Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Ağalık nasıl aşılır? |
Genelkurmay Başkanının bayramdaki Güneydoğu gezisinde verdiği mesajlar içinde en çok ses getirenlerden biri, “Halk terör ve siyaset ağalarından muztarip; onlardan kurtulmak gerekiyor” şeklindeki ifadeleriydi. Bu mesajı kendi üzerlerine alan siyaset ve aşiret kesimleri Başbuğ’a tepki gösterdi. Devletin “teröre karşı” senelerdir destekleyip işbirliği yaptığı aşiret ve ağalar hatırlatıldı. “Üniformalı ağalar”a dikkat çekenler oldu. Ancak bu tepki ve eleştirilerde, meselenin esasına giren pek olmadı. Bilindiği gibi, bölgenin sosyal, kültürel ve ekonomik geri kalmışlığında, “feodal düzen” olarak da ifade edilen aşiret ve ağalık sisteminin rolüne öteden beri dikkat çekilir; ama bu yapının, sosyal dokuda yeni sıkıntılara meydan vermeden ne şekilde aşılabileceği konusu muallâkta bırakılır. Bölge insanının, yaratılıştan gelip tarihin akışı içinde şekillenen özelliklerini dikkate almadan önerilen “devrimci” reçeteler hem sonuç getirmez, hem de yeni problemlere sebebiyet verir. Nitekim ya baskı ve dayatma veya çıkar odaklı gayri samimî uzlaşma yöntemleriyle uygulamaya konulan formüller, ağalık sisteminin olsa olsa farklı aktörlerle, ama daha da kronik halde derinleşerek devamından başka bir netice vermedi. Hak değil, kuvvet esasına dayanan ve gücü elinde bulunduranın hükmünün geçtiği bir yapılanmada başka türlü bir sonuç da beklenemezdi. Bu konuda sağlıklı ve kalıcı çözüm ihtiva eden isabetli yaklaşımı yine Said Nursî’de görüyoruz. Çünkü Bediüzzaman bu meseleyi de, işin özünü yakalayan bir perspektifle, kavram düzeyinde çok iyi tahlil ederek çözümü ortaya koyuyor. Kişileri hedef almıyor, prensipleri vaz ediyor. Münâzarât’ta bu bahsi işlediği izahında, muhataplarına “Manen her bir zamanın bir hükmü ve hükümranı vardır. Sizin ıstılahınızca, o zamanın makinesini çeviren bir ağa lâzımdır” dedikten sonra, bu kavramın içeriğinin demokratik süreçle birlikte uğradığı değişimi şöyle açıklıyor: “Zaman-ı istibdadın hakim-i manevîsi kuvvet idi; kimin kılıcı keskin, kalbi kasî (katı) olsa idi, yükselirdi. Fakat zaman-ı meşrûtiyetin zembereği, ruhu, kuvveti, hakimi, ağası haktır, marifettir, kanundur, efkâr-ı ammedir; kimin aklı keskin, kalbi parlak olursa, yalnız o yükselecektir.” Devamında, ilmin yaşını aldıkça artacağını, ama kuvvetin ihtiyarladıkça eksileceğini hatırlatan Said Nursî, kuvvete dayanan ortaçağ hükümetleri çökmeye mahkûm iken, asr-ı hâzır hükümetlerinin ise ilme istinad ettikleri için Hızırvari bir ömre mazhar olacaklarını vurguluyor. Ve Kürtlere seslenerek, “Sizin bey ve ağa, hattâ şeyhleriniz dahi, eğer kuvvete istinad ile kılıçları keskin ise, bizzarure düşeceklerdir; hem de müstehaktırlar” diyor ve akla dayanıp, baskı ve tazyik yerine sevgiyi esas alarak, duygularını fikirlerine tâbi kılmaları halinde düşmeyip yükseleceklerini söylüyor (Eski Said Dönemi Eserleri, s. 217). Fikirleri karıştırıp hürriyet ve meşrûtiyetin, yani demokrasinin kıymetini takdir etmeyenlerin kimler olduğu sualine cevap verirken de, en baş sıraya “cehalet ağa”yı koyuyor (a.g.e., s. 229). Böylece, kaba kuvvete dayanan ağalık sistemine vücut veren ve devamını sağlayan en önemli sebebin cehalet olduğu gerçeğine vurgu yapıyor. Eğer ağalık sisteminden şikâyet ediliyor ve bu yapının artık tarihe karışması isteniyorsa, yapılacak şey, kişileri hedef alıp gereksiz sürtüşme ve polemiklere meydan vererek bu sistemin ömrünü daha da uzatmaktan başka bir sonuç vermeyen suçlamalarda bulunmak yerine, bu çok ilginç ve orijinal izahlar çerçevesinde akıl, bilim ve vicdan esaslı eğitim programlarıyla, Başbuğ’un başka bir beyanında söylediği gibi akıllara ve kalplere hitap ederek, pozitif bir sosyal değişim sürecini başlatıp istikrarlı bir şekilde sürdürmek olmalı. Başbuğ’un seleflerinden Hilmi Özkök’ün “Artık işler kuvvetle değil, akıl ve bilimle çözülüyor” mealindeki ifadeleri de bu mânâyı dile getiriyor. Cehalet ağası ancak ilim ve hikmetle yenilir. 04.10.2009 E-Posta: [email protected] |