Faruk ÇAKIR |
|
Ey insaf, nereye gittin? |
Malûm, her gün ‘doğu’dan doğan güneşin bir gün gelip ‘batı’dan doğması kıyamet alâmetlerinden biri sayılmıştır. Günümüzde öyle hadiseler yaşıyoruz ki, “Bu olsa olsa kıyamet alâmetidir” demek durumunda kalıyoruz. Meselâ şu habere bakalım: “Belçika’nın Flaman bölgesindeki okullarda geçen ay alınan başörtüsü yasağı kararı, Hıristiyan Öğretmenler Sendikası’nca iptal istemiyle Danıştay’a götürüldü. Sendika Genel Sekreteri Jos Van Der Hoeven, (...) yaptığı açıklamada, Flamanca eğitim veren ilk ve orta dereceli okullarda 1 yıllık geçiş döneminin ardından başörtüsü yasağı getirilmesini öngören kararın hukukî dayanağının olmadığını belirterek, bu yasağın öğretmenler açısından kabul edilemez olduğunu vurguladı. (...) Van Der Hoeven, ‘Hiçbir öğretmen başörtüsü takan öğrencilerin bunu baskı altında kaldıkları için yaptıklarını düşünmüyor. Bize göre başörtüsü dinî inancın gereği. Bu sebeple Danıştay’a gittik. Bizce başörtüsü yasağı inanç özgürlüğüyle çelişiyor’” dedi. (Yeni Asya, 8 Ekim 2009) Şimdi de şu habere bakalım: “Mersin Üniversitesi ile Selanik Aristotle Üniversitesi tarafından ‘Engelliler İçin Tasarım, Ulaşılabilir Mekânlar Yaratılması Projesi’ ile ilgili ‘engelsiz kentler ve üniversiteler’ konulu uluslar arası sempozyum düzenlendi. Sempozyumda projeye tasarımlarıyla katkı sağlayan mimarlık fakültesi öğrencilerine çeşitli ödüller verildi. Ödül alan öğrenciler arasında yer alan 3. sınıf öğrencisi Sinem Gül Çolak, başörtüsü ile platforma çıkarak ödülünü aldı. Ödül töreninin ardından çay molası verildi. Moladan sonra salona gelen Sinem Gül Çolak, görevliler tarafından uyarılınca başörtüsünü çıkardı ve sempozyumu başı açık takip etmek zorunda kaldı. Mersin Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Tamer Gök, yaşanan olaydan haberinin olmadığını savundu.” (Zaman, 9 Ekim 2009) Bir yanda “Hıristiyan” Avrupa, öte yanda halkın büyük çoğunluğunun “Müslüman” olduğu Türkiye... Avrupa’da “Hıristiyan Öğretmenler Sendikası” başörtüsü yasağına hem de okkalı bir gerekçeyle karşı çıkıyor, Türkiye’de ise “özgürlükler diyarı” olması gereken üniversite, başarılı olup ödül alan bir öğrencisinin başörtüsü ile salonda bulunmasına tahammül edemiyor! Bu durum “kıyamet alâmeti” değilse nedir? Dünya ‘kopmak’ için daha ne beklesin ki? Belki birileri çıkıp, “Yok, o öğrenci kendi isteğiyle başını açmıştır. Kim karışır ki?” diyebilir. Ama daha önce başörtülü öğrencilerle aynı salonu paylaşmak istemeyen ve bu yüzden ‘yemeği’ dahi terk eden üniversite rektörlerine şahit olduğumuz için bunu ‘iyiye yorma’ya ihtimal vermiyoruz. İnsan haklarını hiçe sayan ve Türkiye’nin önünü tıkayıp ufkunu karartan bu uygulamalara kökten karşı çıkmak gerekir. “Karşı çıkmak” da lâfla ve ‘iyi niyet beyanıyla’ olmaz. Bu yanlışlara imza atanları hukuk önünde cezalandırmak gerekir. Kimsenin; tamamen keyfî ve kanunlara dayanmayan bir uygulama ile insanları rencide etmeye, küstürmeye, engellemeye hakkı yoktur ve olamaz. Evet, ‘hiç kimse’ye her ‘insan’ın dahil olduğunu da bilmek lâzım. Kıyametin kopacağından şüphemiz yok. O halde o âna hazır olalım ve insafsızların insafa gelmesi için de duâ edelim... 11.10.2009 E-Posta: [email protected] |