Hüseyin GÜLTEKİN |
|
Tuhaf hâl ve davranışlarımız |
Bütün insanlara karşı nazik olmak, güleryüzlü olmak, kibarca bir davranış içinde bulunmak güzel bir alışkanlık, arzulanan bir haslettir. Hiçbir ayırım yapmadan, insanlara candan, samimî bir yaklaşım içinde olmak, sıcak ve kardeşâne bir tavır içinde bulunmanın gayretinde olmak hemen herkesçe beklenilen ve beğenilen bir tavır, bir davranış biçimidir. Böyle hâl ve davranışlar sünnet-i seniyyeye de uygun haller olduğundan, hemen bütün insanların hoşlandığı ve arzu ettikleri tavır ve yaklaşımlardır. Öyle ya, hepimiz çoğu zaman muhatap olduğumuz insanlardan bu çeşit muameleleri, bu ve benzeri hâl ve yaklaşımları bekleriz. Âdâb-ı muâşeretten olan bu çeşitli hâl ve davranışların tam tersi olan kaba ve yabanî davranışları, itici ve soğuk söz ve tavırları hemen hiçbir insan görmek ve duymak istemez her halde. Dinimizin menettiği, sünnet-i seniyyeye ters düşen, insanları rencide eden her türlü söz ve hareket, her nev'î tutum ve davranış, insanlar arasında bulunması icab eden kardeşlik ve dostluk bağlarını gevşetip, istenmeyen dargınlıklara, küskünlüklere sebebiyet verdiğinden, hemen hiçbir insan tarafından tasvip görmeyen, hoş karşılanmayan hâl ve davranışlardır. Zor da olsa her türlü rencide edici hâl ve davranışlardan uzak durmak, her çeşit kabalıktan, yabanî yaklaşımlardan uzaklaşmanın gayretinde olmak; nazik ve kibar olmayı, hoşgörülü ve güleryüzlü olmayı şiâr edinmekte sayısız faydalar vardır. Tanıdık, tanımadık, hiçbir ayırım yapmadan bütün insanlara karşı böyle bir yaklaşım içinde bulunmak, elbette arzulanan bir davranıştır. Velâkin söz konusu olan anne-baba ise, hane halkı ise, yakın akraba ise... Sevdiğimiz kapı-komşu, dost ahbap ise... Kudsî bir dâvâya beraberce baş koyduğumuz ağabey ve ihvan ise... İşte bu durumda daha bir dikkatli ve titiz olmak icab eder. Kırıcı, incitici olmak bir tarafa; sıcak, samimî, kucaklayıcı olmak, şefkat ve merhamet dolu bir yaklaşım içinde, nazik ve mültefit bir davranış içinde bulunmak zorunluluk hâlini alır. Çünkü bunlar yabancı değil... Sebeb-i vücudumuz olan, bugüne kadar bizim için hiçbir fedakârlıktan vazgeçmeyen annelerimiz, babalarımız... Aynı anne-babadan bu dünyaya gözümüzü açtığımız kardeşlerimiz, bacılarımız... Anne-baba mesâbesinde olan amcalarımız, dayılarımız, halalarımız, teyzelerimiz... Bir ulvî dâvâ etrafında kenetlendiğimiz, aynı hedefe doğru beraberce yola koyulduğumuz dâvâ arkadaşlarımız... Bunlara karşı muâmelelerimizde, yaklaşımlarımızda kırıcı olmak, incitici olmak... Söz ve davranışlarımızla onları üzmek... Onlara sert ve kaba davranışlarda bulunmak... Olacak şeyler mi demeyim... İnsan bunları aklına dahi getirmek istemiyor değil mi? Düşünmesi dahi insanı rahatsız ediyor değil mi? Böyle tuhaf, böyle abes bir durum hiç olur mu? Ama gelin görün ki, garip de olsa, tuhaf da olsa bu çeşit, hiç de hoş olmayan hâl ve tavırlar maalesef çokça vuku buluyor. Bir yabancıya tanınan hoşgörü ve müsamaha, en yakın dost ve akrabadan esirgeniyor çoğu zaman. İstisnaları olmakla beraber bir çok insanımız, arkadaşlarına karşı takındıkları kibarlığı, nezaketi anne-babalarına veya nesebî kardeşlerine göstermekten çoğu zaman imtina ediyorlar. Çoğumuz belki de farkında olmadan, ilk defa tanıştığımız, huyunu-suyunu bilmediğimiz bir insana gösterdiğimiz sıcak ve samimî ilgi ve alâkayı, yakın bir akrabamıza veya beraberce teşrik-i mesâide bulunduğumuz dâvâ arkadaşımıza gösteremiyoruz maalesef. Daha da ötesi, her gün her saat beraber olduğu hane halkına, yakın akrabaya karşı geçimsiz, sert, hatta kavgacı olduğu halde, dışarıdaki dost ve akrabaya karşı gayet uyumlu, müsamahakâr, lütufkâr bir yaklaşım içinde olan o kadar çok insanımız var ki... Garip ve tuhaf olmakla beraber, hiç de hoş ve doğru olmayan böylesi hâl ve davranışların sebebini ve sırr-ı hikmetini şahsen çözebilmiş değilim... 04.10.2009 E-Posta: [email protected] |