M. Latif SALİHOĞLU |
|
Yeni rejimin sembolü heykeller (2) |
—Cumartesi günkü yazının devamı—
Bir önceki yazıda ismi geçen şahitlerin anlattıklarından çıkan ortak fikir ve kanaate göre, heykel meselesinde 1923 yılı başlarında M. Kemal ile Said Nursî arasında—en az iki kere olmak üzere—şöyle bir diyalog hali yaşanmış: M. Kemal: "Molla Said! Heykel meselesindeki fikrin nedir? Ben Sarayburnu’na bir heykelimin dikilmesini istiyorum. Buna ne dersin? Bunun bir fetvasını bulabilir misin?" Said Nursî: "Paşa! Biz sana heykel dikmen için mi yardım ettik? Millet bunun için mi harbetti? ...Büyük Kur'ânımızın bütün hücumu heykelleredir. Müslümanın heykelleri camiler, medreseler, hastahaneler, yetimhaneler gibi mâbedler ve hayır müesseseleridir." (Bkz: Son Şahitler'den Tevfik Demiroğlu'nun hatıraları ile Av. Hulusi Bitlisî'nin Afyon Mahkemesi Müdafaasından nakille, N. Şahiner'in Bediüzzaman'ın biyografisine—BTBSN—dair eseri; ilk baskı, s. 250.) Birbirine taban tabana zıt iki düşünce akımı, işte bu tarihlerde ve böylelikle gün yüzüne çıkıyordu. Said Nursî, Lozan'daki dayatmaların Ankara'da ma'kes bulacağı kanaatiyle, "bâb–ı hükûmet"ten izzet û ikbâl ile ayrılarak, trenle Ankara'dan Van'a gider. Görgü şahidi Tevfik Demiroğlu'nun anlattığına göre, o esnada tren garında bulunan M. Kemal, heykel meselesini tekrar açarak Said Nursî'nin hem fikrini sordu, hem de yaptığı parlak tekliflerle onu gitmekten caydırmaya çalıştı. Ancak, bu son teşebbüs de neticesiz kaldı. Said Nursî, orada yine kesin bir kararlılıkla hem değişmeyen fikrini tekrarladı, hem de artık birlikte çalışamayacağı yönünde kararlılık ifadesinde bulundu. (Son Şahitler–I, s. 219) Aynı kaynakta, heykel dikme teşebbüslerinin farkına varan Av. Abdunnâfi Efendi ismindeki bir zâtın, İstanbul'dan Ankara'ya "Hilâfet merkezine heykeller dikilemez" diye telgraf üstüne telgraflar gönderdiği ifade ediliyor. Ne var ki, bir yıl kadar sonra (3 Mart 1924) Hilâfet makamı da lağvedilerek Avrupaî tarz icraatın önü açıldı. Bundan bir sene sonra da, Avusturyalı heykeltraş Krippel Türkiye'ye dâvet edilerek muhtelif yerlere dikilecek heykeller hakkında para ve proje bazında mutabakat sağlandı. Aslında ilk heykelin mânevî iklimi yüksek Konya'da yapılması düşünülmüştü. Konya Belediyesi, 1925'te kolları sıvadı ve Krippel'le anlaştı. Ne var ki, bütçesi daha kuvvetli olan İstanbul Belediyesi elini çabuk tutarak Konya'nın önüne geçti ve 3 Ekim günü açılış törenini düzenledi. Konya Belediyesi ise, bu işi ancak 29 Ekim 1926'da tamamlayabildi. Son olarak (tr.wikipedia.org/wiki/Heinrich_Krippel) kaynağından aktaracağımız bilgilerle bu bahsi kapatalım. Heinrich Krippel, 17 Eylül 1883’de Viyana’da dünyaya geldi. I. Dünya Savaşı’na topçu subayı olarak katıldı. 1925 yılında Atatürk anıtları yaptırılmak amacı ile Ankara hükümetinin dâvetlisi olarak Türkiye’ye geldi. 1938’e kadar on üç yıl Türkiye’de kalarak Atatürk heykelleri yaptı. Atatürk, san'atçıyı Köşk'te misafir ederek, hazırlayacağı tüm heykeller için kendisine pozlar vermiştir. Krippel, yapacağı heykel ve anıtların ön çalışmaları ile taslaklarını Türkiye’de hazırladı. Bu taslaklardan tasarlanarak hazırlanan heykel kalıpları, san'atçının Viyana’daki atölyesinde üretildi ve Viyana Birleşik Maden İşletmelerinde bronza döküldü. Bu heykeller daha sonra parçalar halinde Türkiye’ye getirilerek yerlerinde monte edildi. San'atçı Viyana’ya dönmeden Ulus’ta Martin Elsaesser tarafından projelendirilerek inşa edilen Sümerbank binasında taştan bir Atatürk heykeli yaptı ve 1938 yılında yeniden Türkiye’ye gelebilmek umudu ile Viyana’ya döndü. Ne var ki, Krippel, II. Dünya Savaşı’nın başlaması sebebiyle bir daha Türkiye’ye dönemedi ve 5 Nisan 1945’te Viyana’da geçirdiği mide ameliyatı sonrasında öldü.
Tarihin yorumu 5 Ekim 1908
Bosna–Hersek'in elden çıkması
Avusturya İmparatoru, Bosna–Hersek topraklarını ilhak etmeyi ön gören notayı imzaladı. Yaklaşık dört asır müddetle Osmanlı hakimiyeti altında yaşayan Bosna–Hersek, böylelikle elden çıkmış oldu. Osmanlı hükümeti, bu kararı kabul etmemekle beraber, devlet merkezinde Mutlakiyetten Meşrûtiyete geçiş süreci yaşandığı için, fiilen harekete geçemedi ve bu gelişmeye seyirci kalmaktan öteye gidemedi. Avusturya hükümeti, Bosna–Hersek'e yönelik ilk fiili adımı, II. Meşrûtiyetin ilân edildiği ilk günlerde (Temmuz 1908) atmıştı. Ciddî bir reaksiyonla karşılaşmadığını görünce de, yaptığı ilhak hareketini kànunlaştırma yolunda yeni adımlar attı. Avusturya'nın bu fırsatçı politikaları, İstanbul'da büyük tepki gördü. İlhak kararı şiddetle protesto edildi. Hatta, Avusturya mallarına karşı büyük çaplı bir "boykotaj" dalgası başladı. O tarihde, Osmanlıların başa giymek için kullanmış olduğu fes, Avusturya'dan ithal ediliyordu. Ne var ki, uygulanan boykotaj hareketi de Avusturya'yı kararından vazgeçirmeye yetmedi. Bosna'daki Müslümanların o günlerde başlayan ıztırabı, halen de bitmiş değil. 05.10.2009 E-Posta: [email protected] |