Röportaj |
|
Barış açılımında asker sonsuza kadar susmalı |
Geçen hafta Ahmet İnsel, Mithat Sancar, Mebuse Tekay, Aydın Engin gibi isimler Genelkurmay’ın Mardin’de yaptığı konuşma sonrası siyasete girdiği gerekçesiyle Başbuğ hakkında mahkemeye başvurdular. Biz de askerin siyaset yapıp yapamayacağını, ülkedeki durumu emekli Askerî Hâkim Ümit Kardaş’la konuştuk… Kardaş, Avrupa’da askerî ombudsmanlığın ne gibi işlevlere haiz olduğunu anlattı ve parlamentonun asker üzerinde denetim sahibi olması gerekliliğini vurguladı.
Bazı aydınlar, siyasî açıklamalar yaptığı için Genelkurmay hakkında savcılığa suç duyurusunda bulundu. Genelkurmay başkanları hakkında suç duyurusunda bulunmak mümkün mü? Asker hukukun hangi ilkelerini çiğniyor?
Kuşkusuz genelkurmay başkanları hakkında da suç duyurusunda bulunulabilir. Burada söz konusu olan Askerin hangi rütbede ve hangi konumda olursa olsun siyasî faaliyette bulunmaması, siyasî gösterilere katılmaması, siyasî amaçla toplantı yapmaması, siyasî amaçla nutuk söylememesi, demeç vermemesi, yazı yazmaması, telkinde bulunmaması, yani kendisine kanunlarla verilen görev ve yetkilerin dışına çıkıp siyasete müdahil olmamasıdır. Bu yasaklamalar İç Hizmet Kanunu’nun Umumî Vazifeler” başlıklı bölümün 43/1 maddesiyle İç Hizmet Yönetmeliği’nin 124. maddesinde düzenlenmiş ayrıca bu eylemler Askerî Ceza Kanunu’nun 148. maddesiyle cezaya bağlanmıştır.
Askerî yargıda yapılan son değişiklikle birlikte Genelkurmay’a karşı dâvâ açılmasının yolu açıldı mı?
TCK’da yapılan değişiklikle 250. maddede sayılan suçlar bakımından tabiî hâkim ilkesine dönüldü. Askerî yargının çok geniş olan yetki alanı belli bir ölçüde daraltılmış oldu. Ancak söz konusu suç Askerî Ceza Kanununda düzenlendiğinden ve bunun sonucu askerî bir suç sayıldığından yetkili merci yine askerî mahkemedir. Generalleri Türkiye’de tek bir mahkeme Ankara’daki Genelkurmay Askerî Mahkemesi yargılar. Ancak söz konusu olan Genelkurmay Başkanı olunca bir çıkmaz söz konusudur. Çünkü Genelkurmay Başkanı’nın kendine bağlı olan Askerî Savcılığa kendisi hakkında soruşturma emri vermesi gerekir. Üstelik Genelkurmay Başkanı savcının 1. sicil amiridir. Dâvâ açıldığını kabul etseniz dahi mahkeme heyetinde daha kıdemli iki üye bulmanız gerekir. Bu imkânsızlık nedeniyle kendisinden kıdemsiz iki üyeyi görevlendirilmeyi kendisinin yapması gerekir. Ayrıca Genelkurmay Başkanı kıdemli hâkimin 1. sicil amiri, üye hâkimlerin 2. sicil amiridir. Bu kanunî düzenlemeler karşısında Genelkurmay Başkanı’nı de facto (fiilî) yargılama imkânınız bulunmamaktadır. Oysa Genelkurmay Başkanının da tabiî hâkimi olan sivil hâkimlerin yargılaması gerekir.
Genelkurmay’ı yargılamanın önünde hukukî boyutun ötesinde bir psikolojik durum mu var?
Kuşkusuz Başbakanı gölgeleyecek derecede iktidar kullanan ve siyaset yapan üniformalı ve silâhlı bir gücün başı olan bir bürokrat söz konusu. Bunun dışında korkutulmuş bir toplum ve bir siyaset kurumu var. Üç darbe, bir postmodern darbe, sayısız darbe girişimleri, e-muhtıralar, andıçlar… Asılan bir başbakan, iki bakan, genç insanlar. İşkenceler, yargısız infazlar. Bütün bunların dışında askere eklemlenmiş bir üst yargı bürokrasisi; 28 Şubat’ta üst yargıçların Genelkurmay’da brifing almaları ve askeri ayakta alkışlamaları bunun en uç örneği ve mevcut siyasî muhalefet… Durum açık değil mi?
Genelkurmay, eşittir ordu deniyor… Sizce ordu Türkiye’de nasıl bir konumda?
Genelkurmay, eşittir ordu denklemi doğru değil. Ordu çoğunluğu itibariyle profesyonellerden oluşmuyor. Zorunlu askerlik yapanlar çoğunluğu oluşturuyor. Bu çoğunluğun siyaset yapması veya yukarıyı etkileyecek bir siyaset oluşturmaları mümkün değil. Siyaset ağırlıklı olarak generaller ve kurmay sınıfı içinde oluşuyor. Kuşkusuz bu yapının dışında aldıkları eğitim itibariyle siyaset yapmak ve ülkeyi yönetmek konusunda formasyon kazanmış genç subayların cuntalaşmaları da söz konusu. Nitekim 27 Mayıs darbesinde, 9 Mart cuntasında, karargâh evleri soruşturmasında bunu görüyoruz. Ancak siyaset yapan ordunun bu durumlarla karşılaşması normal. İster istemez bir ayrışma yaşanıyor. Ve ordu kendi aslî görevini düşünemez hale geliyor. Güçsüzleşiyor. Yıpranıyor. Bu orduya ve ülkeye yapılabilecek en büyük kötülüktür. Osmanlı İmparatorluğu’nun sonunun bu kadar hızlı ve çok kayıplarla gelmesinin en önemli nedeni de budur. İttihatçıların orduyu siyasete sokmaları kendi karşıtlarının da ordu içinde örgütlenmeleri sonucuna yol açmıştır (Halaskârani Zabitan Grubu, Temmuz 1912 darbesi). İktidarın askerî darbeler dışında el değiştirmesine olanak kalmamıştır. Bu durum orduda disiplinsizliğe ve ordunun gücünün sarsılmasına neden olmuştur. Kabinelerin değişmesinde etken olması sonucu kendi görevini yapamaz duruma düşen ordu, siyaset adamlarını sorumluluk duygusundan yoksun kılmıştır. Siyasî işlere yakın ilgi gösteren ordu, Balkan hezimeti gibi bir başarısızlık yaşamış ve 1912’de Rumeli’de ordu içinde ülkenin siyasî istikrarını etkileyecek kaynamalar başlamış, bu durum kaygılar yaratmıştır. Askerî gücün siyasî işlere karışmasından ve askerlerin siyasî örgütlere girmelerinden doğacak sakıncaları görenler olmuştur. Sadrazam Mehmet Kâmil Paşa bu durumu önlemeye çalışırken İttihat ve Terakki tarafından iktidardan uzaklaştırılmıştır. Yine Halaskaran Zabitan Grubu tarafından yayınlanan bildiride ordunun tarafsız kalması ve yalnız askerî işlerle ilgilenmesi zorunluluğuna işaret edilmiştir. Ayrıca Gazi Ahmet Muhtar Paşa Kabinesi Meclis’te okunan programında askerlerin siyasetle uğraşmalarının önleneceğini açıklamış ve bunun yasaklanmasına ilişkin olarak Askerî Ceza Kanunu’na ek bir kanun Meclis’te kabul edilmiştir. Ancak tüm bunlara rağmen, bu hastalık tedavi edilememiş, askerî güç imparatorluğu bir oldubittiyle savaşa sokarak sonunu hızlandırmıştır.
Askerin Türkiye’de fiilî bir durumu mu sözkonusu?
Asker kuşkusuz fiilî bir durum üzerinden siyaset yapıyor. Bunun anayasal bir temeli bulunmadığı gibi, kanunî bir temeli de yok. İç Hizmet Kanunu 35. madde böyle bir yetki vermez. Hukuka bağlı demokratik bir devlette cumhuriyeti ve demokrasiyi koruyacak olan kurumlar, anayasadan ve halktan yetki alan organlar parlamento ve hükümettir. Yargı da millet adına barışı, özgürlüğü, adaleti ve hukuk güvenliğini sağlama işlevini yerine getirir. Bu organların ve iç güvenlik örgütlerinin yetersiz kaldığı olağanüstü durumlarda parlamento ve hükümet kendi emrindeki askerden kendi tayin edeceği ölçüler içerisinde görev yapmasını ister. İşte bu noktada, asker, “İç güvenlik benim görev alanım içinde değil” diyemez. Sivil otoritenin emrini 35. madde uyarınca yerine getirmek mecburiyetindedir. 35. maddedeki cumhuriyeti korumaktan amaçlanan budur. Bu görevlendirmenin siyasî ve hukukî sorumluluğu da sivil otoriteye aittir. Yoksa 35. madde askere darbe yapma, muhtıra verme, sürekli siyasete müdahale etme yetkisi ve imkânı sunmamaktadır. Onun için İç Hizmet Kanunu 43, İç Hizmet Yönetmeliği 124, Askerî Ceza Kanunu 148, TCK 309, 311, 312 maddelerdeki düzenlemeler yapılmıştır.
Sizce Millî Güvenlik Siyaset Belgesi’nde orduyla ilgili bazı hükümler bulunuyor olabilir mi?
Bu belgeyi bakanlar dahi bilmiyor. Benim yurttaş olarak bilmem imkânsız. Oysa her yurttaşın bu belgeyi bilmesi, oluşumunda fikir beyan etmesi, belgenin şeffaf ve denetlenebilir olması zorunludur. Bu nedenlerle sürecin daha başlangıcında hazırlanmakta olan Millî Güvenlik Siyaset Belgelerine parlamentodaki siyasal güçlerin çeşitliliğini yansıtacak bir katkı sağlanması amacıyla parlamentonun yetkili komisyonlarına danışılması gerekmektedir. Baştan geliştirmeye dahil olma siyaset belgesinin parlamentoda onaylanması aşamasında rahatlık sağlar. Güvenlik siyaseti belgesi parlamentoya iletildiği andan itibaren, artık “parlamentonun mülkiyeti” ve doğrudan sorumluluğu altındadır. Parlamento, hükümet tarafından önerilen yeni siyaseti ve mevzuatı kabul edebilir, red edebilir ya da bazı değişiklikler de önerebilir. Parlamentonun işlevi karar almakla bitmez. Uygulama aşamasında parlamento elinde bulunan tüm araçlarla; Meclis görüşmeleri, soru, gensoru, Meclis soruşturmaları ve Sayıştay gibi kurumların yardımı ile hükümet faaliyetlerini yakından izler. Özel Meclis komisyonları oluşturulabilir. Parlamento ayrıca performans ve riayet denetimlerini yürüten dairelerin teknik ve profesyonel açıdan yetkinliklerini de gözden geçirir. Demokratik bir ortamda hükümet, uyguladığı siyasetin geçerliliğini değerlendirmek ve bu değerlendirmenin nicel ve nitel sonuçlarını parlamentoya sunmakla sorumludur. Parlamentonun değerlendirmesi ilgili bütçenin uygulanmasına ilişkin sayısal ve performans denetimini de kapsamalıdır.
Özel performans denetimi için danışman görevlendirilebilir mi?
Tabiî… Bu konuda hükümet dışı örgütler de değerlendirmelerini yapabilirler; silâh alımları, askere alma gibi… Sivil toplum grupları da siyasî liderlere kamu harcamaları ve devlet politikaları hakkında karar verirken birbirleriyle rekabet halinde olan çok çeşitli talep ve çıkarların bulundurulması gerektiğini hatırlatır. Hükümet Dışı Örgütler ve araştırma kuruluşları güvenlik sektörünün parlamenter ve demokratik gözetimine askerî meseleler ve savunma konuları hakkında bağımsız analizler ve bilgileri parlamento, medya ve kamuya yayarak, güvenlik sektöründe hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygıyı yakından izleyip özendirerek, hükümete uzman görüşü sunarak, bu konulardaki kamusal tartışmayı destekleyerek ve farklı siyaset seçenekleri oluşturarak katkıda bulunabilirler. Latin Amerika’da sivil hükümetlerin silâhlı kuvvetleri yeniden yapılandırmalarında sivil toplum örgütleri tarafından yapılan müdahaleler önemli rol oynadı. Yine silâh alımlarında yürütme ile parlamento birlikte çalışmalıdır. Parlamento silâh alımlarının toplum üzerinde yaratacağı etkileri ve malî yükü ayrıntılarıyla değerlendirmelidir. Yani silâh almaya karar vermek yalnızca bir teknik uzmanlık ve güvenlik meselesi değildir. Aynı zamanda paranın “ekmeğe mi, silâha mı” yatırılacağına, silâhlara harcanacak ise hangi silâhlara niçin ve ne kadar harcanacağına karar verme meselesidir. Silâh alım süreçlerinin şeffaflığı ve parlamentoya hesap verebilir olması yolsuzlukların, kamu fonlarının israfının ve suiistimallerin önüne geçecektir. Silâh alımlarının maliyetiyle toplumsal sektörün gereksinimleri arasında parlamenter gözetim yoluyla denge kurulmalıdır. Hollanda’da 25 milyon euroyu aşan tüm tedarik kararlarında parlamentonun da onayı alınır. 100 milyon euroyu aşan büyük projelerde parlamentoya daha sık ve ayrıntılı raporlar sunulmasını öngören farklı bir süreç uygulanır.
Avrupa ülkelerinde askerî ombudsmanlık var mı?
Kuşkusuz var. Ayrı bir bağımsız kurum olarak savunma konularıyla ilgilenen ombudsman çeşitli ülkelerin parlamentolarında farklı isimler alır. Finlandiya, Norveç, Portekiz ve Almanya’da savunma konularıyla ilgilenen ombudsman, İsrail’de sorumlu komiser, Kanada’da ulusal savunma bakanlığı ve silâhlı kuvvetler ombudsmanı ve Avustralya’da savunma gücü ombudsmanı... Ombudsman, ordunun yurttaş ve parlamento adına izlenmesinde de bir mekanizma oluşturur. Temel görevi güvenlik sektöründen sorumlu bakanlar adına özellikle orduya ait keyfî karar ve yasaya aykırı hareket iddialarını araştırmaktır. Savunma ombudsmanları Almanya ve İsveç’te parlamento tarafından atanır, raporlarını parlamentoya sunarlar. İsrail ve Kanada’da savunma birliği tarafından atanır. Ordu tarafından kötü muameleye uğramış yurttaşlar ya da askerî görevliler ombudsmandan soruşturma başlatılmasını isteyebilirler. Milletvekilleri de suiistimal iddialarını ve şikâyetleri araştırmak üzere ombudsmanı göreve çağırabilirler. Alman Anayasası’nın 45/b maddesi “Silâhlı kuvvetlerde görev yapanların temel haklarını korumak ve Bundenstag’ın (Alman parlamentosu) denetim yetkisinin icrasına yardımcı olmak amacıyla bir parlamento komiseri atanır.” Komiser güçler ayrılığı ilkeleri dahilinde savunma bakanlığı üzerinde denetim sağlar. Bakanlıktan bilgi alıp arşivlerine girebilir. Silâhlı kuvvetlerin her biriminde uyarı yapmadan ziyarette bulunabilir. Rütbesi ve pozisyonu ne olursa olsun, şikâyet geldiğinde soruşturma başlatabilir. Herhangi bir askerin resmî kanallara başvurusu ve şikâyeti nedeniyle disiplin cezası alma ya da ayrımcılığa uğrama riski varsa durumu doğrudan komiserliğe iletebilir. İsveç askerî ombudsmanlığı 1915’te kurulmuştur. Bu kurum yönetim süreçlerinin bütününe daha fazla şeffaflık getirerek, orduya olan güvenin tazelenmesini sağlar. Halkın güvenlik sektörüne olan güvenini arttırır. Ordu görevlilerinin uğrayabilecekleri hak ihlallerine karşı koruma sağlar.
Türkiye’de askerler neden siyaset üretirler ve siyaset konuşurlar?
Osmanlı’dan bu yana tarihsel bir alışkanlık. Kuşkusuz bunda askerî okullarda verilen eğitimin büyük rolü var. Ancak siyasetin de askerin gücünü kullanarak siyaset yapma ve iktidara gelme alışkanlığı var. Hatta iktidarda iken askeri ikna edebilme oranında siyaset yapma cesareti var. Askerîn müdahaleleri siyasetçinin sorumluluk almaktan kaçınmasına neden oluyor. İki taraflı birbirini olumsuz anlamda besleyen süreçler.
Ordunun, Türkiye’de en saygın konumda olduğu söylenir. Peki, neden halk emekli olmuş askerlerin kurduğu partilere destek vermez?
Bir ülkenin siyaseti, üniversitesi, yargısı, medyası ne kadar saygınsa, ordusu da o kadar saygındır. Birleşik kaplar meselesi. Bir ülkede tüm kurumlar çürümeden nasibini almış ve sadece bir kurumun itibarlı olduğu düşünülüyorsa, bu, o kurumun şeffaf olmadığını ve dokunulmaz bir tabu olduğunu gösterir. Anketlerin de sivil kurumlarla güvenlik kurumları birlikte yapılması yanlıştır. Eğer bir güvenilirlik anketi yapılacaksa, bunun güvenlik kurumları arasında polis, jandarma, ordu, MİT, sahil güvenlik gibi kurumlar arasında yapılması gerekir. Bir güvenlik örgütü olan ordu veya polisle parlamento, medya, yürütme, yargı bir araya getirilmez.
Orgeneral İlker Başbuğ’un Mardin konuşması mahkemeye taşındı. Askerin Kürt meselesine siyasî yönden dahil olmasını nasıl yorumluyorsunuz?
Bu mesele askerin dahil olacağı bir mesele değil. Aksine, askerin ivedilikle bölgeden çekilmesi gerekmektedir. Bölge halkının devletin kendisini düşman gibi algıladığını hissetmesinin önüne geçilmelidir. Sosyal psikoloji önemlidir. Barışa giden yolun açılması barış dilinin kullanılmasıyla mümkündür. Oysa generaller savaş dilini kullanmaktadırlar. Son teröristin öldürülmesine iman etmek, barışı baştan dinamitlemektir. Barış açılımında asker sonsuza kadar susmalıdır. Konuşup suç işleyen askere de kanunlar ivedilikle uygulanmalıdır. Yetkili makamlar isterlerse, askerler bu makamlara bilgi verirler. Asker sivil otorite kendisine görev verirse, kendi görüşünü beyan eder ve emri yerine getirir. Çünkü bunun sorumluluğu sivil otoriteye aittir.
Askerin bir politikacı gibi çıkıp konuşması bölge insanı üzerinde ne gibi etki yapıyor?
Umutsuzluk ve hayal kırıklığı. Halk barış, huzur istiyor, dilinin, kültürünün, kimliğinin tanınmasını istiyor, hukuk güvencesi istiyor, iş, aş, refah istiyor. Bunu sağlayacak, bunun yolunu açacak siyasettir. Sivil kadrolardır. Asker değil.
Askerî eğitim değişmeden siyasete müdahil olan Başbuğlar’ın sonu gelir mi?
Kuşkusuz gelmez, ama askerin üzerinden siyaset yapan, askere sürekli çağrı yapıp, kışkırtan akademisyenlerin, yazarların, gazetecilerin, hukukçuların, medya mensuplarının, iş adamlarının nasıl bir eğitimden geçtikleri de bir o kadar önemlidir. Yani ideolojik militarist eğitimin genel bir handikap oluşturduğu unutulmamalıdır. |
05.10.2009 |