Yasemin YAŞAR |
|
Cehennemî bir azap; haset |
İslâm ahlâkçılarının üzerinde önemle durduğu emrâz-ı mâneviyeden birisi de hasettir. Kısaca kıskanmak, çekememek, Allah’ın ihsan ettiği nimetlerin ondan çıkmasını istemek gibi anlamlara gelir. İnsanın haset ettiği şeyler, genellikle sağlık, zenginlik, güzellik, bilgi, mutluluk gibi şeylerdir. İnsanın bunlar karşısında duyduğu hazımsızlık, haset hastalığını doğurur. Böyle bir insan kendisinde olmayan faziletlerden, meziyet ve başarılardan kederlenir ve hasım yerine koyduğu insanlara gelen nimetlere üzülür ve hatta maruz kaldığı musîbetlere sevinir. Başkasının yücelmesi, benim değersizleşmem anlamına geliyor düşüncesiyle, hasmını dedikoduyla, iftira ve kara çalmayla değersizleştirip, yanına çekmek ve değersizlik hissini bu şekilde hasmıyla paylaşıp kendisini daha fazla perişan olmaktan korumak ister. Kıskançlıktan biraz farklı bir anlama gelen haset düşüncesinde, sahip olunan bir şeyi kaybetme korkusundan çok, başka birine kötülük yapma arzusu hâkimdir. Diğergamlık hislerinin çöküntüye uğradığı bu zamanda haset hisleri daha bir insanı sarmış durumdadır. İyi hasletlerin baskılanması, kötü davranışların yayılmasına sebep olmaktadır. Yani, insanî değerler ve müsbet hislerin yaşanılması insanı kemâle doğru götürürken, zıtların birleştiği nokta olan insandaki kötü hislerin gelişmesine engel olur. Veya henüz çıkmış olan kötü duyguları tedavi eder. İşte insanlığın diğergam olması, yardımlaşma düşünceleri, birbirinin faziletlerini kendindeymiş gibi tasavvuru, kendi nefsi hislerini unutarak, kardeşinin hissiyât ve meziyetiyle fikren yaşamak gibi değerlerin yaşanılır olması, haset kültürünün yok olmasını netice verecektir. Fakat hayatı cidal olarak tanımlayan, rekabetçi anlayışı pompalayan sefih medeniyet, özgüveni yanlış ayaklar üzerine oturtup, “kuvvetli ise, zengin ise, güçlüdür” diyerek, özgüvenin, fani, maddî şeylerle gerçekleşeceğini savunmaktadır. Böylelikle hayatı bir yarış gibi algılayanlar, hayvânî kültürün esiri olup, kendinden önde olan herkesi potansiyel düşman ilân ederek, haset marazına düşmektedir. Değişik rekabet hisleriyle dışa vuran kıskançlık, hazımsızlığa, hazımsızlık çekememezliğe, sonra da ölümcül bir günah ve hastalık haline gelen hasede dönüşür. Bir insanda haset marazı oluşmuşsa, onun için artık pek çok çekememezlik sebebi hazır demektir. Haset eden insan, başkasının meziyetlerine göz dikerken, aslında hızla kendini değersizleştirmektedir. Böyle bir durumda insanın, kendi sahip olduğu meziyetleri fark etmesi, haset ettiği kişideki nimetlerin faniliğini anlaması ve sağlam bir kader inancı bu hastalığı haset haline gelmeden, daha rekabet ve kıskançlık aşamasında kontrol altına almayı netice verecektir. Hasedin iman boyutundaki tehlikesi de şöyledir. Başkasının işi, evi, arabası, makamı, mevkii, sahip oldukları bütün imkânlarına kafayı taktığı anda, bu Allah’ın taksimatına kafa tutmak anlamına gelecek ve bu durumda kaderi tenkit ederek, başını örse vurup, rahmetten de mahrum kalacaktır. Haset, haset edeni yakar bitirir. Hasmı için bir zarar söz konusu değildir. Muâviye (ra) oğluna nasihat verirken şöyle söyler: “Hasetten çok sakın! Hasedin zararları sende düşmanınkinden daha önce ve daha çok hâsıl olur.” Bu hastalık böyle sürüp giderse, çekememezlik hissi daha da büyür, genişler ve artık bütün düşünce ve his dünyasını kuşatır. İnsan, her türlü güzelliğe sövüp sayan saldırgan bir hâle gelir. Böyle bir insanın, hayalleri de fikirleri de kirlenir. Artık doğru göremez, düşünemez ve sağlıklı değerlendiremez. Böyle bir insan, gücünü kendi değer ve meziyetlerini geliştirmeye sarf edeceğine, başkalarını karalamaya, tenkit etmeye, tahrip etmeye harcar. İslâm ahlâkçıları, herhangi bir insan üzerindeki nimetlerin zâil olmasını istemeyi, kalpsizlik saymışlardır. Şeytanın şeytanlaşmasının temelinde de, kibir ve haset duygusu vardır. Kabil’in, Habil’i öldürmesi, Hazret-i Yusuf’un (as) kardeşleri tarafından kuyuya atılması, Yahudilerin Peygamberimizi (asm) kabul etmemesi hep haset hissiyle yapılmış günahlar ve hatalardır. Haset hissi, basite alınacak bir his değildir. İnsana hem bu dünyada, hem ahirette cehennemî bir haleti yaşatan bu hisle, dünyada mücadele etmek gerekir. Allah’ın Cennette mü’min kullarına önemli bir ihsan ve lütfu Cennet ehlinin kalplerinden haset ve kin duygusunu söküp atması olacaktır. Daha çocuk yaşta iken, yerleşebilen bu hissi fark edip, haset etmenin zararlarını aklî ve mantıkî yollarla izah edip, kıskançlığın insana hiçbir şey kazandırnayacağını anlatmak yararlı olacaktır. Hemen tesir etmese de zamanla anlaşılacak, hiç olmazsa duyguları frenlemeyi sağlayacaktır. Ayrıca, kıskançlık eğilimi gösteren insanlarda başkalarına yararlı olma hissi uyarılıp, nefisperestliği kısmen kontrol altına alınabilecektir. Her şeyden önemlisi de hayatı Allah rızasına bağlı yürütme, O’nu razı etme cehdi içinde bulunmak mânevî hastalıkların tedavisinde çok önemli bir çaredir. Hased, ibadetlerin sevabını da gideren bir marazdır. Hadis-i şerifte, “Haset etmekten sakının. Biliniz ki, ateş odunu yok ettiği gibi, haset de hasenatı yok eder” buyrulmuştur. Haset etmek, Allah’ın takdirini değiştirmez, insan boşuna üzülmüş olur. Bunun yanında da manevî kirlenmeye sebep olmuş olur. Süfyan-ı Sevri, ‘Haset etmeyenin zihni açık olur. Haset sinirleri bozar ve ömrün azalmasına sebep olur’ demiştir. Hasedin böyle zararlı olanının yanında, gıbta mânâsına gelen bir türü de vardır. İnsanın bir kimsede bulunan nimeti, ondan gitmesini istemeyip, kendisinde de bulunmasını istemek gıpta olur. Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyurmuştur: “İki kimseye hasette (gıbta etmekte) zarar yoktur. Kendisine bahşedilen serveti, Allah yolunda infak eden ve Allah’ın lütfettiği ilmi yaşayıp, başkalarına öğreten.” Fakat Risâle-i Nur Talebeleri ihlâsın gereği olarak, algılanmasıyla mahsurlu olan bu hâletten uzak durmaları gerekir. Gıpta damarının tahrik edilmemesi, tenkit ve rekabet yarışına girilmemesi gerekliliği ihlâs düsturlarında yer almıştır. Çünkü mü’minler bir vücudun azaları gibidir. Bir el diğerine rekabet etmez, bir göz diğerini tenkit etmez, belki noksanlarını tamamlar. Davranışların samimiyeti bozulduğunda, rekabetçi anlayışla ‘ya o, ya ben’ yaklaşımı ortaya çıkabilir, bu da hakikî dostluğu zedeler. Hasılı haset, ona mağlûp olan kimseye iç huzursuzluğu yaşatır. İçten içe insanı kemiren, insanı mutsuzluğa hapseden olumsuz bir duygudur. Yani haset ile, ötekinin tahrip edilmesi için sıkılan her kurşun, aslında, haset edenin kendisini vurmak anlamına gelmektedir. 04.10.2009 E-Posta: [email protected] |