Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Açılım nereye? |
Açılım diye başlatılan sürecin, konuyla ilgili hükümet dışı aktörlerden kaynaklanabilecek engel ve sıkıntıların yanı sıra, bizatihî hükümetin, özellikle iktidar partisinin kendi içinden gelebilecek risklerle de karşı karşıya kalma ihtimali başından beri söz konusuydu. Nitekim zaman geçtikçe bunların birer birer kendisini göstermeye başladığını görmekteyiz. Söz gelişi, hükümet aksini söylese de sürecin “Kürt açılımı” olarak iştihar bulmasının, partideki “Türk milliyetçisi damar”ı rahatsız eden noktalara doğru gittiğine dair işaretler beliriyor. Bu rahatsızlığı fazla büyümeden yatıştırmak için dile getirilen klâsik vurgular ise, Güneydoğulu vekiller başta olmak üzere açılıma büyük ümitler bağlayanlarda soru işaretleri oluşturuyor. Böylece, iki arada bir derede kalıp, durduk yere Türkleri tedirgin ederken Kürtleri de hayal kırıklığında bırakma gibi bir durum ortaya çıkıyor. Bir kesime “Fazla ileri gittiniz,” diğerine de “Dağ fare bile doğurmadı” dedirtecek bir durum. Açılıma Yaşar Kemal ve Sezen Aksu gibi isimlerden destek istenirken, başarı için vazgeçilmez ve ihmal edilemez bir öneme sahip olan din boyutunun üzerinde durulmaması da bir handikap. Cumhurbaşkanı Gül’ün, aslında Bediüzzaman’a ait olan “Bitlis’e üniversite” projesini M. Kemal’e mal etmesi ve Kültür Bakanı Günay’ın, açılımı “Atatürk devrimlerinin devamı” olarak nitelemesi örnekleri, bu işin de resmî ideoloji çerçevesinde götürülmek istendiğini gösteriyor. Öyle olunca da işin bütün esprisi kaçıyor. Bir diğer nokta, bir taraftan açılımın içeriğiyle ilgili belirsizlik sürer ve işsizlik dahi kapsama dahil edilirken, uygulama takvimi ve zamanlamalar konusunda da bir meçhuliyet söz konusu. Son derece hassas ve kritik bir konuda büyük iddialarla ortaya atılıp bazı kesimlerde ümit ve beklentiler oluşturulurken, bazılarının da tehlikeli provokasyonlara açık bir tepki psikolojisine sürüklenmesi, işi daha da çetrefilli hale getiriyor. Bu çerçevede, futbol maçlarının dahi akıl almaz tahriklere sahne olabilmesi, yürekleri ağızlara getiren düşündürücü örneklerin sonuncusu. Holigan terörünün potansiyel alanlarında bir de profesyonelce tezgâhlanmış etnik provokasyonlarla hassasiyetlerin kaşınması olacak şey mi? Güneydoğu’da dağa taşa kazınan “Ne mutlu Türküm diyene” yazılarının kaldırılması yıllardır dillendirilen bir talep iken ve Fatih Çekirge’nin yazdığına göre Van’ın Bahçesaray ilçesindeki yazının “Önce vatan” şeklinde değiştirilmesi ile bu talebin karşılanmaya başladığı izlenimi doğmuşken, aynı yazının çok daha provokatif bir eda ile holigan tribünlerinde açılan pankartlar şeklinde boy göstermesi, sıradan bir olay sayılabilir mi? Bir Güneydoğu beldesindeki PKK yanlısı gösteri ne kadar rahatsız edici ise, Bursa stadyumunda sergilenen ve Türklerle Kürtlerin kardeşçe birlikte yaşama iradesini dinamitleme amaçlı tahrikkâr tablolar da en az o kadar sıkıntı verici. “Kürt sorununu çözme” söylemiyle başlatılan süreç için başından beri dile getirilen “Başımıza bir de Türk sorunu çıkarılmasın” endişesinin haklılığını ve isabetini gösteren işaretler bunlar. Gerçi Türküyle Kürdüyle toplumumuzun ekseriyetinde hakim olup şimdiye kadar birçok çetin imtihanı başarıyla atlatarak sayısız fitne ve provokasyonu boşa çıkaran engin sağduyunun, içinden geçmekte olduğumuz bu süreçte de kendisini bir kez daha ispatlayacağından eminiz. Ama durduk yere yeni gerilimler yaşamaya ne gerek var? İnsanlar artık huzur, barış ve sükûnet istiyor. Bu çok masum ve insanî talep ve beklentiyi hiçe sayıp ortalığı yine germek için pusuda bekleyen provokatörlere asla fırsat verilmemeli. İşte başlatılan sürecin çok iyi ve dikkatli yönetilmesi gerektiğini vurgularken bunu da ifade etmeye çalışmıştık. Bu yapılamazsa, önceden öngörülemeyen gereksiz sıkıntılara meydan verilir. Ve bundan en büyük zararı, yenilenmiş ümit ve beklentilerle karşılanan açılım projesi görür. 01.10.2009 E-Posta: [email protected] |