Hasan GÜNEŞ |
|
Nurlu fetih nesli |
Bayramda gazetemiz ilginç bir manşet atmıştı: “Lenin meydanında bayram namazı”. Bir zamanlar dünya gündeminin en önemli aktörlerinden olan ve “Din öldürülecektir” diyen bir liderin ismiyle meşhur meydanda mü’minler bayram namazı kılıyorlardı. Dünya değişiyor ve daha da değişecek. Sovyetlerin birer birer işgal edip, en büyük meydanlarına Lenin’in ismini verdikleri İslâm devletlerinin başşehirleri ve Moskova’daki Kızıl meydan, mabetsiz rejimin aynı zamanda mabedi idi. Belki de Âlemlerin Rabbinin huzurunda saf tutarak ibadet eden mü’minlere karşı basit bir özenti, küfürâlûd bir taklit olarak meydanlar dolduruluyor, rejimin ceberutiyeti ve zulmü ilân ediliyor, yüreklere korku salınıyordu. Her sene işgalin ve ihtilâlin yıl dönümünde, kurtuluş bayramı olarak çoluk-çocuk, sivil-asker katı bir disiplin altında gövde gösterisine tabi tutuluyor, komünizmin demir yumruğu zihinlere kazınıyordu. Rablerinin huzurunda sulh ve selâmet, huzur ve teslimiyet içinde karıncanın dahi hukukunu ihmal etmeyen bir dinin müntesiplerinin ibadet ve kullukları nerede, zulüm ve zorbalıkla, güç ve kuvvetle, silâh ve postalla, gurur ve kibirle, zorla getirdikleri insanlarla gövde gösterisi yapan bir rejim nerede? İnsanlar değişime hızla alışıyor. Daha önceden imkânsız dedikleri, hayalcilikle suçladıkları gayretleri sonradan herkesten daha hızla kabullenebiliyorlar. Bir zamanlar bu değişimi tahmin edebilen, sezen ve ümid edebilenlerin sayısı tarih boyunca olduğu gibi yine azınlıkta idi. Çok değil, yirmi-otuz sene öncesinde, bırakın kızıl meydanlarda ve Lenin meydanlarında namaz kılmayı, İslâm’ın en önemli merkezlerinden olan ve hâlen o misyonun önemli bir kısmını devam ettiren İstanbul’un Taksim meydanı bile tehlikede idi. Mânevî değerlere olan husûmet ve muhalefeti ile meşhur bir partinin çok sayıda temsilcisi ve milletvekiliyle iştirak ettiği dev bir mitingde bir İslâm şehri kızıl bayraklar altında kızıl meydana dönmüştü. Şartların olgunlaşmasını bekleyenler, derinlerdeki hesaplar ve mânevî değerlerin terk edilmesi sonucu meydana gelen kaos, sadece Türkiye’yi değil bütün dünyayı da acze ve çaresizliğe düşürmüştü. Gerçi bu kadar geçen zamana rağmen, Taksim’de Cuma ve bayram namazları için hâlâ yer bulmakta zorlanıyor olsak da, “dünyanın son komünist devleti” diyen eski başbakan kadar kötümser değiliz. Büyük ümitleri olanlar azınlıkta demiştik. Azınlıkta da olsa hiçbir zaman yok olmadı. İslâm var olduğu müddetçe ya da kıyamete kadar o ümid hiç kaybolmayacak. Evet o karanlık ve zor dönemlerde bile ümidimizi hiçbir zaman kaybetmedik. O zamanlar periyodik olarak kutlanan Fetih gecelerinde, “Nurlu fetih nesli geliyor” türküsü ya da marşında, “Fethedeceğiz Moskova’yı, Paris’i” sözlerine salondakilerin tamamıyla birlikte bütün gücümüzle nefesimizin yettiği kadar eşlik ediyorduk. Dışarıdan gelenlerin ekseriyeti bizden şevk alırken ve “bir bildikleri var” derken bir kısmı da, “nasıl bu kadar iyimser olabileceğimizi” sorarak hayretlerini ifade ediyorlardı. Bir tarafta, her sene kızıl meydanda dev araçlarla resm-i geçite katılan, Yerkürenin her tarafına ulaşabilen nükleer başlıklı füzeler, birbirinden öldürücü ve yıkıcı silâhlar, okyanuslarda deniz altı ve deniz üstü dev gemiler ve uçak filoları… Diğer tarafta ise Kur’ân ve Kur’ân nurları ve onun fedakâr ve ihlâslı talebeleri… Evet İslam’ın fethi böyle… Kalblerin ve gönüllerin fethi… Afganistan işgaline karşı yapılan nefsî müdafaayı hariç tutarsak kavgasız, dövüşsüz kazanılan muazzam bir fetih… O zor ve karanlık dönemde en büyük dayanağımız ve ümit kaynağımız Bediüzzaman Hazretlerinin Sözler’i idi. Çünkü o: “Şu istikbal inkılâbâtı içinde en yüksek gür sadâ İslâm’ın sadâsı olacaktır” diyordu. Ayrıca, komünizm yıkıldıktan sonrası için de şu müjdeyi veriyordu: “Rus da dinsiz kalamaz. Geri dönüp Hıristiyan da olamaz. Olsa olsa küfr-ü mutlakı kıran ve hak ve hakikate dayanan ve hüccet ve delile istinat ve aklı, kalbi ikna eden Kur’ân ile musâlâha veya tabi olabilir” demişti. Binlerce câmi ve medreseyi yıkan, geri kalanlarını da müze veya depo yapan Moskova, şimdi, İslâm üniversitelerinin ve binlerce caminin açılmasına müsaade ediyor, hatta destek veriyor. Yine bir zamanlar Türkiye’deki İslâm ve iman hizmetlerine bile engel olmaya çalışan Moskova, şimdi İslâm ile ilgili konferanslar ve kongreler organize ediyor, musalaha ve kurtuluş için çareler arıyor. Yine bir zamanlar İstanbul’daki kızıl meydan provalarına en üst seviyede temsilci gönderen Moskova, şimdi “Şu perde-i müstebidane yırtılacak, takallüs edecek, ben de gelip burada medresemi yapacağım” diyen Bediüzzaman Hazretlerinin talebesini, konferans ve kongrelerine temsilci olarak resmen dâvet ediyor. Şüphesiz müjdeler bu kadar değil. Nurlu fetih neslini, kıyamete kadar devam edecek olan daha büyük hizmetler bekliyor. 05.10.2009 E-Posta: [email protected] |