’ye gönderilir. Cambridge’de tarih eğitimi gören Rüşdi, fantastik bilimkurgu romanları yazar. "Geceyarısı Çocukları" (Metis, 2000) romanı, Hindistan tarihi ve politikasına eleştirel yaklaşımı sebebiyle Hindistan’da yasaklanır. Bunu, Pakistan’da aynı akıbete uğrayan Utanç (Metis, 2005) izler. İslâma hakaret eden The Satanic Verses (1988, Şeytan Ayetleri) ile 1988 Whitbread ödülünü kazanır! Keza, Hindistan ve Güney Afrika’da yasaklanır. 1989’da yayınlanan "Şeytan Ayetleri" romanı, Hz. Muhammed’e (asm) ithamda bulunduğundan, İslâm dünyasından büyük tepkiler almış; Güney Afrika, Pakistan, Suudi Arabistan, Mısır, Somali, Bangladeş, Sudan, Malezya, Endonezya ve Katar’da kitabın yayınlanması yasaklanmıştı. Dünyanın birçok ülkesinde aleyhinde yapılan kitlesel gösteriler Şubat 1989 gündemini oluşturmuştur. Ne var ki, bir kısım mihraklar, istihbarat örgütleri (ifsat, zındıka ve dinsizlik komiteleri) tarafından palazlandırılan yerli Salman Rüşdi’lere de rastlanmıyor değil. Bunlar, iki de bir televizyon ekranlarına ve gazete sayfalarına çıkarılarak kamuoyunda tartışılmak; yanlış düşünceleri kitlelere mal etmek; toplumu manipüle etmek, zihinleri bulandırmak istedikleri gözden kaçmıyor. Aslında, bu edepsiz ediplerin, isimlerini bile zikretmek, tek kelime ile fuzûli. “Cevab-ı ahmaku's-sükût” kaidesince, cevap verilmemeli. Fakat, samimî olup, bilmeyerek onların tuzağına düşen sâfi zihinlere ulaşmak gerekir. İfrat düşüncelere, zaptedilemez duygulara sahip olan bu tiplerin; beynelmilel mihraklarca kanca atılıp; özel olarak yetiştirilip, “Türkiye’nin Salman Rüşdi”si yapılmak istendiği bir vakıa. Sair İslâm ülkelerinde de, buna benzer kafa karıştırıcıların bulunduğunu, özellikle bulundurulmak istendiği artık sır değil. Bu yeni bir durum değildir. İslâm tarihi boyunca da, hattâ Hz. Âdem’den günümüze kadar böyle hâdiselerle karşılaşılmış. Bilhassa, İslâmiyetin hızla yayıldığı ve İslâm ülkelerindeki uyanış ve silkinişin hız kazandığı son zamanlarda, bu tiplerin mantar gibi bittiği gözden kaçmıyor. Bu yerli Salman Rüşdi’ler de, İslâm karşıtı beynelmilel mihraklar tarafından desteklenip korunmakta, ödüllendirilip palazlandırılıp piyasaya sürülmektedir. İster çeşitli fesat odaklarınca teşvik edilsin, desteklensin, korunsun; ister kendi başlarına bu işlere kalkışmış olsunlar, esfel-i safilîn çukurunda çırpınan bu zavallılar, dinini az bir dünya menfaati karşılığında satanlardır! İsimlerini zikredip zihinlerinizi bulandırmak istemem. Siz onları konuşmalarından tanırsınız. Hakkı batıl, batılı hak gösterecek ve safi zihinleri sapıtacak bir cerbezeye, demagojiye sahiptirler. Onların tuzaklarına düşmemek için ne yapmalı? Müslüman ehl-i tahkiktir. Körü körüne her söze kanmaz. Özellikle dünya çapında şu ölçüyü nazara alır: “Hiçbir müfsid ben müfsidim demez; dâima suret-i haktan görünür; yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ‘ayranım ekşidir.’ Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zirâ, çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz; belki ben de müfsidim veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyle ise, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte size söylediğim sözler, hayâlin elinde kalsın; mihenge vurunuz. Eğer altın çıktı ise kalbte saklayınız. bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduâyı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.”1 Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu dünya çapındaki bu ölçü, gerçeğin, yalnız ve yalnız hakka taraf olmanın tâ kendisidir. Bu, haslet, aynı zamanda Ashab-ı Kiramın şiârıdır. Hulefâ-i Raşidîn ise, çok çok daha hassastır. Meselâ, Hz. Ebûbekir, Halife seçildiğinde, “Ey insanlar! Ben sizin en hayırlınız olmadığım halde size halife oldum. Ben ancak Resulullah’ın izinden giderim. Arzuma göre hareket edecek, dinde kendiliğinden bir şey ortaya atacak değilim. Şu halde eğer vazifemi yaparsam bana itaat ve yardım ediniz. Eğer kötülüğe saparsam, beni doğru yola çağırınız!” demiştir. Yine, adâlet damgasını asırlar üzerine vuran Hulefa-i Raşîdin’den Hz. Ömer, şöyle diyordu: “Ben size bilmeden esasında kötü olmayan şeyleri yasaklayabilirim. Esasında iyi olmayan şeyleri de emredebilirim. Böyle bir durumda beni ikaz ediniz. “Eğer içinizden biriyle benim ihtilâflı bir meselem olursa, istediğiniz birinin önünde onunla muhakeme edilmekten kaçınmayacağım. Eğer benden bir şikâyeti olanınız varsa, hâkim huzuruna çıkmaya hazırım.”
Dipnot:
1- Münâzarât, Yeni Asya Neşriyat, 2007, s. 119. 02.10.2009 E-Posta: [email protected] [email protected] |